HABER MERKEZİ
20. yüzyıl Kürtler için ulusal yok oluş sürecidir
Burada elbette Avrupa’da gelişen kapitalist sistemin etkisini görmek gerekiyor. Osmanlı ve İran sistemlerinin bu gelişme karşısında içine düştükleri zayıflığın, güçsüzlüğün etkisini görmek gerekiyor. Fakat bir de Avrupa’da gelişen kapitalist sistemin Ortadoğu’yu ele geçirme, dünyayı fethetme, paylaşma politikasının etkisini de görmek gerekiyor. Sadece güçlenen kapitalizm karşısında merkezi otoritenin zorlanması değil, aynı zamanda bu toprakları ele geçirebilmek için kapitalist devletçi sistemin geliştirdiği emperyalist politikaların da büyük etkisi vardır. Nitekim bu politikaların 20. yüzyılın başında bir emperyalist savaşa yol açtığını biliyoruz. I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin başını çektiği blokla, Almanya’nın başını çektiği blok dünya hegemonyası savaşına giriyorlar. I. Dünya Savaşı denen savaş gerçekleşiyor. Bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu Alman bloğundadır. Savaş sahası Osmanlı topraklarıdır, yani Ortadoğu’dur. Sonunda yenilen Alman bloğu olmuştur. Her ne kadar kendi içinde yer alan Rusya’da, Ekim Devrimi’yle bir kopuş yaşansa da İngiltere, Fransa ittifakı I. Dünya Savaşından galip çıkmıştır ki, bu 19. yüzyıl boyunca İngiltere ve Fransa’nın, Ortadoğu’yu ele geçirmek için geliştirdikleri politikanın pratikte hayat bulması için uygun zemininin sağlanması anlamına gelmektedir.
Sonuçta savaş galibi olan devletler kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir Ortadoğu siyasi coğrafyası yaratmışlardır. Bu coğrafyanın birkaç önemli sonucu var. Bir tanesi, Arabistan’ın bölünüp parçalanması ve bir sürü Arap devleti ortaya çıkartılarak buraların emperyalizme bağımlı alanlar haline getirilmesidir. Diğer bir sonuç, Kürdistan’ın parçalanması, her parça üzerinde bir devlet egemenliğinin kurulmasıdır. Bu öyle bir sistemdir ki, sadece Kürdistan üzerinde ekonomik, siyasi tahakküm kurmayı değil, Kürt toplumunu inkar edip, yok sayarak yok etmeyi hedefleyen bir kültürel soykırım sistemidir. Kürdistan’ı bölüp, parçalayan, bu t2arzda egemenlik altına alınmasını gerçekleştiren devletler böyle bir statü de oluşturmuşlardır. Bir diğer sonuç İsrail’in kuruluşudur. Doğrudan I. Dünya Savaşı ardından olmasa da, aslında dünya savaşından sonra gelişen süreçte bu kuruluş gerçekleşmiştir. Çünkü I. Dünya Savaşı’na ilk itiraz eden, savaşta yenilen Almanya olmuştur. Bu itirazı ortaya çıkartıp, sonuca götüren de Hitler önderliğidir. Hitler önderliğinin Almanya’yı yeniden toparlayarak, dünya egemeni olmak üzere yeni bir savaşa, yani II. Dünya Savaşı’na sokması İsrail’in oluşumuyla doğrudan ilgilidir, ilişkilidir. Bu süreçte gerçekleşen Yahudi katliamı ardından, İsrail’in Ortadoğu’da bir devlet olarak şekillendirilmesi kapitalist, emperyalist sistemin öncü güçleri tarafından sağlanmıştır. Şimdi Kürdistan için, Kürt toplumu için baş aşağıya gidiş aslında hızlı bir biçimde yaşanan süreciyle 19. ve 20. yüzyıldır. Tabii özgürlük ve komünal yaşam açısından değerlendirilirse, kendi içinde sınıflaşmanın başladığı süreçten itibarendir. Bu da ondan birkaç yüzyıl öncesine gitmektedir. 20. yüzyıl başında, I. Dünya Savaşı ardından Kürdistan’ın siyasi olarak da parçalanması ve yok sayılarak, imha süreci altına alınması bu gidişi çok daha hızlı ve tehlikeli hale getirmiştir. Bu durum biliniyor. Artık eski Kürt kabile, aşiret düzeni parçalanmıştır, kalmamıştır. Dolayısıyla bu saldırılar karşısında Kürt toplumunun daha önce gösterdiği refleksi gösterebilmesi mümkün değildir. Yani dış saldırı karşısında hareketli olması, dağlara çekilmesi, kendini bu temelde koruyabilmesi artık imkansız hale gelmiştir. İki nedenle bu böyledir. Birincisi, kendisinin o düzeydeki kabile, aşiret sisteminin yaşamının dağılmış, artık eskisi gibi hareket edemez hale gelmiş olmasıdır. İkincisi ise, yabancı egemenliğin kapitalist sistem temelinde olmasıdır.
