HABER MERKEZİ
Ortadoğu’daki yaşam tablosundaki günlük devinime baktığımızda ilerlemeciliğin ne kadar az anlam taşıdığını görebiliriz. Ulus devletler çözülüyor. Ancak ulus devletlerin çözülüşü, her zaman ulus devletin ortadan kalkıp yerine demokratik özerk idarelerin oluşturulduğu toplumsal çözümlerle sonuçlanmıyor. Ulus devletler kendi sınırlarını, ulus devletlerini korumak için ihlal ediyor, başka ülkelerin sınırları içinde kendi sınırlarını koruma adı altında işgal harekatlarını sürdürüyorlar. Ama herşeye rağmen ulus devletler çözülüyor.
Türkiye bu konuda incelenmeye değer bir örnektir. Irak ve Suriye’de süren savaşa bizzat ya da kimi grupları desteklemek suretiyle dahil olması da, bu savaş tarzının ulus devletin çözülüşünün bir biçimi olduğunu gösterir. Ulusalcı politikaların bölgeselleşme zorunluluğu duyduğu yerde yerele dayanma zorunluluğu doğuyor.
Türkiye’nin bu noktada dayandığı yereller kimlerdir, hangi zihniyetlere ve toplumsal duruşlara sahipler? Yayılma politikasına araç olan yerel güçlerin kendi toplumlarındaki anlamları neye tekabül ediyor?
Türkiye, Suriye’deki rejim karşıtlarını kendi çatısında toplamayı ve rejime karşı bu kesimleri örgütlemeyi-savaştırmayı esas aldı. Ancak Rojava’daki Kürt toplumunun ve orda direnen tüm savaşçıların 3.çizgiyi esas aldıklarını ısrarla belirtmesi, Rojava devrimini yapmaları ve kendi toplumsal sistemini kurmasıyla birlikte, Kürt karşıtlığını esas alarak, Kürtlere karşı bu grupları savaştırmayı, Kürt toplumunun maddi değerlerine ve zenginliklerine el koyarak sahada kendi yapmak istediklerini bu kesimlere yaptırmayı tercih etti. Herşeye rağmen, Türkiye bugün ordusu, istihbaratıyla tüm bölgeye yayılmış, tüm bölgede karmaşa yaratan, ölüm-katliam yapan, ajanlaştırma yöntemiyle toplumsal yaşamı bozarak toplum içinde parçalanmışlık yaratma rolünü oynamaya devam eden bir devlettir. Kuşkusuz toplumlar buna sonuna kadar tahammül etmeyecektir. Bunun sonuçları ve bedelleri önümüzdeki süreçlerde daha fazla ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin temel yöntemi, içte sıkıştığında dışa açılmak, dışta sıkıştığında içe yönelmek şeklinde somutlaşıyor. Seçimlerde kaybeden AKP’nin bir yandan zirve toplantılarında boy göstererek bir yandan da Başurê Kurdistan’a saldırarak kendini moralize etmeye çalıştığı bir gerçek. Ancak Türkiye halklarının demokratik birarada yaşama problemi var ve bu problem, AKP’nin imajından-kaderinden daha kalıcı.
18 Haziran’da Önder Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmenin AKP’ye kaybettirdiği söyleniyor. Aslında bu görüşme AKP’ye kaybettirmemiş, kazandırmıştır. Zira, AKP’ye söylenen hiçbir şey, o günkü kadar sade bir şekilde AKP’nin geldiği durumu izah etmeye yetmemiştir. Özünde Türkiye toplumlarına kazandıran Önderlik görüşmelerine uzun vadeli ve daha geniş toplumsal yelpazede bakmak gerekir.
Neden?
Beka sorunu ile Kürt sorunu aynı sorundur. Türkiye’nin varlığının Kürt sorununun çözümüyle bağlantısı, inkar edilemeyecek bir düzeye gelmiştir. Bundan dolayı AKP’nin seçim öncesinde Önderlikle görüşmesinden daha mantıklı ve akıllıca bir adım olamazdı. Bulunduğu durumdan daha ileri gitmesi mümkün değilken, geri gitmenin de esneme payı ortada yokken, AKP’nin esneyebilmesinin etkili bir faktöre ihtiyacı vardı. Bu görüşmenin kime kazandırdığı, kime kaybettirdiği tartışması, değişkenlik arzetmektedir. Zira, başaşağı giden bir AKP’nin bu gidişatını durdurması için, titreyip kendine gelmesi gerekiyordu. Bu görüşme ve akabinde gerçekleşen seçimler tam da bunu sağladı ve AKP’ye “hele bi dur” dedi.
Seçimleri “herşeye rağmen demokrasinin zaferi” olarak değerlendirmek mevcut toplumsal tabloyu anlatmaya yetmez. Zira aynı demokrasi, Şırnak’ta tecelli etmemiştir. Zira, AKP adayına oy vermeyen İyi Parti’nin demokratik olduğu söylenemez. Zira, Cizre belediyesinin önüne X-Ray cihazları konulmuş, Kürdistan’daki kimi belediyelere Kürt kökenli(!) olup da genetiği değiştirilerek Türkleştirilmiş kayyumlar atanmıştır. Bundan dolayı, seçimlerde demokrasinin tecelli ettiğini, AKP’ye oy vermeyen herkesin demokrat olduğunu söylemek zorlama olur.
Evet faşist bir iktidar vardı, onun karşısında onu alaşağı etmek isteyen bir muhalefet vardı, ancak muhalefetteki tüm kesimlerin demokratik olduğunu söylemek, demokrasi mücadelesi verenlere haksızlık-hakaret olur.
Nihayetinde, önder Abdullah Öcalan’ın tarafsız olma ve demokrasi inşası için gerekeni yapma çağrısının anlamı büyüktür. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşme sorunları bir seçime, “iki parti” ya da “iki adam” arasındaki çatışmaya sıkıştırılamayacak kadar büyüktür.
Toplumsal uzlaşı, birarada yaşama kararlılığı, demokratik anayasanın hazırlanması konusunda yapılacaklar, CHP adayının seçim kazanmasından çok çok önemlidir. Seçimler tamamlandıktan sonra, geçmiş üç aylık süreci iki kişi-iki parti arasındaki yarış olarak ele alıp böyle değerlendirmek demokratikleşmeden ziyade CHP’ye hizmet eder. Öyle olsaydı, İmamoğlu’nun kendisi klasik CHP söylemlerini kullanarak seçim propagandası yapardı, ki öyle yapmadı.
Önderlik herşeye rağmen önemli olanın demokratik siyasetin gelişmesi olduğu, halkların bin yıllık birlikteliğinin esas alınarak bir siyaset belirlenmesi gerektiği özenle vurgulamıştır. Önderliğin 18 Haziran görüşmesindeki belirlemeleri ve Kürtlerin oy kullanması tarihsel, toplumsal ve siyasal anlamda üzerinde derinlikli durmayı gerektirir. Herkesin biraz durup Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkların özgür demokratik yaşamı için partilerüstü anlama gelecek nasıl bir mücadele yürüttüğüne bakması ve ona göre tarihteki yerini belirlemesi kaçınılmazdır.
Yeni Özgür POLİTİKA/Dilzor DÎLOK