BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, ANF’ye verdiği röportajın 2. bölümünde Ulusal Kongre’nin neden yapılamadığına, KDP-YNK ve PKK’nin şimdiye kadar yaşadığı çatışma ile ittifaklara dikkat çekti. KDP’nin Ulusal Kongre’nin toplanmasına ilişkin çağrılara olumsuz yaklaştığını hatırlatan Kalkan, “Geçen dönem Kürdistan Ulusal Kongresini toplamak için elverişli bir dönemdi. Bölgedeki çelişkili ve çatışmalı durum Kürtlerin önünü açmıştı, birlik olsalar ortak strateji temelinde hareket etselerdi Kürt sorununu çözebilirlerdi. Dört parça Kürdistan’ı da kurtarabilirlerdi. Fakat bundan en çok KDP uzak durdu. Kendisi uzak durunca YNK’yi de etkileyip uzak durmaya zorladı. Kendisine bağlı birçok örgütü de uzak tuttu. Böylece ulusal kongre çalışmalarını sabote etti” diye konuştu.
KDP’nin zihniyetinin çok dar, aileci-aşiretçi parti ve parça çıkarını öngördüğünü kaydeden Kalkan, “Ulusal ve demokratik değil, çok çıkarcıdır. Öyle ki aile-aşiret çıkarları her şeyin önünde tutuluyor. Parti, parça çıkarları yine önde tutuluyor. Geriye ulusal demokratik çıkarlar hiç kalmıyor ya da en zayıf duruma düşüyor. Onun için YNK ile çatışıyor, öbür örgütle çatışıyor, PKK ile çatışıyor diğer örgütlerle ilişkileri hep gergindir. Yanlış bir anlayış var. Halbuki ittifak halinde bütün örgütler gelişme kaydedebilirler.
KDP’nin zihniyet ve siyaset devrimine ihtiyacı var. Zihniyet değişimi gerekiyor. Demokratik olması lazım. Ulusal demokratik çizgiye girmesi gerekiyor. Siyaset değişimi gereklidir. Kürt örgütleriyle ittifak temelinde birlikte güçlenmeyi esas almalılar. Kendi varlıklarını başkalarının yokluğu üzerine kurmamalılar. Onu faşist Türk uluslaşması yapıyor, Kürt yokluğu üzerinde Türk uluslaşmasına oluşturuyor. Şimdi YNK-PKK yokluğu üzerinde KDP varlığı olamaz. PKK de var olsun, KDP de var olsun, YNK de var olsun hepsi birden güçlensin, ulusal demokratik çizgide olsunlar, aralarında bir demokratik siyasi yarış olsun. Doğru anlayış ve doğru tutum budur. Biz parti olarak kesinlikle bunu doğru buluyoruz ve buna hem açığız, hem de hazırız” ifadelerini kullandı.
19 Mayıs 1992’de Güney Kürdistan’da parlamento seçimleri yapıldı. 28 Haziran’da ilan edilen Güney hükümetinin aldığı ilk karar, PKK’ye karşı savaş açma kararı oldu. Ekim 1992’de savaş başlamıştı. O savaşı anlatır mısınız?
1985 Ağustos’unda ittifak protokolünden çekilme ilan edildikten sonra KDP-PKK ilişkileri gergin, çelişkili ve çatışmalı oldu. Savaş sadece 1992 güzünde olmadı, aslında 1985 güzünden itibaren 86-87-88 baharına kadar sürdü. İran-Irak savaşı durup Saddam Halepçe katliamını, Enfal saldırılarını geliştirerek KDP’nin Güney Kürdistan’dan Doğuya ve Kuzey Kürdistan’a mülteci olma sürecine kadar devam etti. PKK’den yana planlı hiçbir saldırı gitmedi. 85 güzünden 88 baharına kadar bir tane olay örnek olarak gösterilemez.
PKK hep gizli kalmaya, kendini savunmaya, KDP saldırılarına zemin olmamaya, çelişki ve çatışmaları arttırmamaya çalıştı. Saldıran taraf hep KDP oldu. Güney Kürdistan’dan PKK’nin faydalanmasını engellemeye çalıştı. Sınırı tümden kapatarak Türkiye-Irak sınır zemininden PKK güçlerinin yararlanmasını engellemek istedi. Bunun için de gerçekten de TC’den aldığı desteğe de dayanarak istekli, bilinçli yoğun bir çaba harcadı. Genel parti duruşu böyleydi. Parti içerisinde bazı güçler bu saldırılarda daha çok öne de çıktılar. Bireysel durumlar da etkili oluyordu.
1988 baharında İran-Irak savaşı sona erip Güney Kürdistan’dan Saddam saldırıları sonucunda KDP-YNK güçleri çekilmek zorunda kalınca bu durum biraz değişti. 90’lara kadar böyle sürdü. Böyle bir durumda KDP güçleri kalmadı. Sınır boyunda bütün Behdinan zemininde PKK gerillası kaldı. Artık “Kürt gücü” dendiğinde toprakları terk etmeyen, Güney’den gelsin Kuzey’den gelsin düşman saldırıları karşısında Kürtlüğü temsil eden, Kürtlük için direnen yegane güç PKK gerillası oldu. Bu Kuzey’de olduğu kadar Güney’de de toplum içerisinde PKK’nin etkinliğini geliştirdi. Aslında 1991 serhildanına kadar durum böyleydi.
SADDAM ÇEKİLİNCE GÜNEY’İN TÜMÜ BOŞ KALDI
1991 serhildanında durum değişti. ABD’nin saldırısı sonucunda Saddam Hüseyin Kürdistan’daki güçlerini Bağdat’a çekince Kürdistan’ın tümü boşaldı. Belli bir süreç ardından dış güçlerin de desteğiyle KDP-YNK güçleri yeniden getirilip Irak devletinin boşalttığı sahalara KDP ve YNK’yi yerleştirdiler. KDP, Behdinan-i bir örgüttü, daha çok Duhok çevresindeydi. YNK, Sorini bir örgüttü Süleymaniye ve çevresindeydi. Hewlêr’in önemli bir kısmında YNK etkinliği vardı. Böylece bu iki gücün denetiminde bugün de devam eden Güney Kürdistan yönetimini oluşturmaya yöneldiler.
Saddam Hüseyin’in ordusu kırılıp Kürdistan’daki güçlerini Bağdat’a çekme durumu yaşanınca Güney Kürdistan bir anda devletsiz hale geldi, boş bir alan oldu. Böyle bir dönemde PKK Kuzey Kürdistan’da Ulusal Diriliş Devrimini başlatmıştı, serhildanlar yaşanıyordu. Kürdistan’ın üzerinde sömürgeci-soykırımcı egemenlik yürüten kapitalist modernite güçleri ya da iktidarcı devletçi sistem Güney Kürdistan’ın da PKK tarafından ele geçirileceğinden büyük korku duydu.
Güney Kürdistan’ın boş olma durumundan yararlanarak PKK gerillasının tümden ele geçireceğini düşündü. Bunu önlemek için alelacele KDP ve YNK’yi mülteci oldukları yerlerden tekrar Güney Kürdistan’a taşıdılar ve Güney Kürdistan’ı PKK’ye kapatmak üzere mevcut yönetimi oluşturmaya çalıştılar. “Çekiç Güç Operasyonu” adıyla ABD öncülüğünde TC’nin de aktif olarak katıldığı bir savunma sistemi geliştirdiler. Hewlêr merkezli KDP ve YNK ittifakına dayalı günümüzdeki Güney Kürdistan yönetimini oluşturdular.
ALDIKLARI İLK KARAR PKK’NİN “TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK” TANIMLANMASI OLDU
Bu yönetimin oluşturulma amacı aslında Güney Kürdistan’da PKK etkinliğinin yayılmasının önünü kapatmaktı, onu engellemekti. 79’da küresel sömürgeci sistem “PKK Mardin’i geçememeli, Botan’a girememeli” diye karar almıştı. 1991’de Çekiç Güç Operasyonuyla yine aynı sömürgeci küresel sistem bu sefer de “PKK Güney Kürdistan’a sokulmamalı, Güney Kürdistan sınırları PKK’ye kapatılmalı” kararı aldı. Bunun için de Saddam Hüseyin yönetiminin zayıflatılması sonucunda boşluk oluşunca bu boşluğu KDP-YNK yönetimini örgütleyerek doldurmak istedi.
Mevcut devlet Güney Kürdistan yönetimi bu temelde oluştu. Dayanakları ABD ve TC’ydi. TC zaten PKK’ye karşı savaşıyordu. KDP ve YNK’nin PKK’ye karşı savaşmaları temelinde destek ve onay verdi. Hewlêr merkezli bir bölgesel yönetimin oluşmasını kabul etti. Bu yönetimi şekillendirdikten sonra da meclis oluşup yönetim kurulunca aldıkları ilk karar. “PKK’nin terör örgütü olarak tanımlanması ve Güney Kürdistan’dan çıkartılması” oldu. Bu temelde ABD desteğinde TC-KDP ve YNK güçleri ortak plan yaparak PKK’yi Türkiye-Irak sınırından çıkartmak üzere kapsamlı bir askeri saldırı yürüttüler.
Ekim başından itibaren böyle bir süreç başladı, Ekim sonuna kadar bir ay süreyle devam etti. Kuzeyden TC güçleri saldırdılar. Yine Habur kapısından geçerek TC tankları Güney Kürdistan’ın Haftanin vb. alanlarını güneyden de kuşattılar. Güney’den KDP ve YNK peşmergeleri saldırdılar. Belli üs sahaları oluşmuştu. Xınere-Xakurke karargahı; Zap-Avaşin karargahı ve bir de Haftanin karargahı; bunlar gerillanın karargahları oluyordu. Bu karargahları ezmek PKK’nin kuzey-güney hattındaki üs bölgelerini yok etmek üzere bu saldırı geliştirildi. Saldırının amacı buydu. PKK’nin askeri gücünün kırılması ve özel olarak da Xakurke-Zap ve Haftanin üs bölgelerinin tasfiye edilmesiydi.
HAFTANİN’DE HAFTALARCA SÜREN BİR DİRENİŞ OLDU
Bunun için de bu alanlardaki gerilla güçleri kuşatıp ezmeye çalıştılar. Önemli bir direniş oldu. Haftanin’de haftalarca süren kahramanca bir direniş yürütüldü. Zap’ta da güçler direndiler. Xakurke’de de başlangıçta önemli bir direniş sürdü. Fakat daha sonra arkadan Türk ordusuyla birlikte peşmerge gücünün gerilla karargahlarını kuşatma durumu gelişince -şimdi de güncel olarak ortaya çıkartıyorlar- Ferhat denen kişinin oportünist teslimiyetçi eğilimi gelişti. Bu alanlardan çekilmeyi kabul eden bir anlaşma imzaladı.
Xakurke’deki güçlerin önemli bir bölümünü bu temelde Zele sahasına çekti. Haftanin de birkaç tabur gönderdi. Aslında Haftanin geri kalan gücü ile Botan’a geri çekilme yaptı. Zap-Avaşin güçleri Zağros tarafına çekilme yaptılar. Xakurke güçlerinin bir bölümü de Şemdinli sınırına çekildiler, ama bir bölümü Ferhat’ın teslimiyetçi çizgisi sonucunda Zele alanına çekildiler.
YNK’nin örgütlediği bir kamptı, KDP-YNK anlaşması temelinde PKK gerillası denetim altında yarı tutuklu gibi tutulacaktı. Kuzey ve Güney Kürdistan’ı birleştiren o büyük stratejik dağlık alanda gerilla etkinliği yok edilecekti. Belli bir geri çekilmeyi yarattılar. Üs bölgelerini zayıflattılar, fakat birkaç ay sonra gerilla tekrar aynı sahalarda yoğunlaştı, kaybettiği etkinlikleri yeniden bu sahalarda geliştirmeye yöneldi.
1995 yılında Dublin’de yapılan zirvede Türkiye’nin gözetiminde Güney Kürdistan’a yeni bir biçim verildi. Dublin toplantısından sonra Barzani, Türk ordusunu resmen Güney’e davet etti. Dublin ve ardından Washington’da yapılan zirveler var. O sürecin temel özelliği neydi?
Bu süreç tarihsel bir süreçtir. Gelişimini temel halkalar çerçevesinde iyi anlamak gerekiyor. Aslında 1992’de birliği ABD öncülüğündeki dış güçler sağlattılar. Yoksa KDP ile YNK 75’ten itibaren ve daha öncesindeki iç çelişki ve çatışmalardan dolayı birbiriyle ilişkiye yaklaşmıyorlardı, kavgalıydılar. 91 yılına kadar da bu kavgalı olma durumu sürdü. 91’de Saddam Hüseyin’in Kürdistan üzerindeki etkinliği kırıldıktan sonra KDP ve YNK güçleri yeniden Güney Kürdistan’a getirilince uluslararası güçler daha çok da ABD birbiriyle çatışma değil ilişki ve ittifakı önlerine şart olarak koydu. “PKK’ye karşı çıkacaksınız, siz birlik olacaksınız” dedi.
Sonuçta Hewlêr merkezli ortak bir meclis ve hükümet kuruldu. Hükümette YNK etkindi. Başbakanlık YNK’nin elindeydi. Bölge Başkanlığı daha sonra da resmileşti, KDP etkinliğindeydi, ama güç ve alan hakimiyeti bakımından YNK daha çok etkiliydi. Hükümetin merkezi Hewlêr’di. Doğal olarak Sorani toplumuna dayanıyor olmasından dolayı Süleymaniye’de YNK etkinliği vardı. KDP sadece Duhok ve çevresinde etkinliğini sürdürüyordu, ama anlaşma yapmışlardı, birlikte seçime giriyorlardı. Yüz kişilik parlamento belirlemişlerdi, 50 KDP, 50 YNK aday gösteriyor ve onlar kazanıyorlardı. Böyle eşit temsil sürdürüyorlardı.
Bu birliktelik 1994 baharında bozuldu. Tam nasıl bozuldu bunu bilemiyorum, ama Hewlêr’deki hükümet dağıldı, KDP-YNK ittifakı parçalandı, birbiriyle çatışmaya girdiler ve sonuçta ortak hükümet dağıldı, her parti kendi hükümetini kurdu. KDP çekildi Duhok’ta yeni bir hükümet olarak KDP hükümetini kurdu. YNK’de Hewlêr’de kendi hükümetini kurdu. Hewlêr YNK’nin elinde kaldı. Böylece YNK, Hewlêr ve Süleymaniye’ye; KDP ise Duhok’a hakim olmuştu. Belli bir dönem aralarında sert çatışmalar da oldu. Sonra bazı çevreler araya girdiler, çatışmalı durumu ortadan kaldırdılar, ama iki gücün birbiriyle çelişkili durumu, gerginlik hali ortadan kalkmadı. Bir de ikiye parçalanma devam etti.
1995 YILINDA 2. GÜNEY SAVAŞI BAŞLADI
Bu durum 96 yılına kadar böyle geldi. 94’de böyle bir parçalanma olunca her iki gücün de Güney Kürdistan üzerindeki etkinliği zayıfladı. Bunun üzerine ABD ve TC devreye girdiler, “siz parçalanarak kendinizi ve etkinliğinizi zayıflatıyorsunuz bu zayıflanmadan da PKK faydalanıyor, onun için yeniden birleşeceksiniz PKK’ye karşı savaşacaksınız” dayatmasında bulundular. Yani bu parçalılık TC’ye ve ABD’ye zarar verdi, onlar istemediler ve yeniden birleştirmek üzere 1995 yazında İrlanda’nın başkenti Dublin’de KDP ve YNK arasında görüşme başlattılar. Görüşmeyi düzenleyen ABD ve TC’ydi. Görüşmeye katılan da KDP ve YNK heyetleriydi. Temel tartışılan konu da KDP ve YNK’nin iki parçalı olmasının giderilip bir araya getirilip PKK’ye karşı birlikte savaşır kılınmalarıydı.
Bu temelde Önder Apo, KDP ve YNK yönetimlerini uyardı. “Biz sizin birlik olmanıza karşı değiliz, ama PKK’ye karşı birlik olmanıza karşıyız. Eğer PKK’ye karşı savaşmak için ABD ve TC desteğinde bir araya gelirseniz bu ihanet olur, biz bundan hesap sorarız. Böyle bir ilişki ittifaktan vazgeçin, gelin PKK ile ittifak kurun, birlik olmak istiyorsanız PKK destek versin. TC’nin denetimi ve ilişki içerisinde değil, PKK ile ilişki içerisinde birliğinizi kurun, bu bütün Kürdistan’ın ulusal demokratik birliğine götürsün. Biz buna razıyız” dedi. Fakat bunu çok fazla dikkate almadılar.
Dikkate almayıp görüşmeleri sürdürünce 95 güzünde “İkinci Güney Savaşı” dediğimiz PKK-KDP çatışmasına götürdü. Zaten 92’de TC ile birleşmiş PKK’ye karşı arkadan hançerleyici saldırı yapmışlardı, suç işlemişlerdi. Onun da hesabının sorulması gerekiyordu. Fakat Dublin komplosunun bozulması lazımdı. Önder Apo “bu PKK’ye karşı bir komplo hareketidir” dedi ve bozulması için uyarılarda bulundu. TC ile ilişki içerisinde PKK’ye karşı birlik olma görüşmelerinden vazgeçmeyince PKK’ye karşı komplonun bozulması için yeni bir savaş gündeme geldi. Nitekim bozuldu da. 1995 güzündeki PKK-KDP savaşı sonucunda Dublin görüşmeleri durdu, taraflar görüşmelerden çekildiler. Herhangi bir sonuç ortaya çıkmadı. Önder Apo bunu önemli gördü, zaten savaşı durdurup ateşkes ilan etti.
YNK GERİ ÇEKİLİNCE KDP HEWLÊR’İ ELE GEÇİRDİ
1996 yılında böyle bir durum sürdü. Taraflar birlik olmaktan vazgeçtikleri gibi, 96 yazında KDP yönetimi Saddam Hüseyin devlet yönetimiyle anlaşarak Hewlêr’e Saddam tanklarının yürütülmesinin kapısını açtı. Böyle bir söylenti çıkardılar. Bunun üzerine YNK yönetimi Hewlêr’i bırakıp Süleymaniye’ye kaçtı. Süleymaniye’yi de bıraktı Doğu Kürdistan’a kaçtı. KDP güçleri bu durumda hızla Hewlêr’i ele geçirdiler. Gittiler Süleymaniye’yi ele geçirdiler. Sonra dış güçler araya girdi KDP’nin Süleymaniye’den geri çekilmesini sağlattılar. YNK tekrar Rojhilat’tan Süleymaniye’ye geçti ve Süleymaniye YNK’nin elinde kaldı, ama KDP Hewlêr’i vermedi. Bu sefer Hewlêr ve Duhok KDP’nin elinde kaldı. Yeniden her iki güç kendi yönetimini kurdu. Bu sefer YNK Süleymaniye’de hükümetini kurdu; KDP kendi yönetimini Hewlêr’de kurdu. Güç dengeleri değişmiş oldu.
Bir taraftan bu olurken diğer taraftan PKK ile iyi ilişkiler vardı, dayanışma içerisinde olunuyordu, sözde 1996 yılı boyunca ortak hareket ediliyordu ve bu sürecek sanıyorduk. Ama bir de 97 baharında gördük ki, bir yandan Saddam ile anlaşıp YNK’yi Hewlêr’den kovarken diğer yandan da KDP, TC ile anlaşıp PKK’ye karşı yeni bir ezme operasyonunun hazırlığına girişmiş. Bunu nerede gördük: 14 Mayıs 1997 Zap saldırısında gördük. TC güçleri Zap’ı ele geçirmek, ARGK anakarargahını ezmek üzere saldırı başlattığında bir baktık ki, KDP’de Güneyden bu saldırıya destek veriyor, bu operasyonu birlikte yürütüyorlar. Dublin’de komplo bozulmuştu ama 96’da gizliden gizliye ilişki ve ittifak kurmuşlar.
Buna karşı gerillanın bir direnişi oldu. TC saldırıp Zap’a girdi. KDP Hewlêr katliamını yaptı. Onlarca PKK kadrosu ve sempatizanını katletti, şehit düşürdü. Sonuçta biliniyor, operasyonu yürüten komutayı gerillanın füzelerle vurması sonucunda TC güçleri Mayıs sonunda geri çekildiler. PKK Behdinan’da önemli bir gelişme ve genişleme kaydetti. Bunun üzerine KDP, TC ile daha da ileri ilişkiler kurarak 97 Ekim başından itibaren yeni bir saldırı başlattı. Bu saldırı için daha çok hazırlık yapmışlardı, Güney Kürdistan’ın bütününü TC güçlerine açmışlardı. Nitekim her yeri Türk uçakları vurdu. Türk tankları Diyana, Qasrê, Sideka, Hacıümran’a kadar bütün Behdinan’a girdi. KDP’nin elindeki bütün toprakları tanklarıyla uçaklarıyla TC ordusu savundu. Bu temelde birlikte PKK’yi ezip buralarda yeniden KDP hakimiyetini güçlendirmek istediler. Bu savaş 1 Eylül 1998 yılı boyunca da devam etti.
1997 YILINDA ABD’DE KOMPLONUN DÜĞMESİNE BASILDI
97 savaşında bir dönem PKK, YNK ile de ittifak yaptı. Böyle olunca ABD yeniden devreye girdi bu parçalılığı yok etmek istedi. Daha çok da aslında uluslararası komplo dediğimiz saldırı planlaması çerçevesinde KDP-YNK karşıtlığını yok ederek onları yeniden birleştirmek üzere bir ilişki-ittifak çalışması içerisine girdi. Nitekim PKK’ye dönük komplonun uygulanması olarak 1 Eylül’de PKK ateşkese çekildi. Güya Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştireceğiz diye, Önder Apo 1 Eylül 1998 ateşkesini ilan ettikten hemen sonra 17 Eylül’de ABD yönetimi Mesut Barzani ve Celal Talabani’yi Washington’a götürdü ve ABD denetiminde görüşme yaptılar.
