HABER MERKEZİ
‘Kuş ölür sen uçuşu hatırla…’*
‘Tarih sadece yaşanmış ve bitmiş olaylar bütünü değildir, dün bugün ve yarındır’ denir ya tam da bu sözü doğrulayan yaşamları ve ölümleriyle çağlar boyu yaşamın kılavuzluğunu eden kadınlar vardır. İnsanlığın ilk filizlendiği topraklarda kör kuyunun en dibine atılmış ve üzerine eril kültür yerleştirilmeye çalışılan çağlardan ilerleyerek bir arkeolog titizliğiyle tarihsel çalışmayı gerektiren konudur aslında kadın tarihi ve tarihe mal olmuş kadınları yazmak.
Konumuz tarih yazmak değil kuşkusuz, yapmaya çalıştığımız şey dünden bugüne ya da bugünden yarına kalacak olan kadınların yaşam hikayelerinden, özetle öznenin kendisine odaklanmak. İşimiz portre ya da biyografi yazmaya çalışmak ancak biyografi yazarının bireysel hayal dünyasının katılımı olmaksızın olamayacağı gerçeğinden hareketle ve biyografilerde -kadın yazım tarihinin eksikliği- ile bir kaynağa bağlı kalma mecburiyetinin olası tüm zaaflarının farkındalığı ile cümleleri özenle seçmek gerekiyor.
Hele ki yakın tarihi yazarken bunun üzerine birde yazılı tarihi az sözlü tarihi fazla olan Kürdistan’daki kadınları yazıyorsak. Çok değil bundan bir yıl önceydi, bu kadınlar bize sesleniyordu Botan’dan. “Yaşamak direnmektir, teslim olmadık olmayacağız” sözleri yankılanıyordu kulaklarımızda, o direngen seslerindeki iradi duruş yüreklere işliyordu. Bizim duyup duyarsızlaştığımız, çürümeye yattığımız, duymamak için yorganları kafamıza çektiğimiz ve anlamamak için beynimizi ve yüreğimizi istem dışı dondurduğumuz çağda onlar kıran kırana bir direnişin özneleri olmuşlardı. “Ne olursa olsun sonu muhteşem olacak” olan bir tarihin yazımının parçası olmayı seçmişti onlar ve şimdiden muhteşem sonun mimarları arasına girdiler bile…
Sêvê Demir ve Asya Yüksel. İkisi de Botanlıydı. Biri erken yaşta sürgün edildiği diyarlarda ‘xwebûn’ olmak için yollara düşmüş bir serüvenciydi. Tanıyan hayatına dokunduğu herkesin aklında ‘Ha o gülüşüne yaşamı sığdıran kadın’ diye kaldı. İkincisi toplumsal geriliklerin tüm dayatmalarına maruz kalmış ama bu geriliklere teslim olmak yerine içerde mücadeleyi seçmişti. Erken yaşta evlendirilmesine ve çocuk yaşta anne olmasına karşın, bunları ‘bir kader gibi’ kabul etmek yerine “ben kaderimi baştan yazarım” diyerek, ‘dul’ olmanın ‘ayıplı’ olduğu toplumda bağımsız kalmayı ve ‘anne olmanın’ kutsandığı yerde “ben çocuklarıma annelik yaparım ancak, aynı zamanda kendim ve onların geleceği içinde mücadelemi sürdürürüm” demişti ve bunun mücadelesine soyunmuştu. Bu nedenledir ki kime sorsanız, “Şu direnen kadın” diye tanımlar size Asya’yı bir çırpıda.
Asya ve Sêvê sadece iki ismiydi direnmenin yeni varoluşunun. Onlar, isimleri Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova, Derik, Silvan… diye uzayıp giden şehirlerde öz yönetimi için öz savunmasını yürüten yani ‘xwebûn’ olmak için direnenler ve hala direnmeye devam edenlerin öncüleriydi. Tarihin durağanlaşmış çok uzak yıllarından değil daha dün yaşadılar, başardılar ve bize öğrettiler. Unutmaya meyilli insan belleğine ‘direniş’, ‘devrim’ gibi sözcüklerin birer nostalji değil kendi zamanını yaşamak olduğunu anlattılar ve anlatıyorlar hala…
Sêvê Demir: Gülüşüne Dünyayı Sığdırdı
Sêve’yi yazmak için fotoğrafına bakıp gözlerinin içindeki ışığı anlamak gerekiyor ve ona en çok yakışan Gülten Akın’ın ‘Gülerken Yüzün’ isimli şiiri ile seslenerek başlamak gerek.
“Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini İçin için büyüyen çimenleri Baharda lunaparkı, bayram yerini Ve alışkanlıklar dışında her şeyi Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını Kendini yarına değiştiriyor Gülerken yüzün
Sanki çarmıhını kırmışsın Senin ve ardından geleceklerin…”
Sêvê, Mardin’in Savur ilçesinde 1974 yılında dünyaya geldi, henüz 4 yaşındayken sürgün yollarına düştü ve ailesiyle birlikte Manisa’ya yerleşti. Hayatını şekillendiren ve direngenliğini pekiştiren bu sürgünün bıraktığı izlerdi ki birçok dost sohbetinde “Ayrımcılığı bu kadar derin hissetmesem Kürtlüğüm de bu kadar inatçı olmazdım” diyordu. Sürgün ve yoksulluğun birlikte harmanlandığı yaşamında küçük yaşlardan itibaren mevsimlik işçi olarak tarlalarda çalışırken bir yandan ise yaşam enerjisini akıtacağı bir mecra olarak siyasi çalışmalar girmeye başladı. Kendisi gibi sürgün yaşamış aileleri buluyor, onlarla konuşuyor ve onlara Kürdistan’daki mücadeleyi anlatıyordu. 1990’larda Kürdistan’da ikinci sürgün başlamıştı ve devlet eliyle boşaltılan yakılan köylerden batı illerine göçler başlamıştı. Tam da bu dönemde Kürdistan’ın sıcak savaş gerçeğini yüreğinde hisseden ve mücadele kararlılığı kesinleşen Sêvê, ev ev dolaşarak yeni gelen ailelerle konuşuyor ve zaman zaman ağıtları çoğu zaman ise umudu birlikte paylaşıyordu.
Kimliğine sahip çıkmanın suç görüldüğü çağda isyancılığı ve devrimciliği ile sivrilmek- ten kaçınmayan Sêvê kaçınılmaz olarak tutuklandı ve iki yıl cezaevinde kaldı. Cezaevi ona sadece Kürtlüğü değil kadınlığı için de mücadele etmesi gerektiğinin bilincini kattı.
Bu nedenle 2004 yılında zindandan çıktığında artık kadınlarla çalışmaya ağırlık verme kararı almıştı, DEHAP Kadın Kolları’nda çalışmaya başladı. Sêvê demek bitmeyen enerji demekti ve yerinde duramayan bu ufak tefek genç kadın kısa sürede bütün görevleri üstüne aldı ve kaçınılmaz olarak Manisa Kadın Kolu Başkanlığını yürütmeye başladı.
Çalışma arkadaşı Mekiye Görenç tam da bu günlerde Sêvê’nin gülümsemesini ve bitmeyen enerjisini şöyle anlatıyor: “Sırtımda çantam Manisa’ya vardım ve DEHAP il binasına gittim. Kıvır kıvır saçları ile bana bakıp gülümsüyordu. Gülümsemesi bendeki yalnızlığı biran olsun gidermişti. Sêvê kadın kolu başkanıydı ama kadın yapısı yoktu, sadece Sêvê vardı, tek başına direniyordu. Ben kendi içimde ‘nasıl olacak, tek bir kişi ile bu kentte ne yapacağız’ diye düşünüp duruyordum. Ama Sêvê umutluydu ‘başaracağız’ diyordu tıpkı katledilmeden önce
‘Umudumuz yüksek bu direniş başarıya ulaşacak’ demesi gibiydi. Gittiğimiz evlerde bazen istenmiyorduk ikimizde bir birimize o anlarda sadece bakıyorduk. Sêvê yine bakışlarıyla ‘başaracağız’ diyordu. Ben yine o bakışlardan güç alıp kendime geliyordum. Sêvê ‘Buraya göç eden kadınlar yıllar önce nasıl gelmişlerse öyle kalmışlar, kimse ilgilenmemiş bizim ilgilenmemiz gerekiyor kadınları evlerinden çıkarmamız gerekiyor’ diyordu. Sêvê hep Kürtçe konuşurdu gördüğü her Kürde diline sahip çıkması gerektiğini anlatıyordu. O nereye gitse peşine takılıyordum çünkü ondaki direniş bana güç veriyordu. Her akşam ‘nerede kalacağız’ hesabı yapıyorduk ama pes etmiyorduk. Biz kadınlara ulaş- tıkça, anlattıkça bir hareketlilik oluşmaya başladı. Genç kadınlar gelmeye başladı bizim mutluluğumuz dünyalara bedeldi. Sêvê’nin gözlerinde başarının mutluluğu vardı, yemyeşil gözleri ışıl ışıl parlıyordu. ‘Heval insan inanırsa başarır’ diyordu…”
Evet “insan inanırsa başarır” sözleri sonraki yıllarda da onun hayat döngüsünün bir parçası olarak gittiği her yerde peşine takıldı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), DTK Kadın Komisyonu ve her yerde gülümseyen gözleriyle inandığı gibi yaşayan ve ha- yatını öylece yaşayan bir kadın. 2009 yılında Sêvê’nin yolu kaçınılmaz olarak yine zindana düştü. Toplam 5 yıl kaldığı cezaevinde bir başka kendini gerçekleştirme direnişinden geri durmadı ve 12 Eylül 2012’de başlayan ve 68 günlük süren açlık grevine kendini adeta dayatarak girdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla açlık grevleri son- landırıldığında geçen süreye rağmen Sêvê’nin enerjisi biraz da olsun azalmamıştı.
