HABER MERKEZİ
Kadın haklarının elde edip uygulanmasını sağlamak Avrupa’daki feminist ve ilerici mücadelelerin temel vazifelerinden biriydi. Atina demokrasisinden Fransız devrim döne- mine kadar oluşturulan ‘yurttaşlık’ ve ‘insan hakları’ kavramları, kadınları ne insan ne de yurttaş olarak aklına getirmeyen ataerkil zihniyet temelinde oluşturulmuştur. “Kadın hakları insan haklarıdır” diyen kadınlar bu anlayışa isyan ettiler. Örneğin Olympe de Gouges, kadınları yok sayan Fransız devrimcilerin ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ne cevaben 1791 yılında ‘Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımladı. Bununla sınırlı kalmayarak, köleciliğin ve idam cezasının kaldırılması, evlilik dışı doğan çocukların haklarının tanınması ve mahkemelerde halk jürilerinin kurulması için mücadele ederek yeni bir adalet anlayışını ve toplumsal sözleşmeyi savunmuştur. Bu fikirleri nedeniyle Olympe de Gouges 1793 yılında giyotinle idam edilmiştir. Halbuki onun devamında gelişen örgütlü kadın mücadelelerinin sonucunda 20.yy’da kadınlar gittikçe daha çok ülkede seçme ve seçilme, eğitim, boşanma veya şiddetten korunma gibi temel hakları kazandılar. Bununla beraber kadınların özgüveni de gelişti, yaşam ve eylem alanları da genişledi. Fakat bu durum birçok Avrupalı kadında ‘özgür’ ve ‘eşit’ olduklarına dair bir yanılsamaya da yol açtı.
Hukuksal çerçevede kadın ve erkek eşitliğini belirlemek ne ataerkil yapılanma ve zihniyeti aşmak için ne de ataerkil şiddeti sonlandırmak için yetmedi. Onun ötesinde toplumsal mücadelelerle kazanılan, fakat devletlerce yazılan kanunlar gerçekliği ve toplumsal ahlak arasında devam eden çelişkiyi Avrupa’daki kadın gerçekliğine baktığımızda net bir şekilde görebiliriz. Kadınların demokratik temel haklarının resmi olarak tanınmasıyla ataerkil, liberal kapitalist düzen sarsılmadı. Aksine cinsiyetçi ve ırkçı istismar, rekabet, bencilik ve mülk anlayışı sonraki dönemlerde daha fazla kışkırtılmıştır. Kadınların haklarını kısmen almasıyla beraber kadınlar daha fazla egemen sistemin hükmü altına girdi denilebilir. Zira ilerici hukuk normları, empati ve toplumsal sorumluluk gibi kolektif ahlak değerlerine dayanan özgürlükçü, dayanışmacı bir etiğiyle birleştirilemedi.
Avrupa kadın hareketlerinin hak temelli yürüttükleri mücadele sonucunda elde edilen kazanımları, Batı toplumlarının kendi tarihsel, toplumsal dinamikleri içinde değerlendirirken farklı tarihsel ve toplumsal dinamikler içinde nasıl bir mücadele yürütüldüğü, kazanımların hangi ölçülere göre değerlendirilebileceği ayrı bir konu olarak ele alınmak durumundadır. Bugün Avrupa’daki kadın mücadelesinin kazanımlarını evrensel değerler olarak almakla birlikte, ana değerlendirme ölçütü olarak ele yanılgıya götürebilir. Bu anlamda Avrupa deneyimine getirdiğimiz eleştirilerin çözüm noktasını yine Avrupa içinde aramak bizi aynı çıkmaza getirecektir. Ortadoğu olarak adlandırdığımız coğrafyanın önemli devrim alanlarından biri haline gelmiş Rojava’da kadınların yürüttüğü mücadelede açığa çıkan deneyimi ele almak evrensellik zeminimizi çoğullaştıracağı gibi, sorularımıza farklı toplumsallıkların ürettiği çözümlerden yola çıkarak cevap aramak bizi oryantalizmden kaynaklanan çıkışsızlığa düşmekten de alıkoyacaktır.
Bu tarihsel deneyimi göz önünde bulundurduğumuzda Öcalan’ın “Demokratik ulus, hukuk ulusundan çok, ahlaki ve politik ulustur” belirlemesi kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bir toplumun inşası açısından hukuk ve ahlak dengesinin nasıl oturtulması gerektiğine yol göstermektedir. Rojava’da gerçekleşen devrim ve demokratik özerkliğin inşası ‘Kadın Devrimi’ olarak tanımlanmaktadır. Faşist DAİŞ çetelerine karşı direnerek askeri alanda başarılar kazanan YPJ savaşçıları şahsında bu kadın devrimi dünyada yankı yaratmıştır. Ama toplum açısından bu kadın devrimi ne anlama geliyor ve nasıl gelişiyor? Günlük yaşamda kendini nasıl hissettiriyor? Toplumsal ahlak ve hukuk arasındaki diyalektik nasıl işliyor? Son altı sene içerisinde Rojava’daki toplum ve ailelerde, cinsiyet rollerinde ne gibi değişiklikler yaşanmıştır?
