HABER MERKEZİ
Kendi ortamlarımızda neredeyse otuz yıldır toplumsal cinsiyetçilik ve özgürleşme bağlamında inanılmaz denebilecek düzeyde mücadeleler yürütüldü, bunun için bedeller ödendi. Önemli mesafeler katedildi, kadın iradesi ve temsiliyeti anlamında saygın bir düzey yakalandı. Başta kadınlar olmak üzere toplumun bütün kesimleriyle yıllara yayılan tartışmalar, kampanyalar, mücadeleler yürütüldü. Kadın özürlük sorunları tüm topluma mal edildi. Şu veya bu şekilde bütün toplum bu tartışmaya bir biçimde katılım gösterdi. İster sokakta, ister aile içinde, isterse de aktif siyaset içinde bulunan farklı kesimler kadın mücadelesini tanıdı ve bu konudaki hassasiyetin farkına vardı. Bu durum elbetteki bütün kadınların mücadelesiyle başarıldı.
Ancak özgürlük ve özgürleşme sorunu halen can alıcılığını korumaktadır. Burada kesin olan bir şey vardır ki o da gelişmişlik düzeyinin kadınlarca belirlendiği gerçeğidir. Bir ortamda özgürlükler anlamında gelişmişlik varsa, çıtayı kadın mücadelesi belirliyor. Ama bir ortamda gericilik, geleneksellik, muhafazakarlık, kadını hiçe sayan yaklaşımlar hakimse, orada zayıflık ve mücadeledeki yetmezlikler vardır. Bu anlamda bir şeyler değişiyorsa mücadele vardır, bir şeyler değişmemekte ısrar ediyorsa mücadelesizlik hakimdir.
Yani başta kadınlar olmak üzere, erkeklerdeki düzeyde bir çeşit tersten yansımamız olmaktadır. Bu konuda kendini toplumsal özgürlüklerden koparan, erkeğin içinde bulunduğu durumdan ayrı ele alan, “ben benden sorumluyum” diye başlayan birçok bakış açısı da bulunmaktadır.
Özgürlük sorunumuz ve erkeğin dönüşümü
Özellikle kadınların günümüzde en fazla tartıştığı ve belki de en fazla handikaplarımızın olduğu konu özgürlükler alanıdır. Farklı ele alış ve bakış açılarının olduğu özgürlük tartışması önemli olmakla birlikte, kendi içinde birçok yanılgılı ele alışı da barındırmaktadır. Mesela “ben neden başkasının özgürlüğünden sorumlu olayım ki” diye refleks gösteren ve bireysel özgürlüğü önemseyen, kendini topluma karşı sorumlu görmeyen, “toplumdan bana ne” diyen anlayış kendini toplumsal özgürlükler dışında ele almakta, özgürlük sorununa daha “modernist” ve bireyci bir tarzda yaklaşabilmektedir. Aynı anlayış “neden erkeği ben özgürleştirmek zorundayım ki, erkek mücadele ederek kendini özgürleştirsin” diyebilmektedir.
Başta kulağa hoş gibi gelen bu yaklaşımın, kadın-erkek özgürlük diyalektiğini yeterince ortaya koymadığı açıktır. Çünkü ataerkil sistem tarafından zaten egemen ve sistemin tüm avantajlarından faydalanan erkek, dayatılmadığı ve mücadele edilmediği müddetçe halinden ve statüsünden memnundur ve vazgeçmeyecektir. Sistemle kendi arasında ciddi bir çelişki görmeyen erkeğin, değişim ihtiyacını kendiliğinden duyabileceğini ve bunun mücadelesini yürüteceğini beklemek safdilliktir. Erkek dün olduğu gibi bugün de durup dururken değişmeyecektir. Bu anlamda “erkekten bana ne” demek mücadelesizliğin ya da kadın dayattıkça erkeğin değişim ihtiyacı duyacağı diyalektiğini göz ardı etmektir. Burada aile içinden başlamak üzere, iş hayatından tutalım mücadele alanlarımızın hepsinde değişim kesinlikle kadınların itirazları, çelişkileri, özgürleşme umut ve çabaları üzerinden gerçekleşmektedir.
