HABER MERKEZİ
Satırlarımı ısıtırken çok uzak diyarlardan bir selam alıyorum. Düşünülüp de yazılamayan nice sözler geçiyor gözlerimin önünden bir bir. Sonunu getiremediğim şiirimse hala aynı yerde…
Yangın büyüyor, ismini hatırlamakta zorlandığım bir enstrümanın yanık melodisi doldurur odayı. Ses yoktu, ten çiçeksiz, oyun büyük. Gölgesiz giden; genç benizli, dudakları yalın, salkım salkım rüzgar kokusu taşıyanlar…
Kim ne derse desin lekelidir buralarda topraklar. Haber salın; pusudan yeni çıktı kanla nakışlanmış bu topraklar. Yarın geç olmasın diye kayıp yanımı şiirle ıslatıyorum ve konuğu oluyorum soğuk toprağın. Döne döne gülüşümü umutla emzirirken, bakışlarıma ortak yaşamlar katıp düşler kuruyorum zamansız. Yalın ayak, koşar adımlarla uzayan gölgeler bırakıyorum ardımda. Ve yaşlanan sözler çürütüyorum sebepsiz. Gözlerimde örtülü bakışlar, aceleci, anlamsız, katı…
Korkarak yanaşırken kapıya, mavi gülüşlü çocukları anlamamıştım ve üşüyen yanım kayıp yanımdı. Yürekte hasretliğin gölgelenmiş sureti varken, bilmem ki bu türküler şafağa nasıl sunulur. Penceremden bir parça ateş, bir tutam tütün kutsuyorum Güneşin gözlerine. Lanetlerken ayrılığı, potansiyel bir suçluyum artık. Su gibi akan, rüzgar gibi savrulan zamanı iliklerimde hissederken, kayıp giden an’ların paramparça sureti belirir karşımda. Son söz daha söylenmemiştir, o gün geldiğinde geceler kendinden utanacaktır. Dirhem dirhem ay kokan bir gökyüzü bağışlanırken yaşamlara, yıldızlar soluksuz sayıklayacaktır aydınlığı. Semaha durup, türküler dillendirecektir yeryüzüne.
Sonsuz değil hiç kimsenin ömrü. Bir ömrün tükenişe tutsaklığı! Kim çözebilir ki bu sırrı? Neden korkulur bu kadar, hep kaçılır? Doğru ya, ölüm hep karanlığın habercisi olmuştur, korkular salmıştır etrafına, baskın gelmiştir yaşama sevincinden. Soğuk nefesinin ensende dolaşmasına ne hacet, ismi bile yeter tüylerinin ürpermesine. Tarih tutmamıştı kayıtlarını, olan belgeler de kuytu köşelerde kaybedilmiş, saklanmıştı. Ama bunun yanında ölümü kendi sessizliğinde boğup, bir kenara atan, yokmuş gibi yarınlara sarılanlar da vardı. Üst-baş kan tere bulanmış olsa da aşkın sıcaklığını özgür yüreklerinin isyanı dinmeyen sol yanında hep korumuşlardır. Gözyaşları bir bir akarken yanaklarından, gülme olgusunu lügatlerinin en başına koyanlardı onlar. Bir mezar taşı olmasa da çoğunun, son anda bile tebessümlerini esirgememişlerdir yaşamdan ve göz kırparak usul usul uzaklaşmışlardır. Onlar ateşten gömlek giyen ve kefeni arka cebinde taşıyanlardır.
Kod adı Aydınlık…
Anasının göz nuru, Son gülü, kekik kokulu nazlı fidanı…
İlk sürgünlüğü erken başlamıştı bu topraklardan, uzak çok uzak diyarlara. Mesafeler bırakırken ardından, O hep yakın durdu ülke yüreğine ve yüreğinde taşıdı dağ boylarından esen rüzgarın getirdiği kardelen kokusunu.
Bundandı belki de isminin sonuna ‘Penaber’ takısını getirmesi. Mülteci aşklar hiç eksik olmamıştı zulasından ve Göçebeydi bakışları. Tek yerleşik mekanı umutlarıydı, köhnemiş zamanın tüm tahriklerine meydan okuyan aydınlık hayalleriydi ve lekelenmemiş özlemleriydi. O çocuktu ve çocuk düşleriyle büyüdü. Maviyi çok sever dağlı çocuklar çünkü mavi rengindedir düşleri. Maviyse özgürlüktü, hiçbir bedeli olmayan. Karartılmış yaşamlar aydınlığa kavuşmalı, Güneş güleç yüzünü gösterirken, ısıtmalı soğutulmuş tüm yürekleri. Ve Yarının rengi mavi olmalıydı.
