HABER MERKEZİ
Amed 5 No’lu zindanı, insanın tanık olmadığı, vahşet düşkünlüğünde en dip noktaya ulaşmış insan kılıklı zebanilerin cehenneme rahmet okutan işkencelerinin yaşandığı bir yer olarak insanlık tarihinde eşine az rastlayan Guantanamo ve Irak’ın Ebu Garip zindanlarına örnek teşkil edecekti.
Demirin ateş, örs, çekiç ve su ile dansından, çelik oluşur. İşkenceyle sınanarak mutlaka kırılmasının hedeflendiği bu cehennem ocağında insan iradesi ise kırılamazsa eğer, çelikten daha güçlü bir gelişmeyi ortaya çıkarır. Çıplak yürek ve irade gücüyle, dünyanın en gelişkin ve ‘bilimsel’ teknikleriyle donanmış faşizmi en muhkem kalesinde yenilgiye uğratır. Kendini küllerinden yaratma yeteneğine sahip olan insan iradesinin, düşkünlüğün en dip noktasında boğdurulmaya çalışıldığı zamanlarda insanlığın zirvesine tırmanabileceği gerçeği, zebanilerin yabancısı oldukları bir erdemdi.
Evet, devran dönmüş, tarihe düşülmesi gereken notlar düşmüş, söylenmesi gerekenler söylenmiş, hakikati yargılayanlar cellatlar ise sanık sandalyelerinde yargılanır konuma geçmişlerdi. Tarih konuşuyordu artık, hayat gerçek rengine kavuşmuş, hakikat doğru patikalarda yol almanın en derin halini yaşıyordu. Teslimiyete, ihanete, doğruyu ve adaleti zedeleyen vahşete karşı, hakikat üzerinde inşa edilen bir barikat gerçekliğine ulaşılmıştı. ‘Kendini tanı’ gerçekliğinde gizli olan doğru yol bulunmuştu. Mazlum’un ‘direniş zafere teslimiyet ihanete götürür’ belirlemesi temelinde hakikati kendilerinde yeniden yaratan Hayri, Kemal, Akif ve Ali, ‘ne arasan kendinde ara, ne bulacaksan kendinde bul’ gerçekliğinin en yalın halini sergilemişlerdi yaşamlarında. Eğer hakikat doğruya ulaşmaksa, eğer hakikat gerçekleri yaşatmaksa, eğer hakikat kendini bir başkasında yaşatmaksa, eğer hakikat paylaşmanın doruğunda olmaksa ve eğer hakikat var olmanın en derin halini yaşamaksa o zaman, yeni yaşam kervanı hakikate doğru koşuyorlardı. Onlar hakikatlerine koşmuşlardı hem de bir maraton koşusunda. Tüm insanlık için, gelecek mavi günler için koşuyorlardı. Özgürlüğün, hakikatin rengine bürünerek koşmuşlardı. Onlar özgürlüğün kendisi, hakikatin ifadesi olmuşlardı.
Evet, 37 yıl önce Amed zindanında yargılanan hakikatin izdüşümünde olan bugünlerde yine Amed zindanında bir kadın özgürlük savaşçısının sesi ile irkilmişti tüm dünya. Amed’in cellatlarının yargıladığı soğuk mahkeme duvarlarını alaşağı eden bir ses yükseliyordu. Saraların, Kemallerin, Hayrilerin, Akiflerin, Kızıl Yıldız Alilerin direniş bayrağını devir aldığını tüm dünyaya söylüyordu. Ve Mazlumların sofrasında, 4’lerin meşalesi ile tüm insanlığı hakikatin sofrasına çağırıyordu.
Bir direniş yayılıyordu Amed’den tam da 37 yıl sonra. Direnişin rengi, sesi aynıydı. Tüm sesleri bastırırcasına 12 Eylül faşizminin çocukları olan AKP-MHP faşizmine isyan diyordu. Sonra ardı ardına insanlığa çağrılan sesler yükseliyordu. Artık Amed’de yakılan özgürlük ateşi dalga dalga tüm dünyaya yayılıyordu.
Üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen özgürlük umutları yeşermeye devam ediyordu. Nasıl ki bundan 37 yıl önce Amed 5 No’lu zindanında Mazlumlardan Hayrilere, Kemallere, Akiflere, Alilere uzanan bir direniş yaşandıysa, geçen bu ömrün her yılında bu direniş Kürdistan dağlarında teslimiyete çağıran işgalci süngülerine karşı mitralyöz olarak geri döndü. Artık Kürdistan dağlarında özgürlüğün 7 renginde günler yaşanıyordu.
