HABER MERKEZİ
Modern ailenin kapitalizm ve ulus devlet ile ilişkisinin eleştirisi, Öcalan’ın kapitalist modernite tartışmalarının anahtar konularından biridir. Öcalan’a göre modern aile, kapitalist modernitenin kurucu taşlarından olup, kapitalist modernitenin dayattığı hukuki ve devletli topluma karşı ahlaki ve politik bir toplumun oluşturulması için verilen mücadele, aynı zamanda aileye karşı verilen bir mücadeledir.
Bu yazıda önce Öcalan’ın aile hakkındaki düşüncelerini ve aileye yaklaşımını ele alacağım. Daha sonra ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasal ve toplumsal eyleyişinde aileyi ne şekillerde dönüştürdüğünü mesele edineceğim. Ayrıca AKP’nin barış sürecinde Kürt ailesine yönelik sosyal politikalarının bu dönüşmüş aile yapısını hedef aldığını ve AKP’nin Kürt ailesini Kürdistan’da gerçek kılmak istediği kapitalist ve devletli topluma göre yeni- den inşa etmeye çabaladığını savunacağım. Yazının sonunda Kürt hareketinin demokratik modernite ile birlikte geliştirmeye çalıştığı politik ve ahlaki toplumda ailenin konumuyla ilgili bazı sorular sormaya çalışacağım. Bu soruların cevapları her ne kadar yine eyleyiş içinde verilecekse de bunları entelektüel olarak tartışmaya açmanın, dünyada ve özellikle feminist yazında aile ile yakından ilgili olan yeniden üretim ve bakım emeğinin örgütlenmesi ve özgür bir toplumda kişiler arası hallenmeler, tesirler ve duygulanımlar konularındaki tartışmalara katkı sunacağını umuyorum. Kürt Özgürlük Hareketi, eyleminde ve eyleyişinde yeniden üretim ve bakım, kişiler arası bağlar ve kişinin duygusal ve bedensel terbiyesi çerçevesinde çok önemli ve yenilikçi deneyimlere sahip olduğundan, hareketi bu tür terimlerle kavramanın alternatif dünya arayışlarına “demokratik özerklik” ve “radikal demokrasi” ötesinde katkı sunacağını düşünüyorum.
Feminist yazın ortaya çıktığından itibaren modern devletin ataerkil tabiatı çevresinde çok önemli tartışmalar yürüttü. Özellikle, devletin ve hukukun kamusal alanda kadın erkek eşitliğini garantiye aldığı hallerde dahi bunun ne kadınların gerçek anlamda erkeklerle eşit haklardan yararlanmasına ne de özgürleşmelerine yol açtığının anlaşılması ile birlikte feministler, özel alan ve aileyi ve bunların devlet formu ile ilişkisini sorunsallaştırmaya başladı. Feminist yazın, devletin nüfus, sağlık, evlilik, mülkiyet, konut ve emek politikalarının nasıl bir yandan belli özel alan ve aile biçimlerini imkansızlaştırdığını ve bunlara müdahale ettiğini gösterdi. Diğer yandan ise bazı aile biçimleri normatifleştiriliyordu. Böylelikle aile tartışmaları, politik alanın dışına çıkartılıyor ve “yönetim” ve “gelişimin” konusu haline getiriliyordu. Oysa aile son derece politik bir alandı çünkü devlet ve aile sıkı bir işbirliği içinde modern toplumların ihtiyaç duydukları özneleri üretiyordu. Bu özneler ta baştan cinsiyetlendirilmiş öznelerdi ve modern toplumda cinsiyetlendirme ve kapitalizme, devlet ve hukuk düzenine uygun vatandaşlaştırma aynı anda ve bir lahzada gerçekleşiyordu. Örneğin kadınlar milletin anası, sembolü, namusu ve vicdanı olarak tanımlanır ve aile içinde “iç işleri bakanlığı” özellikleri ile donatılırken, erkekler milletin askeri, namus bekçisi ve idarecisi olarak betimleniyor ve ailenin “dış işleri bakanı” olarak aileyi kamusal alanda, kamuyu ise özel alanda temsil etme yetkisine kavuşturuyorlardı.
Bu bağlamda yapılan tarihsel çalışmalar, modernitenin kadınları özgürleştirmek yerine yeni cinsiyet kimlikleri ve eşitsizlikleri yarattığını belgeliyor; sosyolojik ve antropolojik araştırmalar ise bu eşitsizlik ve hiyerarşilerin toplumsal, iktisadi ve siyasi alanlar arasındaki maddi ve sembolik sınırların çizilmesinde oynadığı rolü gösteriyorlardı. Kadın bedeni üzerinden gelişen yazın ise kadınların bedenlerinin sunumu ve temsili, içerilmesi ve dışlanması, bu bedenlere yapılan yatırım, bedenin ehlileştirilmesi (disipline edilmesi) ve eş zamanlı olarak kadın bedeninin şiddete maruz bırakılmasının modern iktidar ve egemenlik biçimlerine içkin olduğunu iddia ediyordu. Kısacası devlet, aile ve cinsiyet ilişkilerine ışık tutan ve sosyalist, radikal ve sömürge sonrası (post-kolonyal) düşüncelerden beslenen feministler aileyi cinsiyetlendirilmiş ve kapitalist ulus devlete uygun özneler yetiştiren, kadınların emeğini sömüren, ezilmesini meşrulaştıran ve kamusal hakların dolaylı olarak eşitsiz kullanılmasını sağlayan bir birim olarak görüp kıyasıya eleştirdiler. Öcalan’ın yazıları da benzer gözlemler yaparak ilerlemektedir.
Nazan Üstündağ