HABER MERKEZİ
AKP-MHP faşist diktatörlüğü Türkiye toplumuna yönelik propaganda çalışmalarına ağrılık vermiş bulunuyor. Bunu yaparken de Bakurê Kürdistan’da soykırım saldırılarını derinleştiriyor, Rojava ve Başûrê Kürdistan’a işgal saldırılarında bulunuyor, uluslararası alanda ABD-Rusya arasındaki çelişkileri kullanıyor, Kıbrıs, adalar ve Doğu Akdeniz üzerine işgal projeleri ile toplumda ‘milli’ heyecan ve talan duygularını canlandırmaya çalışıyor. Böylece Türkiye toplumu içerisinde dinci, milliyetçi kesimleri arkasına alarak iktidar koltuğunda bir süre daha kalabileceğini sanıyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün son beş yıllık politikasının görünen ve öne çıkan yönünü daha çok bu gerçeklik oluşturuyor.
Denilebilir ki, AKP-MHP faşist diktatörlüğü son yıllarda katıldığı tüm seçimlerde propagandalarının merkezine tamamen böyle bir gerçekliği oturtmuş bulunmaktadır. Irkçı, faşist söylemlere ve kışkırtmalara dayanarak kesintisiz bir şekilde Kürt düşmanlığı ve savaş çığırtkanlığı dışında hiçbir şey yapmamaktadır. Bu propagandasını da daha çok Bakurê Kürdistan’da soykırımın her türlüsüne başvurarak, Rojava ve Başûrê Kürdistan’ın zengin petrol yataklarının ve verimli topraklarının işgal edilmesi üzerine oturtmaktadır. Son iki-üç yıldır da bu propagandalarına Rum-Yunan halkına karşı düşmanlığı kışkırtarak, Kıbrıs kıyılarında ve Doğu Akdeniz’de bulunan zengin doğalgaz kaynaklarının gasp edilmesini eklemiş bulunuyor.
Bu politikalarla milliyetçi, dinci kesimlerin/eğilimlerin desteğini arkalarına alarak bir süre daha iktidarlarını koruyabileceklerini; ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yaşadıkları krizi aşabileceklerini düşünüyorlar. Bunun dışında hiç bir şey düşünmedikleri gibi, farklı yol ve yöntem arayışlarına kendilerini kapatarak, tek çıkar yol olarak işgalci, sömürgeci kirli savaşları görüyorlar. Bir nevi kısa sürede çözümünün olmadığı uzun yıllara yayılan kaos dönemlerinin savaş devletlerinin/güçlerinin izlediği politikaları taklit ediyorlar. 31 Mart Yerel ve 23 Haziran 2019 İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinde yaşadıkları hezimete rağmen bu politikada ısrarlarını koruyorlar.
Oysa 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde AKP-MHP faşist diktatörlüğünün uğradığı hezimet aynı zamanda ısrar ettiği bu politikanın da iflası anlamına gelmişti. O zamana kadar kendilerine oy veren seçmen kitlesinin hiçte azımsanmayacak bir oranda olanının desteğini kaybettikleri gibi, barış ve demokrasiden yana olan güçlü karşı koyuşlarla karşılaşmışlardı. Eğer daha başka ülkelerde olsaydı hükümet çoktan ya istifa eder ya da kendi içerisinde kabine veya politika değişikliğine giderlerdi. Var olan muhalefet partileri de bunların gerçekleşmesini sağlamak için meydanlardan çekilmezdi.
AKP-MHP faşist diktatörlüğü sanki bunların hiçbirinin yaşanmamış, böyle bir gerçeklikle karşılaşma olasılığı yokmuş gibi hareket etmekte ve hala ayakta kalmanın tek yolu olarak sömürgeci, işgalci yağma, talan, çapul savaşını görmektedir.
Kuşkusuz uğradığı seçim hezimetine rağmen, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün böyle rahat hareket etmesinin nedenleri var. Bunda da devrimci, demokratik, özgürlükçü güçlerin, en genel anlamda buna sistem içi farklı siyasal eğilimlerin ve kesimlerinde dahil olduğu muhalefetin içerisinde bulunduğu gerçekliğin önemli bir payı söz konusudur. Eğer en geniş anlamda AKP-MHP muhalifi olan güçler kendi gerçekliklerinin farkında olsaydı, AKP-MHP faşizmi o kadar rahat hareket edemezdi. 7 Haziran 2015 Genel Seçim sonuçlarını “yok hükmünde” sayamazdı ve bugün Türkiye çok daha farklı olurdu.
Ne yazık ki, AKP-MHP faşizmi 7 Haziran 2015 sonrası Bakurê Kürdistan’ı kan gölüne çevirdi. Bununla da kalmadı, Rojava ve Başûrê Kürdistan’ı da işgal etmek için harekete geçti. Şimdi de benzer işgal senaryolarını Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de uygulamaya koymaya hazırlanıyor. En genel anlamda muhalefetin içerisinde bulunduğu durumu kendisi için bulunmaz bir fırsat olarak görüyor ve öyle davranıyor. En son olarak R.T. Erdoğan’ın bizzat Devlet Bahçeli’nin evine giderek yapmış olduğu özel görüşmenin ardından yaşananlarda bu gerçekliği gösteriyor.
Devlet Bahçeli, R.T. Erdoğan’la görüşmenin ardından İyi Partililere bir çağrıda bulunmuştur. Bu çağrıda; yaşananlar geçmişte kaldı, onları unutalım diyerek, kongreye katılmalarını istemiştir. Bunun öylesine bir çağrı olmadığının anlaşılması gerekmektedir. R.T. Erdoğan MHP’nin bittiğini görmüştür ve bununda aynı zamanda kendi sonunu getireceğinin farkına varmıştır. Devlet Bahçeli ile yapmış olduğu görüşmenin asıl nedenini de bu gerçeklik; muhafazakar, dinci, milliyetçi vb. çevreleri yeniden bir araya getirmek oluşturmuştur. Devlet Bahçeli’de buradan hareketle İyi Partililere böyle bir çağrıda bulunmuştur. Aynı şekilde içerisinde yeni partilerin doğum sancısını yaşayan AKP’den ayrılmak üzere olanlara yönelik olarak R.T. Erdoğan’ında benzeri bir çağrıda bulunmayacağını hatta daha şimdiden bunu farklı biçimlerde yaparak uygulamaya koymadığını hiçbir kimse iddia edemez.
AKP-MHP faşist diktatörlüğünün 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından bundan başka bir çaresi de kalmamıştır. Ona muhalefet edenlerden daha çok, kendisi yaşadığı yenilgi ve uğradığı hezimetin farkına varmıştır. Ancak muhalefetin içinde yaşadığı durumun verdiği rahatlığı ile talancı, yağmacı, çapulcu sömürgeci işgal savaşında, soykırım politikasında ısrar etmektedir. Bunda başarılı olmak içinde kendilerinden uzaklaşmış olanları yeniden etrafında toparlamak istemektedir. Bu çok net bir şekilde görülmekte ve anlaşılmaktadır.
Ancak AKP-MHP faşist diktatörlüğü için “atı alan Üsküdar’ı geçti” misali iş işten çoktan geçmiş bulunmaktadır. 24 Haziran 2018 Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı oylamasından itibaren bu gerçeklik çok net bir şekilde görülmüştür. Tabiri caizse sarsıcı en güçlü darbeyi 31 Mart ve 23 Haziran’da yemiş ve dengesini kaybetmiştir. Yapmış olduğu son manevralarla da yeniden dengeyi sağlamaya çalışmaktadır. Ama bu manevralarla da bir sonuç alması mümkün değildir. Önemli olan da bu gerçekliğin; devrimci, demokratik ve özgürlükçü güçlerle birlikte en geniş anlamda AKP-MHP faşist diktatörlüğüne muhalif olan tüm güçler tarafından da görülmesidir.
Cemal ŞERİK/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi