HABER MERKEZİ
Özellikle günlerden biri, düşmanın 1 Ekim’den beri startını verdiği bu yeni süreci biz de Ortadoğu’dan çıkışımızla birlikte yeni bir sürece çevirmek için büyük bir hamle yürüyüşü halindeyiz. Bu yürüyüşümüz, bir halkın yürüşüdür. Bu, dar bir ulusal yürüyüş değil, uluslararası yürüyüştür. Nitekim bunun en parlak ifadesi çarpıcı bir biçimde hala etkileri, yansımaları dünyanın dikkatini çeken anlamlı ve şanlı Roma yürüyüşüdür. Roma’nın tarihine de yaraşır bir yürüyüştür. Her şeyden önce özel olarak tüm zorlukları göze alarak, her türlü fedakarlığı yaparak bu yürüyüşe katılan, gece gündüz demeden, yine soğuğa karşı ayakta günlerce bekleyerek bu yürüyüşe tarihi anlamını veren tüm halkımızı, tüm değerli dostlarımızı, İtalyan halkını ve dostlarını da bu vesileyle kutluyorum, selamlıyorum.
Yine bu süreçte en başta önderliksiz olamamanın acısıyla veya önderliğin tehlikede olduğu, hatta biraz da aşırıya yorumlayarak neredeyse önderliksiz yaşama gibi bir tehlikenin kapıya dayandığını hissederek, en değerli canlarını gerçekten kahramanca ateş topu haline getirerek tarihi rolünü oynayanları da büyük bir minnetle anıyorum ve yaralı olanlara da candan selamlarımı, sevgilerimle birlikte sağlıklarına kavuşmalarını ve gerçek bir mücadele kahramanı olarak tarihi yürüyüşlerine devam etmelerini diliyorum. Ve bu arada yine çok çeşitli nedenlerle yeniden ulusal harekete, insanlık hareketine katılan bütün yeni insanlarımızı bu katılışlarından dolayı kutluyor ve selamlıyorum. Yine Avrupa’ya, Roma’ya gelişimiz münasebetiyle şüphesiz başta İtalyan halkı olmak üzere ilgi duyan bütün Avrupalı dostlarımızı bu yıldönümü dolayısıyla kutluyorum, selamlıyorum.
Şuna her şeyden önce değinme gereği duydum; gerçekten büyük bir felaket hazırlanmak isteniliyordu. Kendi duygu dünyamı bu süreç içinde şunun için çok öz olarak dile getirmek isterim; bir halkın başsız kalmasının vahametini iliklerimize kadar duyduk. Bunu kendimiz, fiziki varlığımız için değil –ki bu hiç umurumuzda bile değildi– gerçekten milyonların bizzat ayağa kalkarak gösterdikleri; önderliksiz olamayız, yaşayamayız durumunu görünce bu en dayanılmaz acı karşısında sarsıldığımı belirtmek istiyorum. Soğukkanlılığımızı yitirmemekle birlikte hiçbir halkın bu duruma düşmemesi gerektiğini ve yine hiçbir halkın da yine böyle mazlum olmaması gerektiğini ve hatta ne kadar olağanüstü olursa olsun hiçbir kişinin böylesine bir duruma dayanamayacağını hissederek, ama yine de iğne ucu kadar bir imkan olursa halklarımız için değerlendireceğimi, en ufak bir sarsıntı geçirmeden, hatta ve hatta bu son şerefli bir ölüm gibi bir şey de olacaksa, biliyordum ki bu en rahat eylem biçimidir.
