Bugün içinde doğduğumuz dünyada inşa edilmiş toplumsal gerçeklikler vardır. Bu inşa edilmiş toplumsal gerçeklikler tarihin şafak vaktinde o zamanın insanları tarafından inşa ettikleriyle bugün var olan toplumlar arasında inşa edilmişler arasında epey büyük mesafeler olduğunu az çok herkes bilir.
Tarihin şafak vaktinde, insanlığın ilk çağlarında var olan toplumsallık ya da o zamanın insanları tarafından inşa edilmiş olan toplumsal gerçeklikler ağırlıklı olarak yaşam koşullarından kaynaklı çok fazla ortakçı, paylaşımcı, adil, eşitlikçi hatta özgürlükçü karakterdeydi. Denilebilir ki tabiaatın zor koşullarına karşı insanlar bir araya gelerek kendi varlıklarını bu tarz bir yaşam tarzıyla sağlayabilmişlerdir. Bu bir olasılıktır. Belki de büyük bir olasılık. Öyle de olsa insan kendi zayıflığının farkında olarak kendisini güçlü hale getirmek için bir araya gelmiştir. Ve ilginçtir bu bir araya geliş ağırlıklı olarak yukarıda ifade ettiğimiz tarzdadır. Bugün bile bu tür ilişkileri Aborjinlerde, Brezilya’da son yıllarda keşfedilen Pigmelerde, Afrika’nın birçok yerinde ortaya çıkan ve halen yaşamlarını sürdüren ilkel kabilelerde, Moğolistan’da 2013 yılında ortaya çıkarılan başka bir Türk kökenli kabile gibi birçok farklı yerlerde benzer ilişki durumunu yaşayan toplulukların, toplumların varlığını görebiliyoruz.
Bu kadar uzağa gitmeden de söyleyeceklerimiz olur. Örneğin Kürdistan’da köy topluluklarında ilişkiler genel olarak dayanışmaya dayalıdır. Birisi hastalandığında uzatılan yardım eli, ekilecek tarla ya da toplanacak hasatta imece usulü yardımlaşmalar, evliliklerde karşılıklı gösterilen destekler derken köy topluluklarının bu yönlü dayanışmacı, ortakçı, paylaşımcı yönlerini rahatlıkla görebiliriz. Dikkat edelim bugünün köy toplulukları üstelik bugünlerde başka sistemlerin ve de toplumsal formlarının etkisi altında oldukları halde bu böyledir.
Yine tuhaf gelebilir ama bugün kapitalizmi en derin bir şekilde yaşayan Avrupa ülkelerinin iyi insan kim?, kötü insan kim? ölçülerine bakmak bile insanlığın şafak vaktindeki derin etkileri görmek mümkündür. Örneğin kapitalizm kâra dayalı, çıkarcı, pragmatist, başkasının emeğini çalmaya dayalı bir sistemdir. Hatta emek sarf etmeden başkalarının emeğini gasp eden bir sistemdir. Özü hırsızlık ve vurgun üzerine kurulmuş olan bir sistem bile kahramanlıklarını anlatırken kesinlikle hırsızlığını övmez. Mal ve mülk edinmeyi, ya da zenginleşmeyi bir hedef olarak herkesin önüne koysa da, iyi insan kimdir sorusuna vereceği cevap kesinlikle; dürüst, gösterişsiz, yardımlaşmayı seven, dayanışmacı, iyiliksever, fakire el uzatan gibi özelikler kesinlikle retoriklerinde kullanılan temel insan karakter hatları olmaktadır. Ancak bu yukarıda sıraladığımız özelikler ise unutmayalım ki ortakçılığın, paylaşımcılığın, dayanışmanın özellikleridir ki bunlarda insanlığın şafak vaktinde henüz sömürü, tahakküm, iktidar, yalan ve dolanın olmadığı bir çağa ait olan özelikleridir.
Gerçekler bu kadar çıplaktır. Çünkü gerçekler çıplak olmayı sever derler. Ne var ki bu gerçeklerin yanında bir de çok büyük yalanlar üzerine kurulmuş olan gerçeklikler vardır. Malcı, mülkçü, hırsız, vurguncu, bireyci, ahlaki ölçülerden uzak, sadece kendini düşünen, toplumdan öcü gibi kaçan gerçekler gibi. Bunların insanlığın şafak vaktinden sonra yaşayan bir sapma sonucu yaşandığını bugün bize bilim söylüyor. Kadının baskılanması, kafese alınması ile baskı ve köle altına alınan insanlığın üstüne bir karabasan gibi çöken eril erkek düzeni süreçle kendini tüm insanlığın hükümranı olarak ilan etmekten geri durmamıştır. Ve o gün bugündür insanlık tahakkümcü, iktidarcı, şiddetçi ve tabii ki hırsız ve vurguncu güçlerin pençesinden kurtaramamıştır. Bırakalım kendini bunların elinden kurtarmayı adeta tüm insanlık bu sapma olarak ortaya çıkan bu gerçekliğin takipçisi, benzeyeni olmak için büyük bir çaba sarf etmiştir. Özelde bu sapmanın zirvesi olan kapitalist sistem sürecinde adeta tüm toplumsallığın hücrelerine sinmiştir. Öyle ki bugün bize insanlığın şafak vaktinde miras kalan doğal toplumsallık adeta param parça edilmiştir. Özünden uzaklaştırılarak toplumsal özelliğinden kopartılmıştır. Bireycileştirilmiştir. Bencilleştirilmiştir. Yine baskıcı zulüm güçlerine karşı sineye çekme öğretilmiştir. Öğretilmiş çaresizlik diye bir gerçeklik ortaya çıkaran kapitalist sistem toplumları bu hale getirmiştir.
Ancak unutmayalım ki bu da inşa edilmiş bir gerçekliktir. Kapitalizmin inşa ettiği toplumsal gerçeklik, insanı çaresiz hale getiren bir gerçekliktir. Kapitalizmin inşa ettiği daha doğrusu dağıttığı toplumsal gerçeklik kesinlikle hücrelerine kadar parçalanmış gerçekliktir. Toplum hücrelerine kadar parçalanmadan kapitalizmin kâra dayalı hırsızlık sistemi toplumun hücrelerine kadar sinemez, sinemezse istediği kârı elde edemez. İstediği sömürüyü gerçekleştiremez.
Kapitalist modernist sistem böyle hırsız bir sistemdir. Ancak söz konusu Kürdistan ise buna birde sömürgeciliğin bu topraklara ektiği asimilasyonist ve soykırımcı uygulamaları da eklemek gerekiyor. Sömürge devletler ağırlıklı olarak sömürge altına aldıkları toprakları fena halde vururlar. Ezerler. Küçük düşürürler. Ancak söz konusu Kürdistan gibi neredeyse sömürge olarak bile kabul edilmeyen bir gerçeklik ise orada ortaya çıkacak olan toptan, tümden fiziki ve kültürel soykırıma tabi tutulmadır. Bir halkı kültürel olarak soykırıma tabi tutmak için önce o halkın kültürel varlığını çarpıtacaksın, küçük düşüreceksin, gözden düşüreceksin ve öyle bir durum yaratacaksın ki sömürge altına alınanlar kendi kültürel değerlerinden kaçar hale gelsinler. Bu sağlandıktan sonra artık sıra kendi egemen sömürge kültürünü sömürge altına alınan topluma yedirmeye başlanır. Bu öyle ileriye götürülür ki bir halk toptan süreçle kendi kültürel değerlerinden uzaklaştırılır. Bu gerçekliğin adı kültürel soykırımdır. Bunun sağlanabilmesi için sömürgecilerin kendi inşalarını başarıyla sağlamış olmaları gerekir. Sömürgecilerin yapacakları inşa ise kesinlikle sömürgeci bir inşa olmaktan öteye gidemez. Sömürgecilerin yapacakları sömürgeciliği kurumsallaştırmak olacaktır ki bu da yukarıda ifade ettiğimiz gibi soykırımdır.
Şimdi Kürdistan’da bizler inşa sorunları konuşmaya, tartışmaya ve de eyleme geçtiğimiz andan itibaren kesinlikle özgürlüğü sağlamakla uğraşmaya başlarız. Nedeni açıktır, sömürgecilerin bizleri tutsak alan bir inşayı bizlere önce askeri zorla ardından ise kültürel zorla yedirmeye çalışmışlardır. Bunun da ortaya çıkardığı gerçeklik kesinlikle kendi toplumsal gerçekliğinden uzaklaşma olmuştur. Hatta düşmanın bire bir hizmetine giren bir gerçeklik ve felç olmuş bir gerçeklik olmuştur.
Evet, Kürdistan’da inşa görevlerine başlandığında yapılan iş ya da inşa kesinlikle özgürlük inşasıdır.Bunun için Kürdistan’da toplumsal çalışmalara el atılır atılmaz bunun böyle değerli bir çalışma olduğu bilinecektir. Bu böyle önemli ve değerli bir çalışma olduğu için dikkat edelim sömürgeci güçler en sert yönelimlerini bu çalışmayı yürütenlere karşı dönük yapılmıştır. En sert yaptırım inşa çalışması yürütenlere karşı yapılmıştır. Ve öyle görülüyor ki Kürdistan’da demokratik ulus mücadelesi sürdükçe de bu durum da böyle devam edecektir.
Kapitalist modernite ile sömürgeciliğin tahrip ettiği toplumsal yapının inşa çalışmalarına girişirken öncelikle hem kapitalist modernist kültürün tahribatlarını bileceğiz hem de sömürgecinin toplumsal bünyede yarattığı tahribatları bileceğiz ve bilerek inşa çalışmalarına el atacağız.
Kürdistan’da en büyük tahribat kesinlikle duygularda yapılan tahribatlardır. Bunun için önce duygularda sağlam bir inşaya gidilmelidir. Önce duygularımızı sömürgecilerin duygularında arındıracağız ki özgürleşmenin yolunu tutalım. Önce düşmana ait olanları yüreğimizde, beynimizde ve hatta bedenimizde söküp atacağız ki az da olsa düşündüklerimizin yoluna giriş yapabilelim. Bu ise yeni bir inşa demektir.
İkinci önemli inşayı ise kapitalist modernitenin bizlerde yarattığı toplumsal tahribatlardır. Bireycileştiren, bencilleştiren, egoist kılan sadece ve sadece kendini düşünen inşa yerine toplumsallığı öne veren, toplumsallığı yeniden ele alarak inşa eden bir yaklaşım esas alınmalıdır ki yeniden inşa, inşa olabilsin. Yanlış hayat doğru yaşanmaz demiş bilge kişiler. Bilinen yollarla gidilecek yerler yine bilinen ve deşifre olmuş olan yerler olacağı için bu çok önemli bir husus olmaktadır.
Bu her iki inşaya sağlam giriş yapıldıktan sonra sıra diğer inşa çalışmalarına gelecektir. Hiç şüphe yoktur ki toplumsal sorunlara yaklaşırken bütünsellik içerisinde yekpare ele alarak yaklaşım içerisinde olacağız. Ancak tüm inşaların ortak nirengi noktası örgütlülüktür. Önce muazzam bir şekilde örgütlü yaşama giriş yapacağız. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, nerede yapacağımızı, ne kadar zamanda ve niçin yapacağımızı müthiş bir plan dahilinde yapacağız ki el atacağımız işleri başarılı bir şekilde yapalım. Aksi taktirde yapılacak her türden çalışma ya da inşa çalışması yarı kalmaya mahkumdur.
Başka önemli bir çalışma ise işlerin planlandıktan sonra pratiğe dökülmesidir. Önce zihnen hazırlanacağız, sonra ise iman edercesine zihnen tespit edilenlere bağlanacağız ardından ise bunları pratiğe yani eyleme dökeceğiz. Dikkat edelim; düşünce, söz ve eylemin birlikteliğinden söz ediyoruz. Böyle bir birlikteliğin ortaya çıkaracağı enerji, coşkuyla dediğimiz gibi pratiğe yönelmek müthiş bir sonuç ortaya çıkaracaktır.
Ve tabii eyleme dökülen inşadan sonra yeniden başa döneceğiz. Ortaya çıkan eksik ve yetersiz olanları yeniden fikrin, zikrin ve eylemin süzgecinden geçirerek yanlışları düzeltmeyi esas alacağız.
Sözü uzatmadan, inşa görevleri sadece inşa görevleri değildir. İnşa görevleri gerçek anlamda özgürlük ve özgürleştirici görevlerdir. Bir toplumu bu perspektifle ele alarak inşaya yönelmek sadece ve sadece insana moral ve coşku vereceği için her Kürdistanlının inşa çalışmalarına katılması dönemin en asli çalışmalarındandır. Bu dönemin en ileri düzeyde sevinç ve neşe pratikleri bu inşa çalışmaları olacaktır. Bir nevi: Hz. Nuh’un tufan sonrası gemisinde indiğinde yaptığı işleri yapar gibi inşa çalışmalara el atmak tek kelimeyle tarihi önemde bir çalışmadır.
Kasım ENGİN