HABER MERKEZİ
B- İkinci dönem (1945-1960)
Emperyalist devletlerin, bir yandan kendi aralarında oluşan yeni güç dengelerine göre sömürge ve nüfuz alanlarını yeniden paylaştırma, diğer yandan SSCB’ni yok etme politikalarının zorunlu bir sonucu olan II. Emperyalist Paylaşım Savaşı, dünya halklarının büyük bir kısmını kan ve ateş için de bırakarak, emperyalist sistemi, içine girdiği sürekli bunalımdan kurtaramadığı gibi SSCB’nin başını çektiği demokrasi cephesinin zaferini de önleyemedi. 30 milyon insanın ölümüne ve 50 milyon insanın sakat kalmasına yol açan savaş, kapitalizmin insanlık düşmanı karakterini birkez daha sergiledi.
a- Savaştan güçlerinin büyük bir kısmını kayıp ederek çıkan emperyalist kamp, bir yandan genişleyen sosyalist ülkeler, diğer yandan yıkılmış kapitalist ekonomilerin denetiminden uzaklaşan sömürge ve yarı sömürge ülkelerde doruk noktasına varan ulusal kurtuluş hareketleri karşısında tam bir panik içine düştü. Can çekişen ve çöküş süreci giderek hızlanan kapitalizmi kurtarmak ve ömrünü uzatmak, emperyalist devletlerin baş endişesi haline geldi.
Bu döneme kadar kapitalizmin geliştirilmesinde ve dünyaya hakim kılınmasında başrolü oynayan İngiliz ve Fransız emperyalizmi her iki savaşta da ekonomilerinin tahrip olması ve sömürgelerinde yoğunlaşan ulusal kurtuluş hareketleri nedeni ile yerlerini ABD emperyalizmine terk ettiler.
Elverişli coğrafi koşullar ve her iki paylaşım savaşından kazançlı çıkması sayesinde en büyük emperyalist güç durumuna gelen ABD, dünya üzerinde hegemonyasına hizmet edecek yıpranmamış bir ekonomiye sahipti.
ABD emperyalizmi dünya üzerinde hegemonyasını geliştirmek için kendine iki temel hedef seçti: Birincisi, Avrupa emperyalistlerinin denetiminden çıkan sömürge ve yarı sömürge ülkeleri kendi denetimi altına almak ve bu ülkelerde kendi ekonomisine hizmet edecek yeni tip bir sömürgeciliği geliştirmek; ikincisi de kendi önderliğinde birleştirdiği emperyalist sistemi sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisine karşı ayakta tutmak ve karşıdevrim hareketleri ile tüm dünyaya egemen olmak. ABD emperyalizmi, bu amaçlarına ulaşmak için müttefikleri ile birlikte askeri, politik, ekonomik ve kültürel alanda bir dizi doktrin, kuram ve uygulama geliştirdi. Savaştan hemen sonra Türkiye ve Yunanistanı Truman doktrini ile kendisine bağlayan ABD emperyalizmi, Marshall planı ile de Avrupa’da sosyalizmin gelişmesini önlemek için tahrip olan kapitalist ekonomileri tekrar canlandırdı.
Emperyalist kampın ekonomik alanda oluşturduğu Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Kalkınmış Ülkeler Örgütü vb gibi kurumlar, temelde dünya ekonomisini başta ABD olmak üzere emperyalist devlerin ekonomik çıkarlarına göre biçimlendirmeyi amaç edindiler.
AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), tek tek olduklarında güçsüz kalan Avrupalı kapitalist ülkelerin çıkarlarını uzlaştırmak ve dış sömürüde daha fazla hareket imkanı sağlayabilmek için kuruldu. Bu ekonomik örgütler yanında Avrupa’da NATO, Ortadoğu2da CENTO, Uzakdoğu’da SEATO vb gibi askeri ve politik alanda kurulan örgütler, sosyalist ve bağımsız ülkeler ile ulusal kurtuluş hareketlerine karşı ortak davranmayı amaç edindiler.
ABD emperyalizminin eski sömürge ve bağımlı ülkeler ile bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelere uyguladığı politika yeni sömürgecilik biçiminde somutlaştı. Bu politikanın özü, azami kar kanunu ile çelişen sanayileri (başta gıda, tekstil ve montaj sanayileri olmak üzere) bu ülkelere taşırmak, böylece sanayilerini kredi teknoloji, patent hakkı, yedek parça ve hammaddeyle dıştan beslenmek zorunda bırakarak ekonomik bağımlılığı geliştirmektedir. Ekonomik bağımlılık temelinde askeri politik, kültürel bağımlılığın gerçekleştirilmesi ile yeni sömürgecilik süreci tamamlanır.
Emperyalist kampın kültürel alandaki temel politikası, emperyalizm olgusunun inkarına ve kurulu düzenin hiç değişmeyecek gibi idealize edilmesine dayanır. İnsanlığın geleceğine duyulan korku ve inançsızlıkla birlikte geçmişin tüm olumlu taraflarını inkar eden, sadece güncel yaşama temel gaye edinen pragmatist bir ahlak anlayışı geliştirildi. En soysuz güdüler sanat adı altında yüceltildi. Bilimin tüm gerçeklerini hiçe sayan metafizik felsefe akımları, yepyeni akımlar gibi lanse edildi. İnsanlığın sınıfsız topluma duyduğu özlem, çeşitli tarikatlar aracılığı ile saptırılmak istendi. Kozmopolitizm ve şovenizm, ulusal gerçeklerin örtbas edilmesinde ve abartılmasında alternatif akımlar olarak körüklendiler.
X. yüzyılın Charlemange İmparatorluğu’nun restore edilmesiyle nasıl ki kölecilik ayakta tutulamadıysa; yine 1815-30 yıllarında el ele veren Avrupa feodal monarşilerinin restorasyon hareketi de nasıl ki feodalizmi çökmekten kurtaramadıysa; 1945ler sonrasında ABD emperyalizminin önderliğinde geliştirilen kapitalizmi restorasyon hareketi de, çöküş sürecine giren kapitalizmi,1960’lardan itibaren en derin ve sürekli kriz dönemine girmekten kurtaramadı.
b) Savaştan sonra sosyalizmin etkinliği daha da büyüdü. Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun yardımıyla faşist klikleri iktidardan düşüren halk cepheleri bir dizi ülkede halk cumhuriyetleri kurdu. SSCB’nin proleter enternasyonalizmi temelinde sağladığı destek ve yardımla bu ülkelerde sosyalist ekonominin inşasına geçildi. Uzakdoğu’da başarıya ulaşan Çin, Vietnam ve Kore Devrimleri sosyalist doğrultuda gelişmeye devam ettiler. SSCB’nin önderliğinde birleşen sosyalist ülkeler, işçi sınıfı ve ulusal kurtuluş hareketleriyle sıkı bir dayanışma içinde, emperyalizme karşı her alanda üstünlüklerini kanıtladılar. Sosyalist toplumun tüm kazanımları, dünya halklarının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm doğrultusundaki mücadelelerini daha çok etkiler hale geldi. Emperyalizmin her türlü karşıdevrimci girişimlerine rağmen, 1950’lerin sonlarına kadar sosyalist sistem birlik içindeki gelişmesini kesintisiz sürdürdü. Bu durum, 1960’ların başında emperyalist sistemin tarihindeki en derin, en sürekli, belki de nihai bunalım dönemine girmesinde ve ulusal kurtuluş hareketlerinin klasik sömürgeciliği gene de tasfiye etmesiyle birlikte, yeni sömürgeciliğe darbe vurmaya başlamasında da belirleyici bir rol sahiptir.
c) Savaş sırasında ve sonrasında emperyalist devletlerin zayıflayan denetimleri ve SSCB’nin aktif desteği sayesinde, sömürge ve bağımlı ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri çığ gibi büyüdü.
İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin gerilemesi sonucu sömürgelerinin büyük bir kısmı siyasi bağımsızlıklarını kazandılar. Emperyalist kampın kendini kolay kolay toparlayamaması ve sosyalist ülkelerin artan desteği sonucu doruk noktasına varan ulusal kurtuluş hareketleri, 1960’lara doğru, emperyalizmin klasik sömürge sistemini hemen hemen tasfiye ettiler. Klasik sömürgeciliği yaşatan ülkeler emperyalizme bağımlı ve sömürgeci baskıyı en çok yoğunlaştıran geri ülkeler oldu. Emperyalist ülkeler yeni sömürgeciliğe yönelirken, bu geri ülkelerin sömürgelerini ellerinden alma yerine, kendi sömürgecilik politikalarını bu ülkelere de kabul ettirerek, onlarla uzlaşmayı çıkarlarına daha uygun buldular.