Önderi olmayan halk felakete sürüklenir
Tekrar vurguluyorum; inanılmaz bir yaşam bağlılığın ve gerçekten de yaşama aşk derecesinde olağanüstü bağlılığın en çok kendini hissettirdiği bu süreçte, tanıdığım en şerefli bir duygunun da hiçbir çare kalmadığında düşmanın alabildiğine ‘yakaladık, teslim alıyoruz, teslim almaya gidiyoruz’ dedikleri koşullar altında tek kelime düşman karşısında söylemeden, şahane bir ölüme gitmenin de şerefli bir eylem olduğunu düşündüm ve kendimi buna da oldukça hazırlamıştım. Ve kesinlikle bunda alınacak, üzülecek bir yan olmadığını belirtiyorum. Hatta bu kahraman direnişçilerimizin yanında bizim yaptığımızın o kadar ahım şahım olmadığını da kendime söylemek durumunda kalmıştım. Ama buna rağmen esas olarak endişem kendimiz için değil, sizin rolünüz içindi. Bir yandan partimiz içinde yıllardan beri oldukça zafere yakın çalışma imkanları verilmesine rağmen bu çalışma imkanlarını zafere dönüştüremeyen geri kadro yapımızın acıları, yarım işleri bizi zorlamıştı. Bunlar bizi çok sarstı. Ve bunların giderilmesinin her şeyden önemli ve öncelikli olduğunu, fırsat bulur bulmaz bunun gereklerini yerine getireceğimize birinci görev planında yer verdik. Yine özellikle halkımızın büyük beklentilerinin çok zor da olsa kesinlikle daha sağlam esaslara bağlanılarak, cevap olunması gerektiği, özgür yaşam imkanlarını bu kadar yakalamışken bunun yarım kalmaması, mutlaka kalıcı, sarsılmayan, düşmanın çılgınca hesaplarına yenilmeyen bir özgür halk hareketinin daimi sürmesi için yaşamak gerektiğini iliklerimize kadar hissetmiştik. Önderliksiz bir halk olmanın çok zor olacağını, felaket olacağını düşünmüştük. Ve bunu bütün yolları, yöntemleri deneyerek önümüzdeki süreçte kesinlikle gidererek ve bir daha zor durumlarda böyle bir halkı bırakmayarak yanıt vermek gerektiğini yine iliklerimize kadar hissettik. Bu göreve sahip çıkacağımızı kendimize bin defa and içme temelinde ve yine sıradan bir imkanı çok iyi değerlendirerek, her sözü, her adımı yerinde atarak geldik. İnanıyorum ki şimdiye kadar hep böyle atmaya çalıştık. Ama bundan sonra daha anlamlı ve başarılı bir biçimde böyle adımların sahibi olmaya kararlılığımız son derece gelişti demek durumundayım.
Bugünlerde kadınlarımızın, kızlarımızın ister açlık grevleriyle, ister yürüyüşleriyle aslında özünde özgür yaşam tutkularının büyük önem arz ettiğini, bu konuda yarım kalan işlerinin tamamlanmasının söz ve eylemlerinin geliştirilmesi gerektiğinin büyük önemini ve mutlaka tamamlanması, başarılması gerektiğini iliklerimize kadar hissederek, bundan sonra gerçekten bu yönlü özgürleşme çabalarımıza kesin başarı derecesinde bir yer vererek daha büyük başarıların ortaya çıkacağının heyecanı içinde de olduk ve bu konuda da özellikle özgür yaşam tutkularının başlı başına büyük bir kuvvet, büyük bir yaratıcılık olduğu olgularına da sonuna kadar ulaştık. Umarım bundan sonra güce de dönüştürürüz.
Düşmanın oldukça küçülen, hiçbir insani sınır tanımayan, yani otuz bin kişinin ölümünden ben sorumluymuşum gibi iddiaları… O kadar utanmaz ve yalancı ki, “sen bu toprakların bin yıldır sahibi olan halkları ne yaptın ey düşman” demek gerekiyor. Sen kendin diyorsun ‘ben 1070’de bilmem Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu işgal ettim’. Peki binlerce yıldır bu toprakları kim tarıma açtı, kim uygarlığa açıldı, hangi dilleri vardı, hangi kültürleri vardı, hani o görkemli tarih eserleri, o Roma’nın güçlü tarih eserleri? Hala insan yanına gitti mi ürperir. Bu eserlerin sahipleri kimlerdi? Sen geldin bunları talan etmedin mi, sen geldin bunları işgal etmedin mi, sen geldin bunları yakıp yıkmadın mı? Büyüklük bunun neresinde, şeref bunun neresinde, anlı şanlı Türklük bunun neresinde? Sonuna kadar yakıp yıkmayı, sonuna kadar el koymayı, sonuna kadar işgal etmeyi şeref bileceksin, ama bin yılların en görkemli uygarlık eserlerinin sahiplerini ise katletmeyi, soykırıma uğratmayı hak bileceksin. Bunu nasıl böyle çılgınca insanlığa karşı, şimdi de sana can veren -kendi deyişleriyle bilmem iç elbiselerine kadar bağlı olduğun- Avrupa’ya bile kafa tutacaksın. Haklılık bunun neresinde, izan, şeref bunun neresinde? Sen kendini ne sanıyorsun! Bu topraklara emek verenlere hiç saygın olmayacak mı, bu uygarlığı yaratan halklara hiç saygın olmayacak mı? Hep öldürme, hep yok etmeyi kahramanlık sayacaksın. Yeter diyorum artık buna!
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/27 Kasım 1998