HABER MERKEZİ
Grupta biz iki arkadaş 3 ay önce girdiğimiz kapsamlı bir çatışmada ayak ve bacaklarımızdan yaralanmıştık. Benim bacağımın kemiği kırılmıştı ve diğer arkadaşın da ayağı dizin alt kısmından itibaren kopmuştu. Bunun için de yürüyemiyor ve ancak bir katıra binerek arkadaşlara eşlik edebiliyorduk. İkimiz de genç ve hafif olduğumuzdan katır hiç zorlanmadan ikimizi de taşıyabiliyordu ve daha 4 günlük bir yolumuz kalmıştı.
Gece karanlığında bazen tarlaların, bazen küçük dereciklerin içerisinden geçerek ilerliyorduk. Etrafımızda tarlalardan yayılan susam, tütün ve seçemediğimiz birçok bitki ve çiçeğin güzel kokusu arasında yol alıyorduk. Oldukça dikkatli çevreyi dinliyor ve anbean sağımızı solumuzu izliyorduk. En ufak bir ses karşısında bile duyarlılık kazanmıştık.
Batman-Sason yoluna çok yakınlaşmıştık ve bu yolu çok güvenli ve dikkatli geçmemiz gerekiyordu. Biz daha yolun yakınına yetişmeden önden iki arkadaş öncü olarak gidip yolu kontrol etmişlerdi. Yol oldukça işlekti ve panzerler sürekli geçiyordu. Yolu geçebilmek için en az bir dakika boyunca arabaların yoldan geçmemesi gerekiyordu. Bir de bu yol güzergahını kullandığımız düşman tarafından biliniyordu. Bir süre yolun kenarında araba ışıklarının bize vuramayacağı bir yerde bekledik, araba geçişlerinin azalmamasından dolayı pusu olabileceğini de hesaba katarak başka bir yoldan geçmeye karar verdik.
Bu sefer hedeflediğimiz yol kahveci köyünü aşıp asfalt yolun altındaki köprüyü kullanarak geçiş yapmaktı. Oldukça hassas ve dikkatlice tam bir sessizlik içerisinde köye yaklaşıyorduk. Katırın sırtına binen ben ve Sason’un önünde dört arkadaş ve arkamızda da iki arkadaş yürüyordu. Biz grubun ortasındaydık. Bir derenin içerisinden yürüyorduk. Derede su kalmamıştı. Yer yer çamurlaşmış ve küçük su birikintileri oluşmuştu. Islak zemin üzerinde köye gireceğimiz zaman köyün lamba ışıklarının yardımıyla sol tarafıma baktığımda iki kişinin bodur ağacının dibine oturmuş, bize silahlarını çevirmiş vaziyette olduklarını gördüm. Önümüzdeki arkadaşlara baktım yere çömelmişlerdi. Ben önümüzde yürüyen zafer arkadaşa, dön, pusudayız dedim Kürtçe sessiz bir şekilde. Artık herhalde sesimdeki sakin tondan mıydı bilemiyorum, Zafer arkadaş söylediklerimi fazla ciddiye almadı.
Dönüp Sason arkadaşa bakacaktım ki patlamayan çürük çıkan mermi yerine yeniden namluya mermiyi süren askerin silahının mekanizma ve tetik sesiyle ani bir refleksle katırın üzerine bindiğimiz arkadaşı da kendimle beraber çekerek yere fırlattım. Kendimizi attığımız yer askerlerin hemen alt tarafındaydı. Askerler yerimizi vuramıyorlardı. Gecenin sessizliği yerini kulakları patlatan bomba, roket ve kurşun seslerine bırakmıştı. Gecenin karanlığı havaya sıçrayan izli mermilerle aydınlanıyordu. Her bir yerden kurşun yağıyordu üzerimize. Az bir süre sonra askerlerin bizim karşı tarafımızı da tutmak üzere olduklarını fark ettik. Ve Sason arkadaş ile birlikte geldiğimiz yoldan sürünerek geri çekilmeye çalışıyorduk. Kafam karmakarışık olmuştu. Etrafımda Sason arkadaş dışında hiçbir arkadaşı göremiyordum. Acaba şehit mi düştüler? diye kendi içimden kendime sorular soruyordum ama içimde bütün gruba yüksek bir güven duygusu vardı. Çünkü herbiri diğerinden tecrübeli ve savaşta yüksek deneyimi olan arkadaşlardı.