Nakaratlar diziliyor, soruların ardı arkası yok…
Gecenin düşler üşüten bir vaktinde, tüm şehir uykudayken, yorgun sokak lambalarının kaçamak bakışları altında yürek deryasında o güne dek biriktirdiği tüm güzelliklerini, özlemlerini, coşku ve isyanlarını döküyordu defterine. Olmamış yapamamıştı, alışamamıştı o kente. Kendi toprağından başka toprak koklayamamış, içten kucaklayamamıştı. Ve takılmıştı güneşin özgür gülüşünün peşine.
Vakitler kutsal topraklara dönüş saati diyor.
Bir coşku serencamı sarmış her yanını.
Yüzünden eksilmeyen tebessümüyse şimdi eskisinden çok daha yalın. Varsın vedası eksik kalsın bu tablonun, ne de olsa bir dahası olmayacaktı bu an’ın. Sınır hattında bir gerilim sıvazlar gecenin sırtını. Irmaklar hiç böyle dile gelmemişti, gökyüzü ise yeni yaşamın müjdesini sunmakta. Ateş sırtında yükselen özlemler yürekte heyelanlara sebebiyet verirken, Hakikati güzelliğindeydi dağ esintili, gözleri bademe çalan bir kızın; nergiz kokulu bir kadın gerillanın.
Kod adı Ronahî…
Kendi özgür yüreği gibi aydınlık, badem gözlerinden fışkıran tebessüm kadar Ronahî…
Anasının göz nuru, Son gülü, kekik kokulu nazlı fidanı…
Tozlu raflarda unutulmuş bir ayna, iki kelebeğin buluşma anını resmetmiş. Bir kırlangıcın tozlu kanatlarındaysa paramparçadır zaman. Ve yazılmamış bir masalın sonuna son anda yetişiyorum. Soluk soluğa, üst baş toza bulanmış halde…
Uzak gecelerde dinlerken rüzgarın esintisini, yabancısı olmadığım bir ürperme sarar tüm benliğimi. Ay kokulu bir vakitte ıslatıyorum anılarımı ve yıldızların bakışlarıyla geceden arındırıyorum badem gözlü kızın tüm birikmiş aşklarını.
Geceyi damla damla eritirken, isyan-i bakışlarda tutuklu kalıyorum. Gülüşünden fışkıran kıvılcımla; titrek, yaslı, üşüten gözyaşlarımı serin rüzgarın esintisiyle kurutuyorum. Umudun ve aşkın ağır yükünü omuzlayıp bir yolculuğa koyuluyorum. Can yoldaşım Aydınlık, kod adı Ronahî… Mülteci bir rüzgar takıp peşime, göçebe bir aşkın izini sürüyorum…
Tüm renklerimle bir çiçek bahçesi açtım sana ve şafakla yeryüzünü kaplayan ışık zümrelerini kirlenmiş nefeslerden sakındım. İsmini rüzgara fısıldadım ve yüzümü hasretinle yıkadım. Bakışlarının gülümsemesiyle tutsak kalmış tüm düşlerim kanatlanmakta. Ellerim terlemiş, göğsüm sımsıcak, bakışlarım heyecanlı…
İçindeki utangaç, kekeme çocuğa sevdalanmıştım bir kere. Uzun gecelerde usul usul akan lekesiz gözyaşlarına sarılırken, karanlık koridorlu taş karakollarda bastırılmak istenilen tüm güzel hayallerinle yardım bu geceyi. Düşlerini ıslatan yağmurlar, ömrümüze inen ay ışığı, saçlarına taktığın yıldız buketi… Hepsi burada! Hey badem gözlü kız sen neredesin? Bak dağlı çocuklar halaya tutuşmuşlar. Sen de gelmez misin?
Bu sabah erken uyandım ve ‘zülfü kaküllerin amber misali’yi dinledim. Ayak izlerimi siliyorum bu geceden ve yoldaşlarımın divanına bağdaş kuruyorum. Resmini şafağa astım, papatyalar toplayıp sana sundum…
Kod adı Aydınlık…
Anasının göz nuru,
Son gülü,
Kekik kokulu nazlı fidanı…
Kod adı Ronahî…
Kendi özgür yüreği gibi Aydınlık,
Badem gözlerinden fışkıran tebessüm kadar Ronahî…
14.06.2008 tarihinde doğu Kürdistan’ın Piranşehir sınırında sömürgeci İran devletiyle yaşanan çatışmada şehitler kervanına katılan Ronahi Penaber (Songül Şahin) arkadaşın anısına…
Zerdeşt Tolhıldan