HABER MERKEZİ
Kamusallık aynı zamanda bürokratik erkek tekeli anlamına gelir. Ancak nedendir ki toplumsal rollerin merkezinde devlet ve bunu besleyen iktidar kurumlaşmaları olmasına rağmen irdelememiz gerekenin bireylerin rolleri olduğuna işaret edilir. Derin bireyciliğin geliştirilmesi, bu kurumlaşmaların arka plandaki kamusal karakterlerinin toplumda yarattığı eşitsizliği gizlemeye yöneliktir. Aslında ‘eşitsizlik ve kölelik birey kaynaklıdır’ denilerek, iktidar ve hiyerarşi, başka deyişle devlet ve erkek, bu kötülük ve eşitsizlik karşısında bekayı sağlaması gereken güç olarak konumlandırılır. Hem üretilen hem de yönetilen bu tür bir bireycilik kapitalist modernitenin özeti gibidir. Kadına ve topluma karşı egosu ve gücü şişirilerek ortalığa salınan en maço erkekten tutalım, takım elbise giydirilerek masa başında oturtulan ‘ciddi’ erkeğe kadar her sınıftan erkek, sistemin kendini yeniden iktidar olarak üretmesinin aracı kılınmıştır. Kadının hem cins, hem ekonomik ve siyasal olarak karşılaştığı sorunlar bu tür bir erkekliğin yarattığı problemlerden oluşmaktadır.
Peki, kamusal alana daha çok kadının katılımı hiyerarşi ve iktidar olgularının yarattığı problemleri aşmak için yeterli bir çözüm müdür? Sorunu nicel olarak aşmak, nitel bir değişim yaratır mı? Bu soruya vereceğimiz yanıtlar, iktidar ve hiyerarşiye bakış açımızla ve bunu sorgulayış düzeyimizle doğru orantılı olacaktır. Eğer egemen erkek iktidarın yukarıda belirttiğimiz üzere bir ideoloji olduğunu kabul ediyorsak cevabımız kesinlikle “Hayır” olmak durumunda.
Maddi değişimlerin dönüştürücü etkileri elbette yadsınamaz ve kısa vadede anlamlı karşılıkları olabilir. Örneğin siyasette kadın kotaları, ekonomi başta olmak üzere güvenceye alır. Toplumsal eşitlik yitirildiğinde yalnızca doğal statülerin kaybı değil aynı zamanda bu eşitliğe karşı yeni bir zihniyet yapısı oluşturuldu. Geleneksel, doğal statülerin yerini hiyerarşi aldı. Buna dayalı olarak erkekler yapıp ettikleri her şeyin kadınlarınkinden üstün olduğunu iddia ettiler. Etkili olunca da dalga dalga yayılmaya başladı. Kentin köyden üstün kılınması, tanrının tanrısallıktan üstün hale getirilmesi bu hiyerarşin sonucudur. Kadına mahsus tüm özellikler ters yüz ediliyor. Tanrıçalıktan, boyun eğen kadınsosyal alan düzlemelerinin süreklilik arz ederek cins bilincine dayalı varlık bulması; hatta Ortadoğu gibi kapalı, içe dönük toplumlarda kadının evden çıkabilmesi bile değerli, anlamlı çabalardır. Geliştirmesinde yarar vardır. Ancak bu maddi kıpırdanışların ideolojik dönüşümle iç aşamasına gelerek üretken sevgisi sıradanlaşan bir fedakarlığa, şefkati de itaate dönüşecektir. Erkeğin eril özellikleri de değişir. Cesaret saldırganlığa, gücü tahakküm kurmaya dönüşür. Avcılıktaki kararlılığı, avlama yeteneği baskın akıl haline gelir ve yağmacı bir karaktere bürünür. Hiyerarşinin kurumsallaşmasında yaşlı ve tecrübeli erkek yeteneğini, deneyimlerini gençler üzerinde etkili olmanın tekeline dönüştürür. Yılların oluşturduğu deneyimleri, ayrıcalıklı bir statüye dönüştürerek güç haline getirir.
Temel hatlarıyla özetlenen bu tarihsel ve evrimsel arka plan bize bunu göstermiştir ki içe olması çok önemli. Bir birini tamamlayan ve aktif mücadelede kadının tarihsel öznelliğine uygun bir toplumsal varlık bulma çabası işin asıl önemli yanıdır. Verili rolleri reddetmek, karşı koymayı, kıstırılıp nesnelleştirmeyi kabul etmemek, ikincil rollere itiraz etmek, sesini yükseltmek, cinsiyetçi anlam ve kategorileştirmelerle mücadele etmek politik bir bilinç gerektirdiğindendir ki kadınlar özellikle bu kolektif erkeklik alanlarından uzak tutuluyor. Kadınların dönüştürücü gücünden korkuluyor.
Şüphesiz ki mevcut haliyle temel perspektifleri iktidarcılık ve hiyerarşi olan bu yapıların başına sosyalist, feminist, devrimci militanları, yani adı ne olursa olsun en iddialı kadınları koysak da bu yapılar yine iktidar ve hiyerarşi üretirler. O halde hem maddi değişimlerin hem de kadın özgürlükçü ideoloji perspektiflerinin sonuç alıcılığı, sisteme erkeklik ve iktidar eleştirisiyle yaklaşımı gerektirir. Bu düşünce seyri eni sonu devletli uygarlık sisteminin reddini içermek durumundadır, zira sistem dışı kalmadan (güçlü bir muhalefet ve yaşam tercihi yapmadan) bu mümkün görünmemektedir. Devletin erkeklik normlarını eleştirmek ya da erkeği devletle özdeşleştirmek, tarihsel-toplumsal geçmiş ve güncelimizde yeterli veriyi sunduğu için oldukça yararlı sonuçlara götürecektir. Erkekliğin etkisizleştirilmesi kategorik olarak devletin etkisizleştirilmesine kadar uzanabilecektir. Çünkü devlet tüm kurumlaşma ve sistemini erkek otoriterizmi üzerine kurmuştur. Hiyerarşi de benzer gelişim gösterir.
Erkek cinsiyet hiyerarşisine dayalı olarak devleti kurdu. Devlet, erkeğin erk normlarına dayalı olarak karakterize edilip, ana değerlerin inkarı üzerinde kuruldu. Bununla beraber gözden kaçmaması gereken gerçekliklerden biri de bu sınıflı toplum gerçeği içinde erkeklik rollerinin de kendi içinde bir sınıflaşmaya tabir kılındığıdır. İşçi erkek, burjuva erkek, asker erkek, feodal erkek ve daha da sıralayabileceğimiz bu konumlar gerek devlet nezdinde gerekse de toplumsal alanda hiyerarşik düzlemde tanımlara sahip. Ama erkekliğin istisnasız her kategorisi devlet, iktidar desteğiyle kadın üzerindeki üstünlüğü elinde tutar. Erkeğin iktidarını pekiştiren devlet, ordu, üniversiteler, aile vs. alanlarda şaşmaz şekilde belirleyici rol erkeğindir.
Gücün erkek tekelinde tanımlanması toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak kurgulanmıştır. Koruyan, kollayan, pozitif, akılcı, savunan rol, hiyerarşik olarak oluşturulan toplumsal ilişkilerde erkeğe atıfta bulunur. Hiyerarşinin başında hükmeden erkek vardır ve buna karşılık sert, saldırgan, yıkıcı, yok edici erkeğin zıttı olan her davranış, edim, fikir kadınlık olarak tarif bulup ortadan kaldırılması meşru olgular olagelmiştir. Hayatta kalma mücadelesi erkeğin -her şey pahasına- temel dürtüsüdür. Ve bu dürtü ahlaki olarak toplumsal değer kapsamına giren her şeyi yok etmekle canlı kalabilir. Buna erkeğin faşizmi demek çok yerinde olacaktır. Çünkü faşizm, inkara dayalı, şiddet içeren ve değer tanımayan özelliğiyle erkekliğe benzer normlara sahiptir. Erkeklik üstün kültürdür, bu kültür erkeklik geleneğine sıkı bağlılığı gerektirir, dindardır ve her şeyden önce otoriter liderlik karakterini her şart ve koşul altında koruması varlık nedeni halini almıştır.
Alt kültür ise kadınlıktır ve sömürülmesi erkekliğin şanındandır. Her şeyden önce böyle faşizan bir bölünmeyle oluşturulmuş rollerde liderlik, reislik rolünün erkekte olması bir yetenek değil ideolojik bir roldür. Son yüzyıllarda burjuvazinin de yükselişiyle orta sınıf erkeğinde bu faşizan rol daha da somutlaşmış oldu. Sistemin savunucusu ve koruyucusu bu yeni erkeğin rollerine yeni roller katılmış oldu. Savaşan, liderlik eden erkekler sanat ve kültür yaşamında, iş hayatında, eğitim sahasında beceri ve yetenekleri kat kat arttırılarak yeni elbiseleriyle ortaya atılıverdiler. Artık kibarca sömürülmeye başlandığımıza şükretmeliydik.
Evdeki baba, ordudaki komutan, işyerindeki patron; kültürel, bilimsel, teknolojik sahada, eğitim alanında yeni fırsatlar edinerek kapitalist modernitenin belkemiği halini aldılar. Böylece maçoluk, orta sınıf burjuva erkeğin ideolojik mutasyona uğramasıyla törpülenmiş oldu. Bilgi ve teknolojik gelişmeler bir kesimi, özelde burjuvazi denen üst sınıf erkeğin yeni ölçülerle sisteme adaptasyonu hızlıca sağlanmış oldu. Maçoluk, mahalli kültür, işçi sınıfı ve emekçilere özgü erkek rolleri olarak ama kesinlikle sistemde karşılığı olan roller olarak şişirildi. Üst gelir gruplarına ait erkekler, iktidar ve devletin ekonomik veya sistemsel üst yapısını sağlama alırken daha alt sınıftan erkekler ise toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak aile kurumu başta olmak üzere iktidar ve hiyerarşinin sürdürülmesinin simgesi sayıldı. Kamusal üst yapıda erkek hakimiyetine güç veren yapı, esasta çekirdek aile içinden başlayan maço erkekliğin kadın hakimiyetine dayanır. Özcesi, kibarca sömürülmek ile kabaca sömürülmek arasında fark tartışmaya değmeyecek kadar görünür olmalıdır. Çünkü erkek, toplumu kolektif iktidarını sürdürecek şekilde dizayn etmiştir ve hayatın her anında bir çaba halindedir.
Bununla beraber gerek liberalizm sonrası görece demokratik uygulamalar gerekse de demokratik toplum güçlerinin (feministler, anarşistler, çeşitli gençlik hareketleri, çevre hareketleri) mücadelesi sonucu kadın kimliğinin üzerine kurulu olduğu kalıplar, olgular, algılar, ilişkiler sorgulandı ve zamanla dünyanın birçok ülkesinde erkeğin iktidarını üzerine kurduğu kolektif politik sahalarda kadınlar da görünmeye başladı.
1970’lerden sonra kadın kimliğinin siyasal mücadelesini örgütlü bir şekilde veren feminist hareketlerin bundaki rolü belirleyicidir. Zamanın ruhu dikkate alındığında bireysel hakların geri alınması ve kadın kimliğinin görünür kılınmasında oldukça önemli bir süreçtir. Erkek merkezli kamusal alanın belli oranda dönüşüme uğraması da bu hareketlerin emeği ve dönüştürme çabasıyla ilgilidir. Ancak halen önümüzde duran en önemli sorun, sistemin politik toplum yaratmanın önüne geçebilmek için bir yan- dan toplumsal cinsiyet rollerini derinleştirirken, diğer yandan bu cinsiyetçiliğin mücadelesini veren dinamikleri toplum nezdinde manipüle edebilmek için liberalizm adına bireysel haklar ve farklılıkları daha çok öne çıkarmasıdır. Türkiye gibi ülkelerde ise liberal bağlamda bile olsa böyle bir çabadan söz edemiyoruz.