Yıl 1996 yazıydı ve bu yazın bu gecesi düşmanın kendi pususunda aldığı büyük darbenin gecesiydi. Düşmanın ilk başta tek taraflı kurşun yağmuru arkadaşların karşı ateşe başlamasıyla çatışmaya dönüştü. Kısa sürede birçok düşman mevzisi kökten susturuldu. Düşman darbe alınca biraz tedirginleşti. Bunun fırsatını iyi değerlendiren arkadaşlar birbirini savunarak geriye çekiliyorlardı. Biz de yaklaşık yüz metre kadar kendimizi çatışma yerinden uzaklaştırmıştık. Silahımız yoktu ve bu yüzden elimizden gelen tek şey arkadaşlara yük olmamak ve güvenli bir yere ulaşabilmekti.
Aşırı yorulduğumuzdan ve yaralarımızın ağır acısı yüzünden uzanmış halde biraz nefes almak için bekledik. Sason arkadaş ile nereye gidebiliriz diye tartışırken Ciwan arkadaşın gerilerden yanımıza doğru geldiğini gördük. Ciwan’ı görmek yüreğimizi derinden rahatlatmıştı. Ona tüm arkadaşların durumunu sorabilirdik. Ciwan arkadaş yanımıza gelir gelmez hiç konuşmadan koluma girdi.
Haydi gidelim dedi. Ben de;
Sason’un durumu daha ağır ona yardım et, ben idare edebilirim, zor da olsa yürüyebilirim dedim.
Sason bunu kabul etmedi. Elimi koluna uzattım kolundan kan akıyordu. Bizim durumumuz onu da zorlayacaktı. Bunun için, sen git biz bir yerlere sığınıp kendimizi sağlama alırız dedim. Sason da gitmesi için ısrar edince ikimizin alnından öperek görüşeceğiz dedi gülümseyerek. Tam gidecekti, kimse şehit düşmedi değil mi diye sordum.
Ciwan; Yok heval şehidimiz yok, arkadaşlar düşmanın üç mevzisini kökten imha etti. Baksana delirmişler her yere mermi, roketler yağdırıyorlar dedi ve diğer arkadaşların manevra yaptığını tahmin ettiğim yöne doğru hızlı adımlarla koştu.
Ciwan arkadaş bir ara tekrar durdu ve köyün bahçelerine girip saklanın dedi. Sesinden müthiş bir hüzün vardı.
Ben;
Tamam heval deyince, yeniden koşmaya başladı. Ciwan arkadaş uzaklaşınca, tarif ettiği köyün bahçelerine doğru var gücümüzle sürünerek yetişmeye çabalıyorduk. Düşman da ateşini bizim tarafa doğru yöneltmişti. Arama tarama faaliyetini bizim tarafa doğru yapıyorlardı ve gittikçe yaklaşmışlardı. Acele etmemiz gerekiyordu. Yoksa hiç savunmasız düşmanın kurşunlarına hedef olabilirdik. Canımızı dişimize takarak Ciwan arkadaşın verdiği bilgilerin moraliyle irademize irade katarak buğday tarlasının içlerine daldık. Fakat buğday tarlası da son derece çıplaktı. Yerimiz fazla güvenlikli değildi.
Hemen 20 metre kadar ilerimizde askerlerin cihazla konuşmalarını dinleyebiliyorduk. Boğazım adeta düğümlenmiş konuşamıyordum. Nabız atışlarım oldukça hızlanmıştı. Silahsız, düşmanın eline geçmek istemiyordum. Gözlerim faltaşı gibi açılmış etrafımı süzüyordum. Sason da olduğu yere kendisini uzatarak beni çekti. Ona dönüp baktığımızda kulağıma fısıltıyla korkma bir şey olmaz, çünkü arkadaşların darbesinden sonra korku içerisinde paniğe kapılmışlar, dedi. Sonra önümüzde yol üzerine 4 cemse dolusu asker daha geldi. Panzerler yol üzerinde gidip geliyor ve karşı sırtları durmadan tarıyorlardı. Arkadaşların geri çekilebileceği yerleri tahmin ederek vuruyorlardı. Her taraftan atılan kurşunlar ile gökyüzü adeta aydınlanıyordu.
İkimizin de yapabileceğimiz bir şey olmadığından sadece elimizden geldiğince kendimizi gizlemeye çalışıyor ve düşmanın hareketlerini görebildiğimiz kadarıyla izlemeye çabalıyorduk.
Düşmanın tüm dikkatini karşı sırtlarda topladığına kanaat getirerek sürüne sürüne ses çıkarmamaya dikkat ederek buğday tarlasının yanından geçen su kanallarına girerek kendimizi kanalların derinliğiyle birleştirdik. Yerimiz eskisine göre biraz daha güvenliydi ve bu yüzden içimizden kurtulacağımıza olan inancımız zaman geçtikçe artıyordu. Sessizliğe gömülmüş halde rahatça duyabildiğimiz asker cihazlarına kulaklarımızı kabartmıştık. Cihazda bir asker komutanı diğerine niye çabuk yardıma gelmediniz diyerek küfürler savururken, uzak bir yerden cevap veren diğer bir asker komutanı ise, ne biçim askersiniz, adamlar sizin pusuda sizi gebertmişler, kendi başınızın çaresine bakın. Bu saatten sonra böyle arazide dönüp dolaşırsak bizi de vurabilirler deyip sustu.
Gerillanın gece karanlığında misilleme saldırısı yapabileceği endişesiyle araziye dağılan askerlerini toparlamaya çalışıyorlardı. Çatışmanın üzerinden dört saat geçmişti. Etrafımızda artık askerlerin sesleri gelmiyordu. Hafiften başımı kanalın içerisinden çıkarıp çevreye baktım, bir şey görünmüyordu. Bunun üzerine kanalda yavaşça kalkarak tekrardan çevremizi kontrol ettim. Askerler geri çekilmişlerdi.
Sason arkadaşa işaret ettim, o da zorlukla kanalın içinden çıkıp buğday tarlasının içinde oturdu.
İkimizin de yüzündeki tebessüm okunabiliyordu. Omuz omuza birbirimize destek olarak köye doğru yürüdük. Aşağı köyde evine çokça gittiğimiz bir milis vardı. Arkadaşların sağlam geri çekilmesi ve bizim de kazasız belasız kurtulmamız irademizi çelikleştirmişti. Yaralı ve yorgun halimize rağmen bir saat içerisinde milisin evine varabildik.
Milis arkadaşın bize sıcak yaklaşımı, moral dolusu konuşmalarını ve yaralarımızı hemen tedavi etmeye, temizlemeye çalışmaları bizi oldukça duygulandırmıştı. Aç ve yorgun olduğumuzu halimizden anlayan milisimiz ve eşi hemen yemek hazırlayıp getirmişlerdi. Aç karnımızı doyurduktan sonra sıra yorgunluğu üzerimizden atmak için uyumaya gelmişti.
Tam on iki gün arkadaşlardan kopuk milisin evinde kaldık. Milis arkadaş ve ailesi her türlü hizmeti yapıyor ve bize yüreklerinin derinliklerindeki sıcaklıkla yaklaşım gösteriyorlardı. Fakat yine de arkadaşlara yeniden ulaşma ve onlarla buluşma özlemi ile yanıp tutuşuyorduk. Zaten sonradan öğrendik arkadaşlar çevrede sağlam milisler aracılığıyla bizi sürekli arıyorlarmış.
Arkadaşlardan koptuğumuzun 12. günü milisler bir mangalık arkadaş ile eve gelip bizi Sason dağlarında üstlenen diğer gerilla gücüne ulaştırdılar. Uzun bir aradan sonra tekrar arkadaşlara ulaşmak hem bizi hem de diğer arkadaşları çok sevindirmişti.