Proletarya devrimlerinin etkin bir parçası olarak gelişen ulusal kurtuluş devrimlerinde proletarya önderliği giderek pekişirken, devrim içindeki burjuva unsurlar daha çok reformizme ve teslimiyete kaydılar. Marksist-leninist kesintisiz devrim teorisi uyarınca devrimi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizme götürmek isteyen proletarya önderliği ile azami hedefi siyasi bağımsızlık olan ve ekonomide emperyalizmden bağımsızlığı sağlayamayan, gücü olmayan burjuva önderlik arasındaki ayrılık, belirgin bir tarzla ortaya çıktı.
Emperyalizmin çıkarlarına en uygun sömürgecilik biçimi olarak yeni sömürgeciliği geliştirmesi, bağımsızlık sürecinde olan klasik sömürgelerle, bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler ve eski tipteki bağımlı ülkeler üzerinde önemli değişikliklere yol açtı. Azami kar kanunu gereğince ve sermaye ihracına ek olarak bu ülkelere taşırılan sanayi temeli üzerinde, işbirlikçi bir sanayi burjuvazisi oluştu.
Emperyalizmin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde dayandığı feodal ve kompradorların önemini yitirmesinden ötürü, gelişen işbirlikçi sanayi burjuvazisi, emperyalizmin yeni dönemdeki sosyal dayanağı haline geldi. Göstermelik bir siyasi bağımsızlık maskesi altında emperyalizmle en sıkı bağları olan bu sınıf, ikinci plana düşürdüğü toprak sahiplerinin ve kompradorların en irileriyle, çoğunlukla ordunun önden gelen generallerinden oluşan bürokrat burjuvazi arasında, kendi önderliğinde bir oligarşi oluşturur. Bu ülkelerde, askeri cuntalar, faşist ve liberal iktidarlar birbirlerine alternatif olarak geliştirilirler.
Emperyalizmin yeni sömürgecilik politikası sonucu oluşan, en belirgin özelliği karşı devrim olan bu yapı hakim olduğu ülkelerde devrimin önüne dikilen en büyük handikaptır. Özellikle yeni sömürgeciliğe karşı mücadele kendini dayatınca burjuvazi emperyalizmin ajanlığına oynadığından, devrimi milli yanı yerine sosyal yanı ağır basar. Klasik sömürge ve bağımlı ülke statüsünü aşan ulusal kurtuluş hareketleri önündeki bu engelde ilk gedikleri yeni bir dönemin başlatıcı güçleri olarak Küba ve Vietnam devrimleri açmıştır.
d) Komünist hareketin örgütsel birliğini ifade eden III. Enternasyonal, savaş sırasında dağıtıldı. Bunda, artık dünya devriminin tek bir örgüt tarafından yönlendirilmeyecek kadar karmaşık bir yapıya kavuşması, her ülkenin farklı sosyoekonomik şartları sonucu derin strateji ve taktiklerinden meydana gelecek hızlı değişiklikleri ancak her ülkede bağımsız çalışabilecek bir partinin karşılayabileceği, devrim teorisinin tüm dünya halklarına yol gösterecek kadar zenginleşmesi ve komünist partilerin kendi çabalarıyla ayakta durabilecek kadar olgunlaşması gibi nedenler rol oynamıştır.
Proletarya önderliğinde sömürgesel devrimlerin başarılı pratiğini özümseyen marksist-leninist kesintisiz devrim teorisi, daha da zenginleşti. Aralarında örgütsel bir birlik olmamasına rağmen her ülkenin komünist partisi, bu teoriyi kendi somut şartlarına başarılı bir şekilde uygulayarak dünya devrimine katkıda bulundular.
1957 ve 1960’da komünist hareketin ortak belgelerinde yansıtılan gerçekler, ortaklaşa mahkum edilen Titocu revizyonist klik dışında, hareketin ideolojik birliğinin esasta korunduğunu gösterir.
Devam Edecek…
https://www.nuceciwan27.com/2019/07/28/pkk%e2%80%88kurulus-bildirisi-i/