Yeniden bir birlik anlaşması imzalattılar ve iki güç tıpkı 92’de olduğu gibi anlaşmanın PKK karşıtı olduğunu, PKK’nin derhal Güney Kürdistan’dan güçlerini çekmesi gerektiğini, ABD dışişleri bakanlığının nezaretinde ilan ettiler. Aslında uluslararası komplonun düğmesine basmış oldular. Nitekim ABD yönetimi bu karara dayanak 9 Ekim 1998’den itibaren Önder Apo’ya dönük uluslararası komplo saldırısını başlattı. Bu 15 Şubat 1999’a kadar bu biçimde devam etti.
17 Eylül 1998 Washington anlaşması tıpkı 92’de oluşturulan yönetim birliğinin bir benzeri oldu. PKK her zaman şunu söyledi: “Bir olup yönetim olmanıza karşı değiliz ama bunu PKK’ye karşı, PKK’yi ezmek ve geriletmek için yapmanıza karşıyız. Böyle yaparsanız bu bir PKK’ye karşı savaş anlamına gelir, PKK’de kendisini savunmak durumunda kalır.” Nitekim daha sonraki süreçte böyle bir çatışmalı durum yaşandı.
KDP’nin Hareketinizin üyelerine karşı saldırıları da oldu. KDP, Hewlêr ve Avaşin’de hasta ve yaralılarınıza karşı katliam gerçekleştirdi. Bu katliamlar nasıl gelişti, yine bu saldırılarla neyi amaçladı, Hareketinize karşı neden bu kadar düşmanlık yapıyor?
Avaşin ve Hewlêr katliamları 1997 sürecinde yaşanan katliamlardır. 14 Mayıs 1997’de TC-KDP ittifakı PKK Anakarargahını ezip tasfiye etmek üzere ortak bir saldırı başlattılar. Karargâh Zap’taydı. Kuzey’den ve Güney’den Zap’ı kuşatıp ele geçirmek istediler. Türk ordusu bu temelde saldırıya girdi. KDP peşmergeleri de Güney’den destek verdi. Böyle bir çatışma içerisinde 16-17 Mayıs günlerinde Hewlêr ve Xakurke hattında birçok gücü tutukladılar ya da Hewlêr’de tedavi gören güçler üzerinde katliam uyguladılar.
Hewlêr katliamı böyle bir saldırı içerisinde oldu. Denebilir ki, ‘savaş vardı da oldu!’ hayır, savaş yoktu. 14 Mayıs 1997’e kadar PKK ile KDP’nin ittifakı vardı. 3 Aralık 1995’te Önder Apo ateşkes çağrısı yaptı, KDP ile ittifak yapmak üzere ilişki kurma çalışmalarını başlattı. PKK ve KDP heyetleri 95-96 kışı boyunca Hewlêr’de bir dizi görüşmeler yaptılar ve sonuçta bir anlaşmaya vardılar. Yeni bir protokol imzalandı. Sadece 82-83’te protokole dayalı bir PKK-KDP ittifakı olmadı. Bir de 95-96 kışında da oldu. Savaştan sonra iki heyet biçiminde görüşmeler sürdü ve bir protokolle belli ilkelere dayalı pratikte nasıl hareket edileceğini belirleyen bir anlaşmaya gidildi.
1996 yılı boyunca PKK bu anlaşmanın gereklerine uydu ve KDP’yi dost ve müttefik biliyordu, öyle de davranıyordu. Birçok söylenti olsa da ilişki ve ittifakımız var dolayısıyla bunlar olmaz düşüncesindeydi. TC 14 Mayıs 1997 sabahı yoğun bir ateş gücüyle operasyona başlayınca KDP bunun içinde mi değil mi, PKK yönetimi bunu anlamakta zorlandı. Ancak daha sonra gördü ki, KDP’de bunun bir parçası, güneyden kuşatıyor TC saldırısının bir ayağı oluyor. Gerilla o zaman iki gücü birden hedefledi. Buna karşı KDP’nin saldırısı Hewlêr katliamı oldu. TC ile birlikte PKK’ye karşı başlattıkları saldırı içerisinde böyle vahşi bir katliam yaptılar. Hewlêr katliamının izahı yoktur. Savunulacak hiçbir şeyi yoktur.
KDP HEWLÊR’DE TEDAVİ OLAN GERİLLALARI KATLETTİ
İki örgüt savaşabilir, düşmanlıkta yapabilir, insanlarını da tutuklayabilir, nitekim 95 güzündeki savaşta 150 peşmergeyi PKK tutuklamıştı. Hapiste tuttu ve daha sonra anlaşma olunca serbest bıraktı. Bir tanesine bile olumsuz davranmadı, ölümle cezalandırmadı. Hepsini sağlam olarak teslim etti. Savaşta çatışma içerisinde vurulur, bu ayrı bir meseledir. Ama Hewlêr katliamı gerçekten de vahşi bir katliamdı. Çoğu yaralı ve hasta arkadaşlardı, tedavi görmek üzere Hewlêr’de bulunan gerillalardı ve tedavi için Hewlêr’de olmaları da söz konusu ittifak nedeniyleydi. Zorla gitmemişlerdi, KDP’nin bilgisi ve izni dahilinde gitmişlerdi, tedavi oluyorlardı. Onu hala KDP yönetiminin izah etmesi gerekiyor. Şimdiye kadar hep geçiştirmeye çalıştı, çalışıyor. Ama bir biçimde izah etmelidir.
Avaşin’deki olay Ekim’den sonraki operasyon temelinde 97’nin güzünde oldu. O zaman da TC ve KDP ortak saldırı yaptılar. Bütün KDP denetimindeki sahalar Türk ordusunun hareketine açılmıştı. Fakat Avaşin’e bilebildiğim kadarıyla daha çok Türk ordusu girdi. Avaşin hastanesindeki katliamları Türk ordusu yaptı. KDP’liler de içinde yol gösterici olarak kısmen vardırlar, Barzan üzerinden Miros hattından buna destek verdiler Türk ordusuyla birlikte girdiler, kılavuzluk yaptılar. Avaşin’in derinliklerine Türk ordusu giremezdi. Ama Hewlêr’dekini kendileri yaptılar ve orada da yaralı olan tedavi gören insanlar vardı. İkinci kez bu sefer 97 yılının ekim ayında öyle bir katliamı yaptılar.
Savaşta öfke olabilir, kin olabilir, saldırganlık olabilir, ama savaşın da bir hukuku var, “savaş esiri” diye bir tanım da var. Savaşan güçler savaşırken birbirlerini yok ettikleri gibi esir aldıklarını da korumakla mükellefler, KDP’de öyle bir statü tanıyabilirdi, ama öyle yapmadı. Hastanede olanları, hasta olanları kendi izni dahilinde olanları elinde silah olmayan, savaşamayan konumda bulunanlar üzerinde katliam uyguladı, TC katliamına da katıldı. Hewlêr’de kendisi katliam uyguladı, Avaşin’de de TC katliamına katıldı. TC’de böyle katliam yapan bir güç oldu.
BU KADAR DÜŞMANLIK NİYE?
TC’nin düşmanlığı anlaşılırdır, fakat KDP’nin böyle bir düşmanlık durumu izaha muhtaçtır. Bunu kendileri izah etmeliler. Düşmanlıktan öte bir durumdur. Düşmanlar savaşırlar ama anlaşma da yaparlar, yeri gelir barışırlar da esir aldıklarına karşı bir hukukları vardır, uyarlar. Ama KDP öyle bir duruma bile uymadı. Öyle ki, bir nefret yaklaşımı söz konusu oluyor, bu gözüküyor. Niye böyle bir nefret içerisindeler? Bunu kendileri izah etmeliler.
Kürt toplumunda böyle bir nefret yok, ama biliniyor aşiret kavgalarından oluşan bir anlayış var, yanlış bilinçlendirilirlerse bu tür uygulamalara insanlar sevk edilebiliyor. Ama bunları yaptıranlar peşmergenin kendisi olmadı, bütün bunlar yönetim kararıyla oldu. Yönetim de açığa çıkıyor ki, TC devletinde nasıl bir Kürt düşmanlığı karşıtlığı varsa KDP yönetimi de en azından zaman zaman öyle bir düşmanlığa ortak olan, katılan bir durumu yaşadı. Bunu pratik saldırılar ortaya çıkardı.
Her zaman düşman oldular, hiç ilişki-ittifak olmadı demek doğru değil, biz ilişki-ittifaklar da kurduk, bundan her iki partide yararlandı, bütün Kürtler yararlandı, ama savaşlar da yaşadık, iç çatışmaydı. Belli bir kural dahilinde yürütülenler de oldu. Öyle de olsa zarar verici oldu, ama söz konusu katliamlar her türlü savaş kuralını da hukukunu da yerle bir eden uygulamalar oldu. Bu kadar öfke, tepki, düşmanlık niye? Bunun izahını KDP yönetimi yapmalı. Düşmanlıktan öte bir saldırganlık niye? Bunun izahını yapmak kendilerine düşüyor.
Daha sonra uluslararası komplo süreci başlıyor. KDP’nin komplodaki rolünü tam olarak neydi?
KDP’nin rolü komploda olumsuzdur. Bunu net ifade etmek lazım. Uluslararası komplonun yaşandığı süreçte KDP, PKK’ye karşı savaş halindeydi. 15 Mayıs 1997 TC-KDP saldırısıyla başlayan süreci KDP devam ettiriyordu. 1 Eylül 1998’de Önder Apo ateşkes ilan etti, sözde TC güçleri ateşkese uyacaklarını söylediler, ama KDP buna uymadı. 99 baharına kadar birçok alanda saldırı konumunda oldu. Dolayısıyla gerillaya bu saldırılar zarar verdi. Diğer yandan uluslararası komplonun düğmesine KDP-YNK arasında ABD Dışişleri Bakanlığı öncülüğünde gerçekleştirilen Washington anlaşması bastı. ABD, KDP ve YNK’ye karar verdirterek onların onayını alarak PKK’ye karşı saldırıyı başlattılar.
