HABER MERKEZİ
Sovyet sistemi içinde semiren bürokrat burjuvazi daha çok büyümek ve sömürmek isteyince, kendini insanlığın ebedi yönetimi olarak gören Sovyetler Birliği bundan otuz yıl önce sarsıldı ve yıkıldı.
Bu durumu kendisinin tarihi başarısı olarak değerlendiren Batı’nın tekelci burjuvazisi ise, zafer kazanmış olma edasıyla dünyaya yeni düzen verme hamlesine yöneldi. Söz konusu saldırıyı başlatmada bir piyon olarak da Irak’ın Saddam Hüseyin Yönetimi kullanıldı.
2 Ağustos 1990 Körfez krizi ve ardından gelen 17 Ocak 1991 Körfez savaşıyla insanlık yeni bir dünya savaşına girdi. Balkanlar, Kafkasya, Asya, Latin Amerika ve Afrika derken söz konusu Üçüncü Dünya Savaşı Ortadoğu’da odaklandı.
Otuz yıldır askeri boyutta düşük yoğunluklu olan, daha çok ekonomik, siyasi ve ideolojik boyutta yaşanan bu savaşta şimdi yeni gelişmeler oluyor. Sömürü hırsıyla dolu olan Rus burjuvazisi ile Batı tekelciliği, bazen çekişerek ve bazen de paslaşarak söz konusu Üçüncü Dünya Savaşını daha da derinleştiriyor ve yayıyor. Bu noktada doğrudan karşılaşmamaya ve arada piyonlar kullanmaya taraflar büyük özen gösteriyor. Sonuçta olan söz konusu piyonlara ve elbette emekçi halklara oluyor. Acımasız savaşın ağır ekonomik ve askeri yükünü bunlar çekerken, “Güvenlik sorunumuz var” diyen savaşın iki tarafı sömürü üzerine sömürü yapıyor.
Savaş derinleşiyor
Üçüncü Dünya Savaşının günümüzdeki görüntüsü üzerine bazı bakımlardan şu kısa tespitleri yapmak mümkündür: Birincisi, insanlık otuz yılı bulan savaşın bitmesini ve barışın gelmesini bekler ve isterken, tersine savaş daha çok derinleşiyor ve yayılıyor. Mevcut haliyle bu savaşın bitip bitmeyeceği, bitecekse bunun nasıl ve ne zaman olacağına dair pek bir ipucu gözükmüyor. İkincisi, şimdiye kadar askeri boyutta düşük yoğunluklu olan, daha çok ekonomik, siyasi ve ideolojik boyutları önde bulunan söz konusu savaşta askeri boyut da giderek orta ve üst düzeylere tırmanma izlenimi veriyor.
Zira silah fabrikaları ful dolu çalışıyor ve en çok silah ticareti yapılıyor. Doğal olarak en çok silah tekelleri kazanıyor. Günümüz dünyasında müthiş bir silahlanma yarışı yaşanıyor. Öyle ki, Sovyet döneminde yapılan savaşmama anlaşmaları da bir bir devreden çıkartılıyor. Peki bunun sonu ne olacak? Besbelli ki otuz yıldır yaşanan savaşın sona ermesi değil, tersine askeri boyutta da daha çok tırmanması ve şiddetlenmesi yaşanacaktır.
Üçüncüsü, Ortadoğu’da şimdiye kadar daha çok Arap sahasında odaklanan Üçüncü Dünya Savaşı, şimdi Türkiye ve İran’ı da içine alarak bölge düzeyinde daha çok yayılıyor ve genişliyor. Artık İran ve Türkiye sahaları da birer savaş alanı haline gelmiş bulunuyor.
Şimdiye kadar İran ve Türkiye’ye bağlı şiddet örgütleri birer piyon olarak kullanılırken, şimdi örneğin AKP-MHP yönetimi aynı biçimde kullanılıyor. Bunda AKP-MHP iktidarının Kürt düşmanı, faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyaseti belirleyici rol oynuyor. Küresel kapitalist modernite sisteminden kopma bilinci ve iradesi gösteremeyen, onun bir ulus-devlet uzantısı ve piyonu konumunda olan TC sistemi, AKP-MHP ittifakıyla geleneksel Kemalizm’i aşıp Talat ve Enver Paşaların serüvenci, soykırımcı ve savaşçı saldırgan çizgisine ulaşmış bulunuyor.
