HABER MERKEZİ
İşte Hayri orada duruyor.
Siyah saçları alnına yapışmış
Ben mi öyle gördüm,
Yoksa gizliden ağlıyor muydu
o zaman.
1981 yılında Diyarbakır Askeri Cezaevi direnişimizde bir kırılma yaşanmıştı. Kemal Pir arkadaş, “Devrimciliğimizden taviz verdik” diyordu. Teslimiyet yaşanmamıştı fakat mahkemelerde “siyasi savunma hakkı” için, cezaevi yönetiminin dayattığı bazı kurallara uyulacaktı. Cezaevi yönetimi de serbestçe savunma yapmamıza engel olmayacaklardı.
Çok zor bir süreçti! Mahkeme salonunda beklerken, Hayri arkadaşın çok üzgün ve düşünceli olduğunu gördüm. Yukarıda ki kısa dörtlüğüm, o günleri anlatır.
Ölüm ya bir sopa darbesi
Ya da tekme -zincir- duvar köşesi
Her vuruşmada dikkat kesilmek
Kolay değil kardeşim
Kolay değil ışıklı günler için ölmek
14 Temmuz’u anlatmak çok zor. Fakat özetle bir hususu belirtmek gerekiyor. Şehitlerle yaşamak aslında onları yaşatmaktır. Bu değerlere layık olmanın tek yolu belki de budur. Başka biçimde şehitler için ne söylenirse söylensin çok da yerini bulmadığını düşünüyorum.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesine birlikte başladığımız arkadaşların çoğunlukla şehadete ulaşmaları, bizde derin bir yara bıraksa da, onlarla birlikte bir süre yaşamak bizi onore eden durumdur.
1980’lerde ki zindan direnişçiliği yürekli ve inançlı insanların savaşımıydı. “Yolumuz Mazlumların, Hayrilerin, Kemal Pirlerin yoludur” diyen Ali Çiçek, bir inancı ifade ediyordu. Ali Çiçek, 14 Temmuz ölüm orucunun en genç direnişçisiydi.
Henüz çok gençti, hani çocuk deseniz de olur ama kocaman bir yüreği vardı. İşte o kocaman yürekle gitti.
1981 büyük ölüm orucu eylemi, düşmanın büyük zulmüne karşı, büyük bir direnişin adı oldu.
2019 tarihsel büyük direniş
Adı; süresiz-dönüşümsüz açlık grevi idi. Fakat, ölümüne bir direnişti. Bir tür “ölüm orucuydu” aslında. Başlangıçta direnişe karşı bazı duygusal yaklaşımlar oldu. Kimine göre zamanlaması uygun değildi; kimine göre ise eylemin sonuç alamayacağı düşünülüyordu. Eylem biraz uzayınca kimileri de, bilinçli-bilinçsiz “KCK neden müdahale etmiyor? Eylem neden bitirilmiyor? Ölümlere göz mü yumulacak?” gibi anlamsız tepkiler gösterdi.
Toplumdaki duygusal yaklaşımları anlamak mümkün elbette. Fakat diğer yaklaşımlar anlaşılmazdı. Eylemin başarıya ulaşamayıp sonuçsuz kalması kadar korkunç bir şey olamazdı. Fakat parti tarihimizin direniş tecrübesi, buna imkan vermedi. Eylem, başarı ile sonuçlandı.
“2019 Açlık Grevi Direnişi”, kendiliğinden ortaya çıkmadı veya birilerini talimatıyla eylem kararı alınmadı. Önderliğimizin esaret durumu 20. yılına girmişti. Ayrıca kendisine ağır bir tecrit uygulanıyordu, uzun süredir de kendisinden bir haber alınamıyordu. Bu ağır tecrit durumunun mutlaka kırılması gerekiyordu. Bütün KCK birimleri bu konuda bir tartışma ve karar düzeyi içindeydi. O dönemde yine bildiğim kadarıyla Avrupa, büyük bir açlık grevine hazırlanıyordu. Biraz gecikme yaşandı.
Bu arada Leyla Güven arkadaş cezaevinde kendi kararı ile eylemi başlattı. Tarihsel bir sürecin karar ve irade gücü oldu. Bu durum Kadın Özgürlük Hareketinin direniş çizgisini ve kadının özgür geleceğini de ifade ediyordu.
Bu sürecin en zorlayıcı yanı, polis ve çete güçlerinin insanlık dışı uygulamaları oldu. Yoksa eylemciler eylemlerini sürdürmekte kararlıydı zaten. Eylemciler üstün bir kararlılık ve iradi güç gösterdiler. Bu konuda hiç kimsede bir endişe yaşanmadı.
Devletlerin duruma karşı sessizliği anlaşılırdı. Fakat toplumdaki sessizlik çok anlaşılır bir durum değildi. Aslında bu sessizlik derinden bir çığlığı da ifade ediyordu. Türkiye’de halk, koyu bir faşizm altındaydı. Şimdi de öyle ama eylem karşısında biraz vicdanı olanlar acı çekti.
Çokça “vicdan” çağrısı yapıldı. Ama uzun yıllar önce “vicdan devrimi” ihmal edildiği için bu çağrılar pek de yerini bulmayacaktı. Vicdan gerekliydi ama sadece vicdan da yeterli değildi. Salt vicdanla yürüyenler, gün gelir büyük bir vicdansızlık da yapabilirlerdi. Nitekim son açlık grevi eylemi de, bunu açığa çıkardı. Vicdan bilinçle oluşmadı mı, olmuyor.
Yaşam savaşı veriliyor
Uzun yıllardır bize hep direnmek kalıyor. İnsanlık kavgası çoğunlukla, bizimle yürüyor. Bu kavgayı başkaları da veriyor, yalnız değiliz ama genellikle omuzlarımıza yüklenmiş durumda. Elbette ideolojimizin ve felsefemizin gereklerini yerine getirmeye çalışıyoruz. Direnerek kaybettiğimiz, asla olmamıştır. Efrîn, Sur, Cizre’deki özyönetim direnişlerinde geri çekilmeler olsa da, bu yenildi anlamına gelmez. Kaldıki oralarda büyük direnişler gösterildi.
Başından beri, savaşı başlatan taraf biz değildik. Bize hep savaş dayatıldı. Zorunlu olarak bir yaşam savaşı veriliyor.
Temel felsefe: Yaşamak ve yaşatmak
Açlık grevleri, ölüm oruçları çok zorunlu olmadıkça baş vurulan bir mücadele yöntemi değil. Fakat zorunlu olunca, bundan kaçmakta olmaz. Şunu sormak gerekiyor; “Nasıl oluyor da binlerce insan bir anda ölüme yatıyor?” Bunu anlamak gerekiyor. Aslında anlaşılamayacak bir durum değil.
Özetle bu halk, artık özgür yaşamak istiyor. “Özgürlük olmayacaksa, ölüm olsun” diyor. Ölüme sevdalı insanlar değiliz. Hiçbir canlı kendi ölümünü istemez. Ama ölümden beter bir yaşam dayatılıyorsa, bilinmelidir ki orada da ölünecektir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin şehitleri bunun böyle olduğunu göstermiş ve de ispatlamışlardır. Bu davanın kalan diğer üyeleri de bu bilinçle yaşıyor.
“Yaşamak ve yaşatmak” temel felsefemiz olmasına rağmen, mevcut iktidar güçleri buna fırsat tanımıyor. Her defasında Kürt soykırımını önlerine koyuyorlar.
Sonuçta 2019 tarihsel açlık grevi direnişi, tecridi büyük oranda kırdı. Önderliğin birkaç cümlelik perspektifi bile bizlere yıllarca yetebilecek nitelikteydi. Fakat bugün için temel sorun halkımızın özgürlüğünü elde etmesidir. Bununla yetinilmeyeceği açıktır.
İki direniş arasındaki benzerlikler
14 Temmuz ölüm orucu direnişi nasıl ki silahlı savaşımımızın önünü açıp, bizleri bugüne kadar getirdiyse; 2019 kitlesel açlık grevi direnişi de gelecekte, özgür bir yaşama ulaşmanın önünü açmıştır.
14 Temmuz 1981 direnişi ile son açlık grevi direnişi arasında bazı benzerlikler bulunuyor. 14 Temmuz direnişinde dışarıda büyük bir sessizlik vardı. Ne bir ışık ne de bir ses bulunmuyordu. Bu ortamlar tam da faşizmin sevdiği ortamlardır. Askeri diktatörlük hiçbir tepki ve muhalefeti istemiyordu. Her şeyi Diyarbakır zindanlarında sessiz sedasız, bitirmek istiyordu. Halkı da buna hazırlıyorlardı.
Dönemin diktatörü Kenan Evren Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada “içeridekileri asmayıpta, besleyelim mi?” derken, bizden bahsediyordu.
2019 açlık grevi direnişinde de benzer bir sessizlik vardı. Fakat basın, sosyal medyanın varlığı 80’lere göre çok ileride olması nedeniyle, tepkiler gelişti. Avrupa’daki sol, sivil örgütlerin çalışmaları, diplomasi çalışmaları, ülkede özellikle tutuklu yakınlarının ve halkın bir kısmının sürekli eylemsellikleri çok önemliydi. Süreç içerisinde gerilla da eylemliliklerini artırmıştı.
Mutlaka kazanacağız
İkinci benzerlik de şuydu; 1980 direnişindeki kararlılık düzeyi, inanç ve bağlılık, 2019 direnişinde de benzer düzeydi. Her eylemci sonuna kadar direneceğini, kamuoyu ile paylaşıyordu. “Mutlaka kazanacağız” şiarı eylemin başka bir şekilde sonuçlanmasına izin vermiyordu. Asıl eylemin bu biçimde hedefine, amacına ulaşarak başarılması, direnişçilerin kararlı duruşlarından taviz vermemeleri ile ilgilidir.
Bundan sonraki tüm siyasi gelişmeler, bu tarihi direnişle gelişecektir. Ve tabi ki özgürlüğe ulaşıncaya kadar bu mücadele devam edecektir. Bunu bir dörtlüğüm ile ifade edeyim.
Bu ipleri kopmuş kasırga
Bu fırtına dinmez.
Ta ki güneş gele baş ucunda dura ölümün
Ölüme sevdalandık sanma ama
Yeterki haine-kalleşe çıkmasın adımız.
Belki de bu yüzdendir yiğitlik tutkularımız
Yiğit insan güzel olur.
Onur türküsünü iyi okur, anlar
2019 direnişçileri bu onur türküsünü iyi okudular.
Kutlu olsun.
İdris GÜZEL