Zindandan çıktığında yine kadınlarla çalışmayı seçti ve her fırsatta “Cins mücadelesi bütün mücadele biçimlerinin özüdür” diyordu. Rojava Devrimi ve Kobanê direnişi ile birlikte tüm dünyada duyulan Kürt kadın mücadelesinden esinle, uluslararası feminist ağ olan Dünya Kadın Yürüyüşü’nün (DKY) 2015 eylem yılının Mardin’in Nusaybin ilçesinde başlatılması kararlaştırıldığı günlerde Sêvê Mardin’deydi ve bu organizasyonun bütün sorumluluğunu üstüne aldı. 6 Mart 2015’te başlayan ve büyük ses getiren DKY yürüyüşünde dünyanın birçok ülkesinden kadınları ağırlayan ev sahibi olarak herkese kendini tanıttı. Temas ettiği ve gözlerinin değdiği herkesi derinden etkileyen Sêvê katledildiğinde, Afrika’dan Avrupa’ya ve Latin Amerika’ya kadar dünyanın birçok ülkesinden kadınlar, O ve arkadaşları anısına eylemler yaptı.
Kongreya Jinên Azad’ın (KJA) kurucu delege üyesi olan Sêvê, 23 Ağustos 2015 tarihinde gerçekleştirilen Demokratik Bölge Partisi (DBP) 3. Olağanüstü Kongresi’nde parti meclisi üyesi seçildi ve Mardin ile Şırnak’ta siyasi çalışmalara başladı. Bazı kadınlar kökleri üzerine yükselir ve kendi filizlendiği topraklarda boy vermek ürütmek onları için ayrı anlam ifade eder.
Tam da bu günlerde kesişti Sêvê’nin yolu Pakize Nayır ve Fatma Uyar ile. Üç kadın, üç yaşam, üçünün ve de daha nicelerinin direnme mevsimi hikayesinin boy verdiği mekan oldu Botan. Pakize kuaförlük yapan ve çocuk yaşlardan itibaren emeği ile yaşamayı seçen bir kadındı. Aynı zamanda politikaya ilgiliydi ancak Sêvê ile tanışana kadar aktif çalışmanın içinde yer almaya cesaret edememişti. İçindeki isyanları kendi deyimi ile “Sêvê tetikledi” ve sabahlara kadar süren sohbetler, bir süre sonra birlikte mahalle mahalle direniş örgütlemeye dönüştü. Kuaför dükkanını kız kardeşine bırakan Pakize özgürlüğün kokusunu aldığı Sêvê’nin peşinde ateşe koşan bir pervane oldu. Annesi o günleri anlatırken aralarındaki kadın yoldaşlığının en güzelini “O benim değil Sêvê’nin Pakize’si olmuştu. Aralarındaki bağ o kadar güçlüydü ki ölüm bile onları ayırmadı” diye dile getiriyordu.
Fatma’da tıpkı Pakize gibi yani her Botanlı kadın gibi direnişi ve yurtseverliği doğuştan erdem edinmiş kadınlardandı. Erken yaşlarda zindana girdi ve çıktığında kadınlar için çalışmaya başladı. Sêvê ile yolları sonbaharda kadınlar için düzenlenen bir etkinlikte kesişti. Onların karşılamasına tanıklık eden bir kadın, “İkisinin de en belirgin özelliği gülümsemeleriydi, gülünce ikisinin de yüzlerindeki gamzelerde güller açardı. Sêvê bir şeyler anlatıyordu, Fatma gülümseyerek onu dinliyordu. Sonra toplantı bitti, birlikte çıktılar ondan sonra zaten bir daha ayrılmadılar…”
Onları birleştiren kokusunu aldıkları bahardı ve içine doğdukları yeni yaşam çağrısıydı belki. Kadın yoldaşlığının, birbirini terk etmemenin ve birlikte direnerek güzelleşmenin; yaşadıkları coğrafyanın ‘kader’ diye sunulanını elinin tersiyle itmenin cesaretini bu yoldaşlıktan aldılar. Kürt destanlarından Zîn ile Sıtî’nin hikayesini dinleyerek büyümüşlerdi, hemcinsi ile kurduğun bağın derinliğini, üzerindeki yürüdükleri toprağın derinliklerinden almışlardı kuşkusuz.
Sêvê bu bağın gücü ile Silopi’de Aralık ayında öz yönetim direnişi başladığında toprağını terk etmeyenlere gülüşü ile direnme gücü verdi. 4 Ocak’ta Fatma ve Pakize ile birlikte katledildi. Vücuduna 20’ye yakın kurşun sıkılmıştı, yüzünün yarısı yoktu ama diğer yarısı hala gülümseyerek bakıyordu. Yaşadığını ve yaşam için yeni bir miladın adı olduğunu/olduklarını biliyordu.
Silopi’ye yanına ziyarete giden annesine söylediği son sözlerde ise direnişe inananlara selam, inanmayanlara ise sitem vardı: “Biz burada toprağımız, vatanımız, dilimiz ve halkımız için mücadele ediyoruz. Ölürsem kanım toprağım üzerine dökülsün, onurlu bir ölüm olsun. Biz kendimizi savunuyoruz, kendini savunmayan sizsiniz, size benimle gelin demiştim, gelmediniz, kendimizi de sizi de kurtaracağız.”
Fatma Koçak