Bu sorulara cevap bulma yolunda Rojava’da son süreçte ‘Kadın Kanunları’ etrafında yürütülen tartışmaları ve bu bağlamda yaşanan gelişmeleri kanımca bize bazı önemli veriler sunmaktadır. Komşularla çay içerken, ailelerde, komünlerde veya sokaklarda olsun; genel siyasi toplantı veya Kongra Star konferanslarında olsun Rojava’nın hemen hemen her yerinde ‘Kadın Kanunları’ tartışılan sıcak bir konudur.
‘Kadın Kanunları’ Nasıl Gelişti?
Demokratik Özerkliğin ve Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun kuruluşu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum ilkeler temelinde kararlaştırılan ortak Toplumsal Sözleşmelere dayandırıldı. Kadınlar dahil bu coğrafyada yaşayan tüm toplumsal kesimler, inanç grupları ve halklar bu Toplumsal Sözleşmelerin tartışması ve kararlaşmasında katılım sağladılar.
21 Ocak 2014 tarihinde Cizîrê kantonunda ilan edilen Demokratik Özerklik Yönetimi ile beraber ‘Desteya Jinê’1 kurulmuştur. Desteya Jinê, kadınların siyasal iradesi olarak toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasi ve hukuksal ihtiyaç ve taleplerini resmi alanlarda tem- sil etmekle yükümlüdür. Bu doğrultuda Desteya Jinê, Kongra Star 2 gibi kadın hareketi ve kurumlarıyla, farklı inanç ve ulusal kimliklere sahip olan, komünlerde çalışan kadınlarla ortak ve koordineli çalışmaları geliştirmeyi esas aldı. Savaş, ambargo ve kısıtlı maddi imkanlara rağmen ortak çabalar sonucunda Rojava’daki kadınların yaşamında olumlu değişimler yaratan girişimler gerçekleştirebildiler. İlk etapta yaşadıkları zorlukları Desteya Jinê’nin başkanı Emîne Omer şu sözlerle anlatıyor: “Başlangıçta sorumluluk almaya hazır olan çok az kadın vardı. Bize ait olan bir yer bile yoktu. Fakat çalışmalarımıza büyük bir moralle başladık. Kadına karşı şiddeti durdurmak için ilk olarak kadın merkezlerimiz ‘Mala Jinê’yi3 açtık.”
Esasta kadınların sorunlarının ataerkil zihniyet, kanun ve kuralları üzerinde sürdürülen erkek egemenliğinden kaynaklandığı tespitinden yola çıkan Desteya Jinê Demokratik Özerklik içinde kadınları ve haklarını güçlendiren kanunları çıkartmayı gerekli gördü. Kadın toplantılarında, kadın örgütleriyle, farklı inanç gruplarından kadınlarla ve komünlerde yürütülen tartışmalar sonucunda ‘Kadınların durumu ve hakları ile ilgili temel ilkeler ve genel hükümleri’ adlı taslak hazırlanmıştı. 1 Kasım 2014 tarihinde Encumena Zagonsaz tarafından onaylanan taslağın gerekçe bölümünde şunlar belirtilmiştir: “Demokratik Özerkliğin temel amaçlarından biri kadının özgürlüğü ve haklarının sağlanması olmaktadır. Ondan dolayı kadınların tüm sorunları çözülmeli, kadının temsiliyeti tüm alanlarda yükseltilmeli; kadınların güzel bir yaşam sürdürebilmeleri için zulüm ve zora karşı korunmalı ve meşru hakları sağlanmalı. Bu nedenle demokratik, ekolojik ve özgür bir toplumun inşası için kadın ile ilgili, kadın ve erkek arası eşitliğin sağlanması ile ilgili temel ilke ve genel hükümler konulmuştur.”
İlkeler
Otuz temel ilke arasında tüm düzeylerde eş başkanlık sisteminin uygulanması, kadınların özerk örgütleme ve kurumlaşma hakkı, kadınla ilgili kanunların kararlaşmasında kadının iradesinin esas alınması gibi kapsamlı siyasi hakları bulunmaktadır. İş alanında kadınlara eşit imkan sunulması ve eşit maaş ödenmesi belirlenmiştir. “Toplumda egemen ve gerici anlayışlara karşı mücadele etmek herkesin görevidir.” diyerek her türlü toplumsal cinsiyetçilik ve kadına karşı şiddet yasaklanmıştır. Bu yasaklar, 18 yaş altında olan genç kadınların veya kız çocukların evlendirilmesi, kadının rızası olmadan evlendirmek, erkeklerin çok eşliliği ve tek taraflı boşanma hakkı, miras paylaşımında veya şahitlikte kadınlara eşit hak tanınmaması gibi dini norm veya şeriat tarafından meşrulaştırılan cinsiyetçi şiddet biçimlerini de kapsamaktadır. ‘Namus’ adına işleyen cinayetlerde artık -Suriye ceza hukukunda olduğu gibi- ceza indirimi yoktur. Failler artık cinayet için geçerli olan kanunlar çerçevesinde yargılanmaktadır. Başlık parası, kadınları satmak anlamına geldiğinden kaldırılmaktadır. Yine bu yasalara göre, kadınların özel ve ailevi hakları ile ilgili davalarda kadının danışmanı olarak bir kadın kurumu temsilcisi hazır bulunmalıdır.
İlan ve Uygulama
Kadın Kanunları’nın toplumda tanıtılması ve kabul edilmesi için tüm kadın kurumları kampanyalar yürütmektedir. Kongra Star üyesi Sara Xelîl kadın kanunlarının ilanının gerçekleştiği günleri şöyle hatırlıyor: “Ulusal elbiselerimizi giyerek kadınlarla çarşıya çıktık ve kadın kanunlarını tanıtan bildiriler dağıttık. Sonra tüm semt, mahalle ve köylerde halk toplantıları örgütledik ve kanunlar üzerine tartıştık. Başlangıçta erkeklerin tepkileri çoğunlukta olumsuzdu. Fakat yavaş yavaş bu kanunları kabul etmeye başlıyorlar.”
Kadın Kanunları artık okul ve halk akademilerinin eğitim programlarında da işlenmektedir. Bunun dışında Kadın Kanunları’nın ilkelerini hayata geçirmesi için kadın kurumlarının yerel ağları oluşturulmuştur. Örneğin bugün Rojava’nın tüm şehirlerinde cinsiyetçi, fiziksel veya ruhsal şiddete maruz kalan kadınlar ve onların çocuklarını destekleyen ve koruyan Malên Jinê ve sosyal-psikolojik kadın danışmanlık kurumları var. Bu kurumlarda ‘namus’ adına şiddetle tehdit edilen kadınlar da destek bulabiliyorlar. Ayrıca kadın korunma evleri kurulmuş ve Asayişa Jin çatısı altında 24 saat boyunca açık olan bir acil yardım hattı oluşturulmuştur.
Kadın Kooperatiflerinin kuruluşuyla kadınların ekonomik durumu ve iradesi güçlendirilmiştir. Kolektif kadın emeği ve kooperatif yerlerinin gelişmesiyle Rojava toplumundaki kadınların evde tecridi ve erkeklerin ekonomik tekeli kırılmaya başlamıştır. Emîne Omer anlatıyor: “İki sene önce çocuk bahçesi ve kreşlerin inşasıyla başladık. Bugün Amûdê, Qamişlo ve Hesekê’de çalışan annelerin çocukları kreşlerimizde kalmaktalar. Engelli çocuk sayısı da çoktur. Bu yüzden annelerin isteği üzerine engelli çocukların özgün ihtiyaçlarına göre bir merkez açtık. Rimêlan’da da anne-babası olmayan çocuklar ve şiddete maruz kalan çocuklar için bir ev kurduk.”
Bu kurumsal inşayla yalnız yaşayan annelerin kendi ayakları üzerinde durmaları, kendileri ve çocuklarına bakabileceği koşullar geliştirilmiştir. Eski zamanlarda eşinin ölümünden sonra veya boşandıktan sonra kadınların tek başına yaşayabileceklerini düşünmek bile mümkün değildi. Bu durumda olan kadınlar çoğunlukla ya kendi ailesine dönmek ya da yeniden evlenmeye mecbur bırakılmıştır.
Ataerkil geleneklere göre annelerin değil de baba ve babanın ailesinin çocuklar hakkında karar sahibi olmaları anne ve çocuklar için çok zor durumlar yaratmıştır. O yüzden Kadın Kanunları’nda çocuklara ilişkin yeni bir ilke oluşturulması gerekli görülmüştür: “Boşanma durumu varsa, 15 yaşına kadar çocukların anneleri yanında kalma hakkı vardır. Annenin yeniden evlenmesi veya evlenmemesi bu durumu değiştirmez. 15 yaşından sonra çocuk annesinin mi babasının mı yanında kalmak istiyor kendisi seçebilir. Çocukların yetiştirilmesi ve bakımından anne ve babaları sorumlular.”
Andrea Benario