HABER MERKEZİ
Tanrıça kültürüyle beslenen verimli Mezopotamya toprağının evlatları, her zaman kahraman olmuştur. Diyar yoldaş da bu kahramanlık kültürüyle büyüyen yoldaşlardan sadece birisiydi. Diyar yoldaş, Kürtlüğünden gurur duyan Mahabatlı bir ailede doğmuş ve büyümüştü. Doğal karakterinden kaynaklı Kürtlük noktasında sürekli bir arayış içerisinde oldu.
Diyar yoldaş, doğunun o görkemli dağlarının evladıydı. Kürtlerin yitirilmeyen özünü, onun yiğitliğinde, cömertliğinde, namus anlayışında görmek mümkündü. O, tarihten süzülüp gelen yiğit bir Kürt savaşçısıydı. Bu özü, onu Kürtlük adına bir savaşıma sürüklemişti. Ülke, onun için namustu. Namusu alınmış, yerle bir edilmiş, parçalanmıştı. Ülkenin evladı asla bunu kabul edemezdi. Namusunu kurtarmak için savaşmalıydı. Ve bunu başardı. Rejim tarafından tutuklanmasına, zindana atılmasına, Kürtlük özünden uzaklaşması için her tür işkenceye tabi tutulmasına rağmen asla teslim olmadı. Arayışları onu PKK saflarına taşıdı. Öyle ucuz yaşamayacak, öyle kolay ölmeyecekti. Düşmanıyla göz göze olacaktı ki onu korkmadan vuracaktı. 97 yılında gerilla saflarına katıldı. Gerilla, onun arayışlarına cevap olacak tek yerdir. Bu nedenle seçimini atılımdan ve direnişten yana yapar.
Diyar yoldaşın en büyük arzusu Önderliği görmekti. Bu istem, Onda sürekli büyüyen bir hasret olarak kaldı. En sonunda önemli olanın Önderliği fiziki olarak görmek olmadığı, onu ruhta ve düşüncede yaşamak olduğu bilincine vardı.
99 yılında Kuzey sahasına gitme önerisi kabul edilince bir grup arkadaşla yola koyuldu. Fakat Önderliğin geri çekilme talimatı üzerine yarı yoldan geri dönmek zorunda kaldı. Yıllar sonra Kuzey için grupların hazırlandığı bir süreçte, bunu fırsat bilerek, yaşamını, yüreğini paylaştığı yoldaşlarıyla birlikte yola koyuldu. Kara kışın iyice etkili olmaya başladığı dönemlere denk geldiği için yerlerine ulaşamayıp, başka bir bölgede konakladılar. Koşullar düzelir düzelmez, baharla beraber tekrar yola koyuldular. 2001 baharında isyan ve direniş kalesi Dêrsim’e vardı. Kısa bir sürede düşmanının gözünde fethedilemeyen, kolay lokma olmayan bir şahin oldu. Savaşımında cesur ve keskindi. Adeta meydan okuyordu düşmana. Düşman, Diyar yoldaşı ele geçirmek için çok haince ve vahşice yöneldi. Ama o buna gelmedi. Kıvrak zekasıyla adeta düşmanla alay ediyordu.
Diyar yoldaş, yolculuğu boyunca beraber olduğu can yoldaşı ve çok sevdiği komutanı Agit yoldaşını kaybedince, intikam duygularıyla bilendi. Artık Ovacık, onun için bir savaş meydanıdır. Kısa zamanda adından söz edilir bir komutan haline geldi. Onunla kalmak, yaşamak, savaşmak herkesin arzusu oldu. Onunla yaşayan her arkadaş, ondaki sevgi, saygı, cesaret ve saflığa bağlandı.
Diyar yoldaş Dêrsim halkının gelenek ve kültüründen uzak olmasına rağmen, bunu hiçbir zaman engel görmezdi, halkla en sıcak ilişkiler kurmayı başarırdı. Bu özellikleriyle kısa bir sürede halk içinde nam salmıştı. Keskinliği, cömertliği, mütevazılığı, cesur savaşkanlığı ile halkın gönlünde yer etmişti. Tarihi kökenine dayanan bir yurtseverlik anlayışına sahipti. Bu onun halkçı yönünü gösteriyordu. Bu yönüyle halk içinde büyük bir saygınlık yaratmıştı. Sadece düşmanı ile uğraşmıyor, halkın sorunlarıyla da uğraşıyordu. Önüne aldığı her işe koparıcı ve yaratıcı yaklaşarak çözüm bulabiliyordu. Bu anlamda çok yaratıcı ve yetenekliydi. Diyar yoldaşta olmaz diye bir şey yoktu. Başarı; onun çalışma ve eylem tarzına hakimdi. Büyük bir başarı hırsına sahipti. Paylaşımcıydı. Öğrendiği her şeyi yoldaşına öğretmeyi büyük bir sorumlulukla yapardı. Savaşı, yaşamı ne biliyorsa, yoldaşına öğretmekten çekinmezdi. Morali ve canlılığı ile ortamı çok rahat etkileyebiliyordu. Yürüyüşünde her zaman zafer vardı. Yürüyüşü dik, kendine güvenliydi. Emekle büyümüştü ve tecrübelerini her zaman genele mal ederdi. Bu anlamda Ondaki yoldaşlık ruhunu dizelere dökmek mümkün değil. Yoldaş canlısıydı. Yoldaşı için yapamayacağı, veremeyeceği şey yoktu. Çetin ve acımasız savaş koşulları içinde müthiş bir yoldaşlık ruhu ve bağlılığı gelişmişti. Onlarca yoldaşı gözlerinin önünde şehit düşmüştü. Bu yoldaşların ruhunu yüreğine gömmüş, bunu sınırsız çalışma ve savaşta direnişe dönüştürmüştü. Önü alınamaz bir öfkeyle düşmanı anıyor; tarihine, kültürüne, halkına ve yoldaşlarına sahip çıkıyordu.
Sahip olduğu cesaret düşman için bir kabustu. Her zaman örgütün ve yoldaşlığın hizmetçisiyim diyordu. Üstüne gittiği her görevi başarı ve üstün moral anlayışıyla yürütür ve bitirirdi.
Kat edilmesi gereken daha çok yol vardı. Yılmaz yolların yolcusu, çalışmak, yapmak ve yaratmak için düşmeliydi yollara. Son yürüyüşü Ovacık’ın çıplak topraklarında, Munzurların heybetli dağlarının gölgesinde oldu. Yani ayrılık vakti gelmişti artık. Sonsuzluğa doğru bir yürüyüş olduğunu hissedercesine parlayan gözleriyle ayrılacağı yoldaşlarına baktı bir kez daha. Herkese bir şeyler söyledi. Bize bırakılan bu son sözlerin hatırası, beynimize kazındı adeta. Canından çok sevdiği üç yoldaşı ile ayrıldı noktadan. Tarih 12 Temmuz 2004’tü. Beraberindeki üç kişiyi çembere alanlar yüzlerce kişilik bir orduydu. İki gün boyunca direndikten sonra, yani tarihi kahramanlığın yaşandığı gün olan 14 Temmuz’a girildiğinde Diyar yoldaş yaralı ve yorgundur. Ancak her şeye rağmen pes etmemesi gerekir. Zaten yüreği öylesine kıpır kıpırdı ki, o dursa da yüreği durmazdı. Artık tek başına ve yaralıydı. Tek de olsa bir orduya karşı savaşacak büyük bir yüreğe sahipti. Yoldaşlarının kanı yerde kalmamalıydı. Bunun için tekrardan düşmana karşı doğruldu. İradeyi zirvede yaşamak bu olsa gerek. Tüm silahlar Diyar yoldaşa yöneldi, üzerine yağmur gibi yağdı. Düşman, bu yenilmez savaşçıyı düşüremedi, üzerine gitmeye korktu. Bu yüzden havadan kobra ile vurmaya başladı. Her yer alevler içinde kaldı. O bu alevlerin ortasında diğer yoldaşları Munzur, Hüseyin, Rubar ve Rojhatla el ele tutuşarak halaya durdu.
Direnişin kalesi, şahinlerin gönül mekanı, fethedilemeyenlerin kalesi Munzur, eteğinde yol alan canları kucaklardı ve yüreğine basardı. Ulaşmak isteyip de ulaşamayan canların yürekleri serinlesin ve nefeslensinler diye içilirdi Munzurlardan bir tas su. Yüreklerine özlem doğar, büyür ve Munzur’un pürüzsüz suyuna girerek onunla birlikte akardı. Gizemliydi Munzur, bu gizemliliği, onu tarifsiz bir çekiciliğe büründürüyordu. Ama o gün, hüzün ve acı, Munzuru sarmıştı. Puslu bir havaya dönüşmüştü ve bir insan gibi ağlayacaktı bu gece Munzur. Kuşatılmıştı Munzur, gözlerden yaşlar yerine kan akıyor ve Munzura karışıyordu. Kanla daha da hırçınlaşan Munzur suyu, adeta feryat ediyordu hırçınlığıyla. Çünkü bağrına bastığı canı evladını, büyük ve cesur komutanı Diyar’ı kaybedecekti. Görkemliliği ve fethedilmezliği ile yüreğini sadece yiğitlere ve fethedilmez şahinlere açardı. Diyar yoldaş da Munzur’un bir şahiniydi. Özgürlük mekanı dağlarla öyle bir bütünleşmişti ki dağların isyan ruhu onun ruhuna da işlemişti.
Diyar yoldaş bilemezdi ihanetin yanı başında kol gezdiğini, atılan çemberi bir şahin gibi fırlayıp yarmak onun işiydi. Ve bunu da yaptı. Ama yoldaş canlısıydı. Kendisinden bir parça olanları karanlığa terk edemezdi. Yaralanmasına rağmen atıldı. Yüreğinde biriken öfke ve kini kusacak ve yoldaşlarını kurtaracaktı, başaracaktı. Kendini feda edecekti. Unutmamıştı, gözlerinin önünde şehit düşen yiğidi. Bağlıydı yoldaşlığa. Ama bir şey var ki dondurdu onu. Hesaplaşmak istemişti, kolay gitmeyecekti. İhanetin soğukluğunu çevresinde hissetmişti. Ama buna teslim olmayacak kadar hırslı, sevdalı ve coşku doluydu. Çünkü o da Munzur evladıydı. Çünkü 14 Temmuz direnişi arifesinde yeni bir direniş doğuyordu. Çünkü daha kanı kurumamıştı Munzur şehitlerinin.
Adı, soyadı: Ümit BAŞKURT
Kod adı: Diyar BOTAN
Doğum yeri ve tarihi: Maku, 1980
Katılım tarihi: 1998, Kıbrıs
Şehadet tarihi ve yeri: 14 Nisan 2007, Ovacık-Dêrsim