HABER MERKEZİ
İsrail’in inşası çok daha ilginçtir. Her ne kadar 3.000 yıllık bir ütopyanın sonucu olduğu idea edilse de o da son 200 yılın yapay varlıklarından biridir. İlk adımların inşasından son adımların inşasına kadar süreç baştan sona kanlıdır. Herhalde Yahudi halkı ve kültürü için bundan acılı başka bir yol tahayyül etmek zordur. Yanı başındaki Lübnan’ın inşası daha da gariptir. Nasıl durulacağı kestirilememektedir. Suriye adının bile nasıl seçildiği pek anlaşılır değildir. Yüzyıl öncesinde hepsinin yerinde daha geleneksel beklide belli anlamlılıkları olan bir Osmanlı vilayetleri kavramı geçerlidir. Tarihte geriye gittikçe ne vilayet adı kalır, ne ülke. İslamiyet’le birlikte yön duygusu temelinde bir adlandırma benimsenmişti.
Belkide daha gerçekçi, belli bir anlamı “Beledül İslam”, İslam’ın memleketi genel ad olarak kabul görüyordu. Pek mesele de yapılmıyordu. Ülke tapınması yoktu. Tapınılacak varlık sadece Allah’tı. O da toplumun ortak vicdanıydı. Sıfatlarıyla, isimleriyle belli bir kavramı oluşmuştu. Belki de daha doğru olan buydu. Bu demek değildir ki yerelin, bölgenin, ulusun ülkesinin, ümmetin arz’ının hiç anlamı yoktur. Vardır, ama tanrısallaştırılacak kadar değil. Burada olumsuz olan aşırı abartmanın olumsal varlığın hakikatini silecek kadar baskın çıkmasıdır. Aynı yorumları ulus-devletlerin diğer kimlikleri için (bayrak, marş, ulus, tarih) de yapabiliriz. Sembollerin iletişimde, anlatımda elbette önemli yeri vardır.
Kapitalist modernitenin tamamen hegemonik çıkarlarına göre belirlenen (mantığı bu olan) dünya ve bölge ulus-devletleri; yerelin, bölgenin, ulusun, kentin, köyün (bunların hepsi kalıcı ve evrensel gerçekliklerdir) hakikatleriyle bağdaşmazlar. Dolayısıyla aralarında ciddi çelişki ve çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır. Adaletin, özgürlüğün ve demokrasinin üzerinde inşa edilmediklerinden her zaman bu evrensel kavramların içeriğiyle çelişecekler, çatışacaklar. Ortaya çıkan sonuç; ulus-devlete ilişkin son iki yüz yılın edebiyatının çok az hakikat değeri ifade etmesidir. Çok anlam verilmeyen ilkçağ mitolojilerinden belki daha anlamsız bir mitolojik anlatımla karşı karşıyayız. Kanaatimce tek bir ulus-devlet adına dökülen mürekkebin değeri tüm ulus-devletlerden daha değerlidir. Değerlendirilmemden çıkarılacak sonuç tümüyle devleti ve ulusu inkar ettiğim, varlıklarını anlamsız bulduğum biçiminde olmamalıdır. Birer gerçeklik olarak devlet ve ulusun çok önemli anlamları vardır. Doğru çözümlenmeleri önemlidir. Hemen yıkılacak, yıkılması gereken varlıklar da değildir. Tehlikeli bulduğumuz bunlar değil, ulus-devletin inşa mantığı ve sürdürülme tarzıdır. Çünkü hep savaşı, soykırımı, mutsuzluğu çağrıştırıyor. Toplumsal hakikatlerin budanmasını, değeri olmayanın aşırı yüceltilmesini çağrıştırıyor.
Kapitalizmin bizzat sistem olarak kendisinin Ortadoğu kültürüne olumlu olarak yansıtacak bir değeri yoktur. Benzerine binlerce yıl tanıklık edilmiştir. Tarım, ticaret, para, sanayi kapitalizmi bölgede yaşanmıştır ve en uzun tarihe sahiptir. Bölge kültüründe ahlaki ve politik toplum değerlendirmesi yapılmıştır. Belki sanayi devrimi bir ilave, katkı sunabilirdi. Ama onunda doğuşunda endüstriyalizm olarak ideolojik bir sunum kazanması yıkım şeklinde tecellisine yol açtı. Endüstriyalizmin Ortadoğu kültüründe doğuracağı sonuç zaten zor ayakta kalan çevrenin daha da olumsuzlaşmasıdır. Zaten artan çölleşme, kıtlık, işsizlik, kirlilik (havada, suda, karada) halinde tüm olumsuzluklarını geliştiği, yerleştiği günden beri artan bir tempoyla kusmaktadır.
Bir gelenek olmaktan çok son iki yüz yılın modernist bir olgusu olarak geliştirilen “yeni İslam’ı” da ulus-devlet kapsamında değerlendirmek daha anlamlı olacaktır. Bu İslam’ın din geleneği olarak değil, milliyetçilik olarak inşa edildiğini kavramak kilit önemdedir. Bölgesel milliyetçiliğin prototopidir ve Oryantalizm damgalıdır. İslami yaşamla ilgisi olmayan Oryantalistlerin icadıdır. Avrupa hegemonik güçlerinin bölgedeki yayılımlarıyla yakından bağlantılıdır. Özellikle Alman hegemonyacılığıyla. Son dönemde Sovyet Rusya’sına karşı ABD hegemonyasıyla irtibatlıdır. İcat edilmiş siyasi İslam’ın tarihsel İslam kültürüyle ilgili olmadığını, milliyetçilik olduğunu, amacının da bölgeyi, kültürel direnişini parçalayıp güçten düşürmek olduğunu kavramak büyük önem taşır.
Son 200 yılın ulus-devlet oligarşilerini maskeleyen bir milliyetçilik ideolojisidir İslam. İran İslam Cumhuriyeti bu gerçekliği çok çarpıcı olarak sunmaktadır. Şia İslam’ı baştan sona İran milliyetçiliğidir. İran imparatorluk geleneğinin hegemonik ideolojisidir. Özellikle başta Hz. Muhammed olmak üzere doğuşundan günümüze demokratik öğe olarak İslam’la; iktidarcı öğe olarak İslam’ı ayrıştıran, bu temelde halkların, yerel ve bölgesel varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Toplumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesinin günümüzü aydınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. Aynı yorumlamalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştilik (Maniheizm gibi sentezler de önemlidir) için de geliştirildikçe Ortadoğu kültürü doğruya yakın çözümlenebilecek ve anlam zenginliğine yol açacaktır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır