HABER MERKEZİ
Çözüm üretebilmek için bir sorunun doğru tespiti, sonuç alabilmek için de tartışma gündeminin doğru oluşturulması gerekir. Örneğin Suriye’nin esas sorunu nedir? Hiç kuşku yok ki, Cerablus-Bab-Efrîn-İdlib hattındaki TC işgali ve faşist AKP-MHP Yönetiminin Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük işgal tehdididir. Suriye’de toprak işgal etmiş olan tek devlet TC’dir. Adeta tüm dünya görmezden gelip ses çıkarmasa da gerçek budur. Dolayısıyla Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimini sorun olarak göstermek gündem saptırma ve esas sorunu gizleme çabası olmaktadır.
Örneğin günümüzde Irak’ın esas sorunu nedir? Hiç kuşku yok ki, TC Devletinin Haftanin’den Bradost’a kadar gerçekleştirdiği işgal ve faşist AKP-MHP Yönetiminin Şengal’den Maxmur’a kadar yaptığı saldırılardır. Irak ve Güney Kürdistan Yönetimleri ses çıkarmasa ve tüm dünya adeta seyirci kalsa da gerçek budur. Dolayısıyla PKK’nin bu alanda bir sorunmuş gibi gösterilmeye çalışılması yine gündem saptırma ve esas sorunu gizleme çabası olmaktadır. Zira herkes bilmektedir ki, TC’nin Şubat 2008 Zap saldırından bu yana Türk işgaline karşı Güney Kürdistan ve Irak’ı savunan PKK gerillasıdır. Yine 3 Ağustos 2014 tarihinde başlayan soykırımcı DAİŞ saldırılarına karşı Şengal, Maxmur ve Hewlêr’i koruyan ve insanlığın onurunu kurtaran HPG ve YJA-Star gerillaları olmuştur.
Örneğin Türkiye’nin esas sorunu nedir? Hiç kuşku yok ki, AKP-MHP’nin temsil ettiği Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Bu zihniyet ve siyaset Kürt düşmanı, kadın düşmanı, halk ve insanlık düşmanıdır. Bu zihniyet faşist, sömürgeci, soykırımcı, kandan beslenen ve saldırgandır. Başta Kürtler olmak üzere Türkiye halkları ve tüm insanlık için küresel düzeydeki esas tehlike ve sorun söz konusu bu zihniyet ve siyaset olmaktadır. Dolayısıyla “Türkiye’nin güvenliği için teröre karşı mücadele” edebiyatı gündem saptırma ve esas sorunu gizleme çabasıdır. Suriye ve Irak’ın kuzeyine dönük işgalci saldırılar Türkiye’yi yeni bir felâketin içine sürükleme durumudur. Kürtlerin özgürlük ve demokrasi istemelerinin böyle bir durumun gelişimi ile hiçbir bağı olmadığı gibi, tersine bu faşist-işgalci yayılmacılığa karşı en tutarlı demokratik direniş tutumu olmaktadır.
Belli ki tek tek ağaçları görüp ormanı görmeme yaklaşımıyla sorunları çözmek mümkün değildir. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin içerde ve dışarıda yaptığı faşist saldırganlıkları tek tek görüp bütünlüklü görmeden ve buna yol açan esas nedeni, yani faşist-sömürgeci- soykırımcı zihniyet ve siyaseti doğru tespit etmeden Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarını çözebilmek mümkün olmaz. Hatta son tahlilde AKP-MHP faşizminin açtığı yolda yürümek ve belirlediği gündemi tartışmak olur. Öncelikle tüm devrimci-demokratik güçlerin ve antifaşist muhalefetin böyle bir duruma düşmemesi gerekir.
Örneğin AKP-MHP faşizminin her gün içte ve dışta yaptıklarını saymakla bitmez. En başta 18 Haziran gününden bu yana geçen bir buçuk aydır İmralı’da avukat ve aile görüşü yaptırılmamıştır. Çok açık ki, bu durum TC yasalarına bile aykırı olan bir tecrit ve işkence uygulamasıdır. Her güne Kürdistan’ın onlarca mıntıkasında yasak bölge ilan edilmekte, askeri operasyonlar yapılmakta, gençler katledilip dağ-taş yakılmaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da her gün onlarca polis baskını yapılıp onlarca insan göz altına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Öyle ki tüm cezaevleri tıka basa dolmuş olduğu için, hızla yeni zindanlar yapılmaya çalışılmaktadır. İşçi ve emekçiler üzerindeki sömürü had safhaya ulaşmış, insanlar açlıktan ölme sınırına gelmiştir. Sokakta gençler kaçırılmakta, kadınlar katledilmektedir. Faşist saray diktatörlüğü her şeye tek başına hükmetmekte, AKP’den ayrılıp parti kurmak isteyenler açıkça tehdit edilmektedir.
Tabi içteki bu durumun dışa yansıması çok daha ağır ve vahşi olmaktadır. İçteki faşist baskı ve zulüm gizlenebilmek için dış alanlara ve tüm dünyaya savaş açılmakta ve toplumun dikkati dışa kaydırılarak şovenizm zehri hortlatılmaya çalışılmaktadır. Türk ordusu bütün sınır boyunda ve Suriye içlerinde savaş halindedir. Her gün gece ve gündüz askeri saldırılar gerçekleştirmektedir. Türk savaş uçakları her gün gece ve gündüz demeden Irak’ın kuzeyine saldırılar yapmakta ve en vahşi katliamlarda bulunmaktadır. Tam bir işgal gücü olarak ağır ağır ilerlemeye çalışmaktadır. Faşist reis Tayyip Erdoğan tüm buraların işgal edileceğinden söz etmektedir. Bu temelde Türkiye, Üçüncü Dünya Savaşı denen çatışma sürecinin içerisine tümüyle sokulmuş bulunmaktadır.
Peki şimdi sorunu ortaya nasıl koyacağız ve çözüm yöntemlerini nasıl geliştireceğiz? İçte ve dışta her gün yaşanan bu olayları tek tek ele alarak her birine çözümler üretmek mümkün müdür? Sorunların bu biçimde ele alınıp çözüme kavuşturulamayacağı açıktır. Dolayısıyla tek tek olaylarla uğraşmaktan çok, onları ortaya çıkartan zihniyet ve siyaseti görerek, çözümü bu zihniyet ve siyaseti aşmakta ve yok etmekte aramak en doğrusudur. Tek tek baskı ve sömürü olaylarını ortaya çıkartan zihniyet ve siyaset kurutulmazsa, her an yeni olayları ortaya çıkartmaya devam eder. Demek ki Türkiye’nin esas sorunu, tüm bu olayları ortaya çıkartan söz konusu Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Sorun tek tek olaylar olmadığı gibi, yalnız başına sistem sorunu da değildir.
Biz, 23 Haziran İstanbul seçimi ardından, artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demiştik. Bununla Türkiye için yeni bir sürecin başladığını ve bu yeni sürecin de yeni yaklaşımlar, taktikler ve tarzlar gerektirdiğini belirtmek istemiştik. Şimdi AKP-MHP faşizmi topyekûn özel savaşı derinleştirerek ve yayarak sürdürme kararı almış bulunuyor. Elbette bu durum daha önceki savaş ve soykırımın bir devamı niteliğindedir. Ancak asla eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü AKP-MHP faşizminin eski uygulamaları yapacak gücü kalmamıştır. İçte ve dışta iyice teşhir olmuş ve rezervlerini tüketmiş durumdadır. Bu açıdan eskiye göre çok çok zayıftır, her an yıkılma ile yüz yüzedir. Bunun korkusu içinde yaşamakta ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin eskiyi devam ettirdiğini sanmak ve söylemek büyük hata içinde olmak demektir.
Bunun dışında, başlayan yeni süreçte çözüm arayışını eskiye dönüş olarak algılama yaklaşımlarının hepsi yanlıştır. Örneğin eskisi gibi bir İmralı görüşme düzeni olmayacaktır. Ve zaten olmamaktadır da. İmralı işkence ve tecrit sistemi altında bir demokratik çözüm süreci de olmayacaktır. Dolayısıyla 5 Nisan 2015 öncesine dönme arayış ve beklentileri de doğru değildir. İmralı işkence ve tecrit sisteminin varlığı zaten faşizm, sömürgecilik ve soykırımcılık demektir; böyle bir varlık altında demokratik çözüm müzakeresinin olamayacağı açıktır. Yine Türkiye’nin esas sorununu kuru bir sistem sorunu olarak gören, bu temelde çözümü sadece bir sistem değişikliğinde arayan, cumhurbaşkanlığı sisteminin yerine eski sistemi getirerek çözüm üretebileceğini sanan yaklaşımlar da doğru değildir. Zaten eski sistem sorun üreten değil de çözen olsaydı, o zaman Türkiye bu duruma gelmez ve cumhurbaşkanlığı sistemi ortaya çıkmazdı.
Demek ki esas sorun Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması sorunu değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın başbakan olmasıyla da çözüm bulunamayacaktır. Esas sorun, bugün AKP-MHP’de somutlaşan Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet sorunudur. Başta CHP olmak üzere Türkiye’nin siyasi güçleri bu zihniyete ne demektedir? Sistem değiştireceğiz ve biz yönetim olacağız demekle ve AKP-MHP’nin Suriye işgaline onay vermekle bu zihniyet aşılamaz. CHP Kürt sorununu nasıl çözecektir? Burada açıklık olmazsa yeni bir CHP ortaya çıkmaz. AKP-MHP’nin Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyeti aşılmadıkça da Türkiye demokratik hale gelmez.
Selahattin ERDEM