Kapitalizm kendinden önceki sistemler gibi dağlık alanlar da olsa boşluk tanımamaktadır. Nerede olursu olsun, kim olursa olsun egemenlik altına almayı oraları da işgal, istila etmeyi dolayısıyla kendi karşıtı hiçbir gücün yaşamasına izin vermemektedir. Kapitalist devletçi egemenliğin, sömürge sisteminin daha öncekilerden temel farkı buradadır. Bu bakımdan artık eskisi gibi kendini yaşatma imkanı ve gücü yoktur Kürt toplumunun. Buna Kürdistan’ın siyasi parçalanmışlığı ve toplumu yok sayarak imha etmek isteyen bir egemenlik sisteminin kurulması eklenince, artık Kürdistan üzerinde yeni bir süreç gelişmiştir. Buna Önderlik ulusal yok oluş süreci dedi. 20. yüzyılda Kürdistan üzerinde kurulan egemenlik, ulusal yok oluş egemenliğidir. Her ne kadar buna karşı var olduğu kadarıyla aşiret yapıları, dini liderlikler tepki göstermişler, isyan etmek istemişlerse de, 19. yüzyıl feodal beylerin askeri, siyasi güçlerinin yok edilmiş olması, geriye kalan güçlerin bu saldırı karşısında direnip, ayakta kalabilmeleri için gerekli güce ulaşmalarına fırsat vermemiştir. Onun için de bir kere ulusal yok oluş süreci altına alındıktan sonra, toplumun içinden bu tür itiraz ve isyan girişimlerinin etkili olma, ulusal yok oluşu durdurma, yani kendini koruma, savunma gücü gösterme şansı yoktur. Sonuçta söz konusu isyanlarda katliamlarla ezilmekten kurtulamamıştır. Özellikle Kuzey’de, giderek Doğu’da bu isyanların ezilmesi ardından ulusal yok oluşu gerçekleştirmeyi hedefleyen çok yönlü, örgütlü bir yabancı sistem hızla geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu sistemin özelliklerini tanımak gerekiyor.
Biz her ne kadar parti olarak buna sömürgeci sistem dediysek de, Önderlik her zaman şuraya dikkat çekti; Kürdistan üzerinde bu biçimde geliştirilen sömürgeciliğin, emperyalist Avrupa devletleri tarafından dünyanın başka yerlerinde geliştirilen sömürgecilikle derinden farklılıkları vardı. Her ne kadar aynı terimle hepsi sömürgecilik biçiminde ifade edilse de, Kürdistan’daki sömürgecilik diğerlerine benzememektedir. Diğer sömürgeciliklerin temel amacı ekonomik sömürüdür. Pazara hakim olmak, ham madde kaynaklarına hakim olmak, böylece dünya sistemi haline gelen kapitalizmin pazar ve ham madde ihtiyacını ucuzca karşılamak. Daha sonra buna eklenen yeni sömürgecilik de, ucuz işgücünü kullanmayı ifade etmektedir. Yine ekonomik içeriklidir. Böyle bir ekonomik sömürüyü yapabilmek için gerekli olan, onu sağlatacak özellikler taşıyan siyasi ve askeri egemenliğin kurulmasıdır. Bunlar emperyalist devletlerin sömürgeci uygulamalarıdır. Oysa Kürdistan üzerinde kurulan yabancı egemenliğin ekonomik sömürü amacı birincil esas amaç değildir. Kuşkusuz ekonomik sömürü hiç yok, pazar ve hammadde kaynakları üzerinde egemenlik kurma arayışı, istemi hiç yoktur denemez. Bunlarda var ve önemlidir. 20. yüzyıldan bu yana büyük enerji kaynaklarına sahip olan Kürdistan üzerinde, ekonomik paylaşım savaşı her zaman olmuştur. Bugün bu daha da şiddetlenmiş düzeydedir. Petrol savaşı, su savaşı, yeraltı, yerüstü zenginlikler savaşı, bir de ticaret yollarına hakim olma savaşı. Bunlar dünya kapitalist sisteminin geliştiği ölçüde dün de vardı, bugünkü gelişmişlik düzeyiyle daha had safhaya çıkmış bulunuyor. Fakat Kürdistan’ın parçalanması, paylaşılması, egemenlik altına alınması 20. yüzyılda I. Dünya Savaşı ardından öngörülen statünün Kürdistan’a biçilmesi esas olarak bu amaç doğrultusunda değildir. Bu ikinci, üçüncü sırada gelen amacı oluşturmaktadır. Birinci amaç ulusal yayılmadır.
Devam Edecek…