HABER MERKEZİ
İlk kez Jennifer Freyd tarafından kavramsal olarak tanımlanan ihanet travması özetle; kişilerin zorunlu olarak güvendiği kişi ya da kuruluşlar tarafından suistimal edilmesi olarak ifade edilebilir. Freyd ihanet travmasını, kişinin saldırganla yakın güven ilişkisinde olduğu, aynı zamanda aralarındaki ilişkiye kişinin ihtiyaç duyduğu durumlarda yaşadığı ruhsal travma olarak tanımlamakta.
Travma Yunanca bir kelimedir, “yara” demektir. Yunanlılar bu terimi yalnızca fiziksel yaralanmalar için kullanmış olmalarına rağmen, günümüzde travma duygusal yaralanmaları da kapsamaktadır. Travmaya bağlı fiziksel yaralanmanın iyileşmesinden sonra, psikolojik belirtiler de bırakabileceğidir. Duygusal travmaya karşı psikolojik tepkiler; travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılmaktadır (posttravmatik stres bozukluğu, post-traumatic stress disorder, PTSD). Posttravmatik stres bozukluğu, genellikle savaş, doğal afet veya cinsel – fiziksel taciz gibi son derece stresli bir olaydan sonra meydana gelir.
İnsanın kendisini güçlü olarak hissettiği, bana bir şey olmaz diye düşündüğü, kendisini mutlu ve huzur içinde hissettiği dünyayı altüst eder ve kendisinin bir ölümlü, dünyanın çok tehlikeli bir yer olduğu, diğer insanların da kötü olduğu gerçeği ile yüzleştirir. Travmanın etkisi ile beyinde karmaşık mekanizmalar çalışır ve bu durum beynin kabul edebileceğinin çok ötesinde bir malzeme olarak kalır; kişiyi sürekli rahatsız eden belirtilere neden olur. Kendisi çözüm üretmek ve sorunları halletmek yerine, başkalarına (kendisinden büyük bir güce) bağımlı olur. Bu da giderek kendi iç mekanizmalarını iflasa götürdüğü anlamına gelir. KDP’nin şu anda Güney’de hayata geçirmek istediği plan ancak bununla izah edilebilinir.
Çünkü travma sadece korku ve dehşet yaşattığı için zarar vermiyor. Belki de baş edilmesi en zor olan, izleri en uzun süren travmalar ihanet boyutu daha ön planda olan travmalar. KDP’nin içinde bulunduğu ruh halide son dönemlerde Kürt özgürlük mücadelesine yönelik Türkiye menfaatli artan şiddet sarmalı ve onların eliyle oluşan travmaları anlamak, bunların etkisini incelemek için; ihanet travmasını kavramsal ve boyutsal olarak anlamanın, engelleyici önlemlerin alınmasında önemli bir ara basamak olduğu ortaya çıkıyor. İhanet travması kişinin çaresizlik ve korku yaşaması yanında dünyaya, diğer insanlara olan güvenini temelden zedelemekte. Bunun bir o kadarda sosyolojik ve boyutuda önem arz etmektedir. KDP’nin bu ihaneti Kürtlerin birliğinin zedelenmesindeki payı olduğu kadar bir toplumsal-travmanın da gittikçe daha da derinleşebileceğine anlam katmaktadır.
Bir travma, anlamlandırılabilirse kendisiyle başa çıkılabilir. Ama maalesef Başurê Kurdistan’da olup bitenler karmaşık bir hal aldığından bundan bahsetmek zordur, ancak şunuda gözardı etmemekte fayda vardır; asimile edilemeyen travmatik yaşantı inkar edilir karabasan, flashback’ler, davranışsal yeniden eyleme dökmeler, somatik semptomlar, panik ve öfke şeklinde kompulsif olarak tekrar edilir. Travmatik yaşantı kişinin dünyadaki yeri kendi hakkındaki değerlerini tehdit eder. Bu çerçevede, kendini değerli ve güvenli hissetme, dünyayı anlamlı ve kabul edilebilir görme, diğer insanları iyi ve yardımsever olarak algılama, kırılmazlık, incinmezlik duygu ve düşüncelerinin tehdit altında oluşu söz konusudur. Bu da KDP’nin bugünkü politikasıyla eşdeğerdir ve çaresizlik hakimdir. Çünkü bilinmelidir ki; baskıyla yönetilen ve başkasının gücünün kendi topraklarında hakaretlerine göz yuman ve kucak acan bir yönetim anlayışının ezmek istediği kişinin kendini eskisi gibi algılaması olanaksızdır, yemden yapılanmış kendilik duygusu, değersizlik, etkisizlik ve çaresizlik şeklindedir.
Güneydeki yaşananların şiddetine özelde komplovari ve canavarca yapılan suikast gibi katliamlara bakınca, özellikle Güney halkının ruh sağlığı haritasında artık kalıcı bir değişiklik olacağını söylemek abartı olmayacaktır. Vietnam Savaşı’nın ruh sağlığı sıralandırmalarına TSSB’nin girmesine etkileri biliniyor. Güney savaşında da Kürtlerin ruh sağlığı sorunlarına ne tür etkileri olacağını önümüzdeki yıllar gösterecek. Şimdilerde bile bu felaketlerin gittikçe bedensel yakınmalarla giden farklı tabloların olduğunu kestirmek gerekiyor.
Böylesi büyük felaketin ruhsal etkileri yok edilemez. Ama onları asgariye indirmek için çaba sarf edilmelidir. Çünkü felaket çanları çoktan çaldı bile. Unutulmamalıdır: Felaket nedir sorusunun en basit tanımı bir kriz reaksiyonu olabilir. Yazıyı bir alıntıyla sonlandırayım: “Yaşamın bir dengesi vardır. Günlük stresörler belirli bir denge içinde çıkar. Duygularımız bir sınır içinde oynar. Kişinin günlük stresle nasıl başa çıkacağına ilişkin bir dağarcığı vardır. Felaket-travma kişinin dengesini alt üst eder.” (Young 1995)
Dr. Abdullah POLAT