Özgürlüğün toplumsallığı
Özgürlük, birey ve toplum arasında sağlanacak uyumlu bütünlük ve kolektif bilinçle sağlanabilir. “Ben özgürüm ama toplum geridir” demek de özgürlükler sorununa parçalı yaklaşımı getirebilmektedir. Bireysel özgürlük toplumsal özgürlükten geçer. Burada savunulan özgürlük ne batı merkezli bireyi aşırı yüceltip toplumu hiçleştiren, ne de Ortadoğu’daki diğer uç olan toplumu yüceltip bireyi hiçleştiren bir özgürlük anlayışı olabilir. Bireyin özgürlüğünde toplumsallığı, toplumun özgürlüğünde bireyselliği görmek ve her ikisinde dengeyi yakalamak sağlıklı bir özgürlük anlayışı doğurabilir.
Unutmayalım ki itirazları ve farklı bir dünya arayışı olan bizleriz. Kadının gelişmişliğiyle erkeğin gelişmişliği veya toplumun yakaladığı düzey diyalektik bir bağ içindedir. Bu bir etki-tepki ilişkisidir. Dolayısıyla gelişim paraleldir.
Çarpık özgürlük anlayışları
Yine özgürlükler sorununa yanılgılı yaklaşımlarımızdan biri de kadın erkek ilişkilerini özgürlükler bağlamında ele alışta ortaya çıkmaktadır. Ağırlıklı olarak evli çiftlerin ürettikleri bir dil ya da zihniyet olmaktadır. Sıklıkla “yaşamımızda ne kadar özgürüz” eksenli yaptığımız tartışmalarda birçok kadın “eşim bana karışmıyor, istediğim zaman dışarı çıkabiliyorum” tarzında tanımlamalar yapmaktadır. Özellikle kadınlar arasında özgürlük tanımlamasının “eşim” üzerinden yapılması daha fazla irdelenmeyi gerektirmektedir. Kadınların bu konuda elbetteki kazanımlarını küçümsememekle birlikte, özgürlüğü eşinin verdiği “izinler” dahilinde ele alan yaklaşım sorunludur. Erkeğin kadının dışarı çıkmasına “izin” vermesini adeta bir lütufmuş gibi dile getirmenin kendisi problemlidir. Özgürlük sınırlarını yine “eş” belirlemektedir. “Bana karışmıyor” gibi cümlelerle başlayan her cümle, kadının mücadelesi sonucunda geldiği sınırlı bir düzeyi yansıtırken, diğer taraftan sahiplik, özne-nesne ilişkisini de tanımlamaktadır. Yani halen erkeğin merkezde olduğu bir yaşam tarzı ve yine erkek tarafından belirlenen sınırlar dahilinde özgürlük sorununu ele alan yaklaşımlarımız oldukça yaygındır. Burada kast edilen aile içi sorumluluklar, karşılıklı paylaşım ilişkisi değildir. Bunlar elbetteki olacaktır. Ancak hayatımızda katı sınırlar çizen, “şuraya gidebilirsin, ama şuraya gidemezsin” tarzında başlayan, sonrasında “eşim oraya gitmemi istemiyor” tarzında cümlelere dönüşen ilişkiler süreci kadının halen erkeklerin koyduğu sınırlar dahilinde kendini ve yaşam tarzını belirlediğini göstermektedir.
Özgürlük ve biçim ilişkisi
Özgürlük algısını muğlaklaştıran ya da sistemiçileştiren diğer bir yaklaşım da özgürlüğü kapitalist modernitenin ölçüleri temelinde ele almaktır. “Ben herşeyde serbestim” diye sıklıkla duyduğumuz söylemler modernitenin sınırlarına takılmakta, farklı bir savrulma biçimini de barındırmaktadır. Elbetteki “serbest” olmak güzeldir. Ancak serbestlik ölçüsüzlük, biçimsizlik değildir. Serbestliği “istediğim herşeyi yapıyorum” bağlamında ele alıp, sistemin sunduğu “ışıltılı dünyaya” koşmak da kendi başına sorunlu bir yaklaşımdır. Bu zihniyet özgürlüğü ya salt aşırı biçim üzerinden tanımlamakta, bir çeşit “rahat” giyinmeyi özgürlük ölçüsü olarak sunmakta, altı doldurulmamış bir sosyal anlayış olarak yaşanabilmektedir. Burada sorun kesinlikle insanların ne giyip giymediği değildir. İnsanlar elbetteki istedikleri gibi giyinebilirler. Burada eleştiri konusu olan özgürlük ölçüsünü salt biçimcilik üzerinden tanımlayıp bunu yeterli görme anlayışıdır. Özgürlük ilkesizlik değildir. Toplumsallık ve mücadelecilikle bağını kurduğumuz her olgu mutlaka özgürlüğe giden yolda bir adımdır. Mücadelecilik derken hayatın kendisi ve özü sürekli bir mücadeleciliktir. Gelişmenin, özgürleşmenin bir sınırı yoktur. Özgürlük bu anlamda arayışın, değişimin, sürekli üretmenin kendisidir.