Bu bakımdan uluslararası komploda en çok kullanılan güçler bunlar oldular. ABD yönetimi başka güçleri de kullandı. Komployu ABD-İsrail-İngiltere ittifakı hazırladı. Uygulamasını ABD yaptı. ABD yönetimi birçok gücü kullandı. Ama komploda ilk başta ve en çok kullandığı güç KDP ve YNK oldu. Bunu böyle bilmemiz lazım. Dolayısıyla KDP ve YNK’nin 17 Eylül 1998 Washington anlaşmasını terk etmeleri gerekiyor. Daha sonraki dönemlerde her iki güçte açıklamalar yaptılar. Fakat zaman zaman tekrar oraya döndüklerini görüyoruz. “PKK’yi terör örgütü görmüyoruz” dediler. Bu önemli bir gelişmeydi. Fakat KDP şimdi de terör örgütü muamelesi yapıyor, ama buna rağmen aynı anlayış ve politikanın uygulanmasını sürdürüyor. Bu da somut ve açık bir gerçektir.
Diğer yandan pratik olarak da KDP uluslararası komplo sürecinde ABD’nin Önder Apo’ya yönelttiği saldırılara her aşamada destek verdi. ABD’ye birçok dosya sundular. Önder Apo’nun gittiği devletlere, Rusya’ya, İtalya’ya, TC’nin, ABD’nin istediği bir biçimde PKK’yi karalayan ve kötüleyen, suçlu gösteren uydurma birçok bilgi ve belge sundular. KDP, ABD takibinin bir parçası oldu, komplo sürecindeki rolü olumsuzdur. Tamamen ABD’nin yanındaydı ve Önder Apo’ya yöneltilen saldırı içerisindeydi. Pratik olarak bu saldırıları yaptılar da birçok dosya sundular, görüşmelere katıldılar, hatta Mesut Barzani’nin Roma’ya kadar gidip görüşmeler yaptığı bile söylendi.
Birçok kez ulusal birlik ve Ulusal Kongre çağrısı yapmanıza rağmen KDP’nin ısrarla bundan kaçınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Komplodan sonra gelişen süreç biraz farklı oldu. KDP hareketimize karşı biraz daha ihtiyatlı ve dikkatli bir yaklaşım gösterdi. YNK biraz daha aç gözlülük etti. El altından herhalde TC’yle de ilişkilenerek daha çok da İran ile ittifak yaparak 2000 yılında PKK’yi denetim altına almayı hedefleyen bir operasyona girdi. Bunun sonucunu 2000 yılı Eylül-Aralık’ındaki PKK-YNK savaşı oldu. Bu biliniyor. Bu süreçte KDP biraz daha dikkatli ve ihtiyatlı yaklaştı. Kendi örgütlenmesini geliştirmeye, pekiştirmeye, etkinliğini arttırmaya, PKK ile açıktan çelişki ve çatışmaya girmeden gerillanın elindeki birçok alanı adım adım kendi denetimine alıp gerillayı daraltmaya çalıştı.
Özellikle bunu daha çok Behdinan hattında pratikleştirdi. Ama bu süreçte politik olarak da belli bir ilişki diyalog sürdü. Öyle çok uzak ya da kopuk olunmadı. Diyaloglar, görüşmeler vardı. Zaman zaman KDP yönetiminden açıklamalar geldi. “Bir daha asla kardeş kavgasına, iç çatışmaya meydan vermeyeceğiz” dedi. Özellikle KDP Genel Başkanı Mesut Barzani’nin bu yönlü kamuoyuna defalarca güvence veren açıklaması yaşandı. Bunlar hep olumlu birer durum ve yaklaşım oldular. 2006 yazında arabulucu olma arayışına da girdi. KDP yönetimi ABD ile nitekim 1 Ekim 2006 ateşkesinde de bir rolleri oldu. Arabuluculuk yapacaklar, demokratik siyasi çözümün gelişmesine güç destek vermeye çalışacaklardı. Böyle süreçler yaşadık.
Bu dönemlerde ulusal kongre yapılması için çeşitli görüşmeler, çağrılar oldu. Zaman zaman görüşmeler de oldu, fakat çok ileri düzeye gitmedi. Özellikle 2008’de gördük ki KDP, ABD ile ittifak halinde ulusal kongre çalışmalarını PKK’yi denetim altına alma amacıyla yürütüyor. Özellikle PKK’nin silahlı direnişini bu temelde kırmak istiyor. Bunlara karşı duruldu, Zap direnişi bütün bu planları ve oyunları bozdu. Türk ordusunun Zap’taki yenilgisi, ABD öncülüğündeki planlamada KDP’nin üzerine düşenin de yapılmasını engelledi. Ulusal kongreyi KDP toplayıp PKK’yi denetleyecekti.
KDP, YNK’Yİ ETKİLEYİP UZAK DURMAYA ZORLADI
Daha sonraki süreçlerde de aslında 2013 süreçlerinde bu çağrılar düzeyinde kalmadı, görüşmelere gitti, hazırlık komitesi oluşturuldu. Aslında bir tür ulusal kongre toplandı. Adına “Hazırlık Komitesi” de dense ilk belli çalışmalar yaptı, kurumlaşması gerekiyordu, karşılıklı heyetlerin görüşmeleri oldu. Fakat birdenbire KDP bu işi savsattı, geri çekildi. Bunda dış güçlerin rolü var. Başta ABD ve TC olmak üzere birçok bölgesel ve küresel gücün sorumluluğu var. Onlar istediler, dayattılar ve KDP’ye bunu yaptırdılar. KDP de buna açık bir güçtür. 1985 yazında da TC zorlamasıyla böyle bir çatışmalı duruma girdi.
2010’dan sonraki ulusal kongre toplanma sürecinde de böyle bir dayatma sonucunda bu durum yaşamdı, gerçekleşti. Bu kesindir. Bu anlamda çok fazla dış güçlere angaje olduğu görülüyor. Ne kadar iradi gücü var, bu tartışma götürüyor. Dikkat edelim, başka güçlerin dayatması sonucunda karar alıyor, hareket ediyor. Kürt ulusal demokratik haklarını, çıkarlarını gözetemiyor. Hatta kendi çıkarına kendisi de karar vermiyor. Diğer güçler ne veriyorsa razı oluyor. Böyle olamaz.
KDP daha sonraki süreçte de bütün çağrıları olumsuz karşıladı. Geçen dönem Kürdistan Ulusal Kongresini toplamak için elverişli bir dönemdi. Bölgedeki çelişkili ve çatışmalı durum Kürtlerin önünü açmıştı, birlik olsalar ortak strateji temelinde hareket etselerdi Kürt sorununu çözebilirlerdi. Dört parça Kürdistan’ı da kurtarabilirlerdi. Durum şimdikinin çok çok ilerisinde kesinlikle olabilirdi. Fakat bundan en çok KDP uzak durdu. Kendisi uzak durunca YNK’yi de etkileyip uzak durmaya zorladı. Kendisine bağlı birçok örgütü de uzak tuttu. Böylece ulusal kongre çalışmalarını sabote etti.
KDP AİLECİ, AŞİRETÇİ PARTİ ÇIKARLARINI ÖNGÖRÜYOR
Buna yol açan etkenler açısından iki şeyi belirtebilirim: Birincisi, dış güçlerin zorlaması ve çıkarıdır. ABD istiyor, TC istiyor, İsrail istiyor ve başka güçlerin çıkarı neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ediyor. Bu anlamda KDP’nin özgür irade gösterme durumu zayıftır. Bunu herkes bilmelidir. Böyle olamaz. Diğer Kürt örgütleriyle ilişki-ittifaka girmedikçe iradesi daha da zayıf oluyor. Bunun giderilmesinin yolu demokratik yaklaşımdır. Diğer örgütlerle demokratik ilişkidir. Kürt demokrasisini geliştirmedir.
İkincisi; KDP, diğer örgütler gelişirse kendisinin yok olacağını düşünüyor. Kendi varlığını diğer Kürt örgütlerinin yokluğu üzerine kuruyor. Bu da doğru bir zihniyet değildir. Demokratik bir anlayış da değildir. Sürekli başka güçlere karşı çelişkili ve çatışmalı olma durumunu ifade ediyor. Demokratik olmayan bir zihniyet buna yol açıyor. Halbuki bütün güçler gelişebilir, Kürtler bir ulusal demokratik mücadele yürütüyorlar, ulusal demokratik çizgiyi benimseyen bütün örgütler elbirliği edip mücadele etseler hepsi güçlenirler. Fakat burada görmüyor.
Zihniyeti çok dar, aileci-aşiretçi parti ve parça çıkarını öngörüyor. Ulusal ve demokratik değil, çok çıkarcıdır. Öyle ki aile-aşiret çıkarları her şeyin önünde tutuluyor. Parti, parça çıkarları yine önde tutuluyor. Geriye ulusal demokratik çıkarlar hiç kalmıyor ya da en zayıf duruma düşüyor. Onun için YNK ile çatışıyor, öbür örgütle çatışıyor, PKK ile çatışıyor diğer örgütlerle ilişkileri hep gergindir. Yanlış bir anlayış var. Halbuki ittifak halinde bütün örgütler gelişme kaydedebilirler.
YNK-PKK YOKLUĞU ÜZERİNDEN KDP VARLIĞI OLAMAZ
Mesela 1982 protokolü kesinlikle 83-84 sürecinde hem PKK’yi hem de KDP’yi geliştirdi. TC baskı yaptığında PKK-KDP ittifakı daha çok güçlendirilse ve o baskıya birlikte karşı durulsaydı şimdiye kadar Kuzey Kürdistan’da sorun çözülürdü, Güney Kürdistan’ın demokrasisi çok ileri düzeyde gelişirdi. Belki bütün Kürdistan birleşirdi de. Bu kesinlikle gerçekleşebilirdi, ama KDP öyle yapmadı. Hemen PKK’den koptu TC ile ittifak yapıp PKK’ye karşı saldırıya geçti. “PKK ile ilişki beni zayıflatıyor” dedi. Halbuki güçlendiriyordu.
TC ile ilişkide biraz aile-aşiret çıkarı elde ettiler, ama Kürtlük bir şey kazanmadı, tam tersine Kürt sorunu çözümsüz kaldı. Bu kadar acı yaşandı, kayıp yaşandı, bu kadar çatışmalı süreç yaşandı. Bütün bunların hepsi yanlışlar sonucunda oldu. Bunu böyle görmek ve bilmek lazım. Bunun için de KDP’nin zihniyet ve siyaset devrimine ihtiyacı var. Zihniyet değişimi gerekiyor. Demokratik olması lazım. Ulusal demokratik çizgiye girmesi gerekiyor. Siyaset değişimi gereklidir. Kürt örgütleriyle ittifak temelinde birlikte güçlenmeyi esas almalılar.
Kendi varlıklarını başkalarının yokluğu üzerine kurmamalılar. Onu faşist Türk uluslaşması yapıyor, Kürt yokluğu üzerinde Türk uluslaşmasına oluşturuyor. Şimdi YNK-PKK yokluğu üzerinde KDP varlığı olamaz. PKK de var olsun, KDP de var olsun, YNK de var olsun hepsi birden güçlensin, ulusal demokratik çizgide olsunlar, aralarında bir demokratik siyasi yarış olsun. Doğru anlayış ve doğru tutum budur. Biz parti olarak kesinlikle bunu doğru buluyoruz ve buna hem açığız hem de hazırız.