Dördüncüsü, sömürü tekelleri arasında bir piyon gibi gidip gelen AKP-MHP faşist yönetimi, ömrünü uzatmayı ve kendine yüklenen misyonun gereğini yerine getirmeyi Kürt düşmanlığında ve Kürt soykırımında görüyor. Bunun için Kuzey Kürdistan’da faşist baskı, terör ve katliamları sürekli artırıyor ve Kürdistan’ın Rojava ve Başur parçalarını sürekli tehdit ederek saldırıyor. Aslında sözünü ettiğimiz küresel sömürü güçleri tarafından gizli veya açık yöntemlerle saldırtılıyor. Ancak bunu kendisi bilmiyor, saldırıyı kendisinin yaptığını sanıyor ve Türkiye toplumuna bu yönde bir bilinç verilmeye çalışılıyor. Mevcut AKP-MHP yönetimi, kendisine yüklenen bu görevi bir yandan tehdit, terör, katliam, işgal ve soykırımı geliştirerek yerine getirirken, diğer yandan da başarılı olabilmek için Kürt işbirlikçiliğinden yararlanmayı, böyle bir işbirlikçiliği ayakta tutup daha çok geliştirmeyi ve bu temelde Kürtleri içten bölerek birbiriyle çatıştırmayı esas alıyor. Son dönemde Güney Kürdistan’da yaşananlar bunu açıkça gösteriyor.
Faşizme karış mücadele…
Elbette bütün bunlardan pratik bazı sonuçlar çıkartmamız gerekir. Birincisi, Üçüncü Dünya Savaşının kısa sürede biteceği beklentisi içinde olmak büyük yanlış ve hayaldir. Tersine, halkların demokratik devrimi gelişip zaferler kazanmadıkça, mevcut savaştan çıkılacağına dair bir işaret görünmemektedir. O halde bütün halklar ve ezilenler, özellikle de Kürtler bu gerçeği iyi görmek, barış mücadelesi yürütmekle birlikte hemen barış geleceği hayaline kapılmamak, tersine derinleşen ve Kürdistan’da odaklanan savaşın gereklerine göre uzun vadeli ve çok yönlü bir devrimci-demokratik mücadeleye hazırlanmak durumundadır. Diğeri kendini kandırmak olur.
İkincisi, her ne kadar piyon rolünde de olsa, günümüz dünya savaşında Türkiye’nin yeri ve rolü çok önemlidir. Küresel sömürü güçleri tarafından savaş içine çekilip Kürtler üzerine saldırtıldığı gibi, kendisi de taşıdığı Kürt düşmanı faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyaset nedeniyle savaşı kışkırtan ve yayan olmaktadır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı’nın içine düştüğü durumu ve oynadığı rolü, şimdi Üçüncü Dünya Savaşında da Türkiye yaşamaktadır. İçinde bulunduğumuz süreçte Türkiye’nin konumu adeta belirleyici bir nokta haline gelmiştir. Türkiye’de Kürt düşmanı faşist, sömürgeci ve soykırımcı bir zihniyet ve siyaset hakim oldukça dünya savaştan kurtulamayacak, Üçüncü Dünya Savaşı derinleşerek ve yayılarak devam edecektir. O halde sadece Kürtlerin kurtuluşu değil, onunla birlikte Ortadoğu’nun ve dünyanın savaştan çıkışı da Türkiye’deki Kürt düşmanı faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasetin aşılmasına, yani Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlıdır.
Üçüncüsü, Kürtler kendilerini kandırmadan, dış sömürü ve çıkar çevrelerine aldanmadan, yine iç parçalılığı ve zayıflığı yaşamadan somut gerçekliği görüp ve Kürdistan’ın özgürlüğünü Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde ele alarak söz konusu mücadeleyi üslenmek ve başarıyla yürütmek durumundadırlar. Bunun için de, Kürt demokrasisini geliştirme temelinde kendi iç birlikleri ve demokratik ilişkileri esastır. Yine başta Türkiye halkları ve demokratik güçleri olmak üzere bölge halklarıyla daha sıkı bir demokratik ilişki, ittifak ve ortak mücadele içinde olmayı başarması gerekir. Ayrıca dış güçlerle de demokrasi mücadelesine hizmet temelinde her türlü taktik ilişkiyi geliştirmek ve hayata geçirmek için büyük çaba içinde olmak durumundadır. Tabi bütün bunların somutlaşacağı alan da faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadeledir. Bu zihniyet ve siyaseti kurumlaştırmaya çalışan AKP-MHP faşizmini aşacak ve Demokratik Türkiye’yi yaratacak mücadeleyi yürütmektir.
Bugün AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen Demokratik Türkiye mücadelesi, Kürtleri ve Türkiye halklarını aşarak, tüm Ortadoğu halkları ve insanlık açısından çok büyük öneme sahip bir hale gelmiştir. Kim ki Ortadoğu’da ve dünyada savaşın ve sömürünün sona ermesini istiyorsa, onun Türkiye’de AKP-MHP faşizminin yıkılması ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele etmesi gerekir. Böyle bir mücadeleyi ve demokratik birliği öngörmeyen ve geliştirmeyen anlayış ve istemler boş laftan öteye bir değer ifade etmez. Gün yaşanan dünya savaşını ve Türkiye’deki Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti doğru anlama ve ona karşı demokrasi mücadelesini örgütleyip yürütme günüdür. Yeni demokratik Türkiye’yi ve özgür insanlığı böyle bir mücadeleyi başarıyla yürütenler var edecektir.
Selahattin ERDEM/Yeni Özgür POLİTİKA