Bugünde Kemal, Hayri ve Mazlumlardan alınan bu direniş başta Kürdistan olmak üzere, bölgede ve tüm Ortadoğu’da umudun rengi olarak, Ortadoğu direniş kültürüne eklenen bir tarih yazılmaktadır. Her ne kadar yazılan bu tarihi kanla bastırmak isteyen AKP, MHP faşizmi Kürt ve Kürdistan’a imha ve işgal saldırıları düzenlemek istese de, her dönem kendi militanını, kendi devrimcisini, komutanını oluşturur gerçekliği ile tarih yazanlar faşizmi tarihin çöp sepetine atmak için direnişi büyütmektedir. Önder Apo üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit uygulamalarını protesto etmek için direniş tarihini tekerrür ettiren bu direnişçi kesimler, mücadeleleriyle tecridin kırılmasının kapısını aralamıştır. 8 yıldan fazladır avukatları ile görüştürülmeyen Önder Apo, Leyla Güven ve Nasır Yağız öncülüğünde gelişen ‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistan’ı Özgürleştirelim’ şiarı ile dönüşümsüz-süresiz açlık grevi eylemleri ile Kürdistan Özgürlük Mücadelesini Zafer Hamlesine evriltmiştir. Bu zaferin ilk meyveleri ise 31 Mart Yerel Seçimlerinden itibaren gelişen AKP-MHP faşizminin yenilgileri olmuştur. Siyasi anlamda yenilgi üzerine yenilgi yaşayan dönemin faşizm güruhu, diplomasi trafiğine hep kırmızıya takıldığından dolayı ömrünü uzatmak için Kürdistan’ı işgal etme operasyonlarını hızlandırmıştır.
Rojava Kürdistan’ın Efrîn kentinden Fırat’ın Doğusu’na da operasyon nidaları atan bu ceberut kesim, Başurê Kürdistan’ın Bradost bölgesine ve Behdinan alanına yönelik tüm teknik, İHA, SİHA ve savaş uçakları ile birlikte bir taarruz harekatına dönüştürmüştür. Bir nevi beka sorunu yaşayan bu faşizm, yenilgisini işgal operasyonları planlamaları üzerinden ömrünü uzatmak istemektedir. Ancak masada alınan planların gerçek sahada etkisinin aşikar olduğu bu dönemde, askeri yenilgisini de yaşayacaktır. Çünkü her gün gelişen gerilla eylemleri karşısında şaşkına dönen Türk askerinin psikolojisinin ne hale geldiğini takip etmekteyiz. Yaşanan ise masada alınan planların gerçek sahada geçerliliğinin olmadığını ve gerillanın asker üzerinde büyük bir galibiyeti yaşandığıdır.
Artık son rövanşlarını oynayan AKP-MHP faşizmi baş aşağı gitmeye başladı. Kürdistan başta olmak üzere tüm Türkiye’de uyguladığı faşist politikaları, Rojava, Suriye, Irak ve bölgede uyguladığı dış politikaları gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır. Ne içeride ne de dışarıda bir taraftar bulamayan Erdoğan-Bahçeli faşizmi birbirine sarılmış bir vaziyette sonlarını beklemektedirler. Bu son çok yakındır. Bu son direnişle gerçekleşecektir. Kürdistan ve dağlarında yakılan direniş ateşinin büyütülmesi ile gerçekleşecektir. Türkiye’de yaşanacak direnişlerle, Gezi eylemleri ile yaşanacaktır. Bunun için bugün erken denmemeli ve biran önce harekete geçilmelidir. Yoksa yarın geç olabilir. Bu kadar sonuna yaklaştığımız faşizmin son kalıntılarını da atabilelim.
Nasıl ki 37 yıl önce Amed 5 No’lu zindanında iradeleri dışında başka bir şeyleri olmadan direnen bir gurup devrimcinin yaktıkları direniş ateşini bugün o kadar elimizde imkan ve büyük halk kitleleri ile gürleştirebiliriz. Bunun için her yeri bir direniş meydanına çevirelim ve bugünden başlayalım…
Yeni Özgür POLİTİKA/Fırat DİCLE