Özgürlük ve estetik
Dolayısıyla özgürlüğe bakış açısında sorunlu olan bu zihniyetin arka planını gelenekselliğe tepki olarak ifade edilse de, özünde kendi kültürel değerlerinden bir çeşit kaçış vardır. Mesela geleneksel kadınlık ve erkeklik rolleri aşılması gereken ataerkil yapılanmalardır. Ancak kültür, bir toplumu toplum yapan tarihsel birikimi ve yaşayışıdır. Bazen gelenekselliği (toplumsal cinsiyetçilik bağlamında) aşıyoruz adına, kendi doğal toplumsal kültürünü reddederek, kapitalist kültürü bunun alternatifiymiş gibi sunmak en büyük handikaplardan birisidir. Egemen erkeklik ve köle kadın doğal değildir. Doğal toplumlara sonradan bulaştırılmış iktidar ve sömürü üzerinden şekillenen ve zamanla kültürmüş gibi benimsettirilmeye çalışılan olgulardır. Bu anlamda iktidar ve devlet eksenli bulaştırılan tüm olguları elbetteki reddetmek gerekiyor. Ancak bunu yaparken kendi kültürel değerlerini geri görmek, kapitalist ilişki biçimlerini ve liberal yaşam tarzlarını ileri görmek, kapitalist sistemin tuzağına düşmektir. Burada çözüm ne “geri-geleneksel yanları reddediyoruz” adına toplumsal kültürü ötekileştirmek ne de kapitalist modernist anlayışın sunduğu ilkesiz “özgürlük” anlayışlarıdır. Bu eğilimin kadın kurtuluş ideolojisi temelinde kendi özüyle daha sağlıklı buluşma ihtiyacı vardır. Arayışın kendini yeterince bulamadığı durumlarda bu tarz savrulmalar ya da bilinç çarpılmaları yaşanabilmektedir.
Elbetteki her özgürlük arayışı kendi biçimini, estetiğini mutlaka bulacaktır. Biçim ve estetik üzerine ille de şöyle ya böyle olsun yaklaşımına girmemekle birlikte mücadele eden, özgürlük arayışı olan her kadın kendi biçimine zaten ulaşacaktır. Bu anlamda özgürlük ve değişim mücadelesi aynı zamanda kendi özüyle birlikte biçim ve estetiğini de yaratma mücadelesidir.
Ne modernizm ne de muhafazakarlık
Yukarıda belirtilen kapitalist modernist yaşam tarzının diğer ucunu temsil eden muhafazakar-tutucu eğilim ise kadın özgürlüğünü “dinci-ahlakçı” bir kulvarda savunmakta, bunu da ulusal kültür diye sunabilmektedir. Dini referansla yaşayan, hatta farklı kulvarlarda mücadele eden kadınlara biraz da önyargılı olan, kaba bir “ahlakçılıkla” kadın özgürlüğünü eşitleyen zihniyet de madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Görece daha rahat olan kadına deyim yerindeyse burun ucuyla bakan, “yoldan çıkmış” algısı üzerinden muhafazakarlığı savunan eğilimlerin gücü de az değildir. “Benim gibi olursa ahlaklı, benim gibi olmazsa zaaflı” gibi kategorileri, farklılıklar karşısında demokratik olmayan ben-merkezci yaklaşımlar ya da ataerkil zihniyetin kadındaki yansıması olarak okumak gerekiyor. Bu anlamda kadın özgürlüğünün alternatifi ne liberalizm ne de muhafazakar eğilim olabilir.
Dolayısıyla toplumsal cinsiyetçilik mücadelesini çok yönlü yürütmek, değişimi toplumsal ele almak, toplum-birey ve kadın-erkek paralelliğini iyi oluşturmak, özgürlükler alanını da daha sağlıklı kılacaktır. Burada ne erkeğe kaba-redçi yaklaşımlar, ne egemen erkeklik yokmuş gibi davranan uzlaşmacı yaklaşımlar çözüm üretmeyecektir. Toplumsal dinamikler olay ve olgulara duygusal değil, daha bilimsel ve sosyolojik yaklaşmamızı salık vermektedir. Kadınlar olarak yakaladığımız her anlamlı düzey toplum ve erkekte de dönüşüm olarak yansımasını bulacaktır. Değişimin, dönüşümün, farklılaşmanın temel dinamiği kesinlikle kadınlardır.
Newaya Jin/Rojda YILDIRIM