HABER MERKEZİ
Kutsal kitaba göre tanrı insanı çamurdan yaratmış, sonradan bu çamura ruh üflemiş ve insan böyle can kazanmış.
Her insanın yaratıldığı, oluştuğu, mayasının karıldığı bir toprak vardır. Bu, dünyanın ya da evrenin başka yerlerinde yaşanamayacağı demek değildir. Kendi varlık anlamını oluştuğu toprağa göre kazanan insan, bu gerçeği kavradığı oranda başka toprakların anlamlarına da kavuşabilir. Tüm erkek eksenli işlere, erkeklerin kullanabileceği makinelerin tüm ekonomik yaşamı işgal etmesine, ekonomiye makineli üretimden de elçektirilip finansal sürecin başlatılmasına ve damıtılmış iktidar olan kağıt parçalarının durduk yerde artıp erkek sistemini zenginleştirmesine rağmen, öz anlamıyla ekonomi deyince kadın akla gelir.
Hakim erkek sistemi her şeye rağmen toplumsal ahlakı öldürememiştir. Çünkü tüm ücretlere, kağıtlara, değer atfedilen metallere rağmen hepsinin gelip dayandığı ve hayata bağlandığı yer, temel insan ihtiyaçlarının giderilmesi anlamındaki ekonomik faaliyettir. Çocuğu doyurma ve temizleme çabaları gibi. Ki bunlar da tüm finans kapital işgaline rağmen anneliğin kapsamı dahilindedir.
Toprağından koparılmış bir kadın düşünün. Mülteci bir zamanı soluyor. Aslında soluyamıyor, tıkanıp kalıyor. Hep kendi zamanının uzağında olduğu hissinin çemberinde. Kendi zamanına dair suretlerin düşler ülkesinden zar zor görünebildiği bir uzaklık ölçüyor yüreğiyle. Toprağının uzağında ama toprak bilgisinden uzak düşmemiş… Mülteci yüreğiyle yoğurmuş toprağı. Kendi gözyaşıyla, alın teriyle, yüreğinden damla damla akıtıp ırmaklara kattığı hayal zerreleriyle yoğurup yaptığı çamurla yeni bir tanrısallık yaratmaya özenmiş, tanrıya özenmiş.
Toprağın bilgisinden kopmamış. Çöl ortasında bir karış toprak üzerinde, bir yudum su da olsa avucunda, toprağıyla paylaşmayı, bir iki tohumun bedeninde yeni bir can yeşertmeyi unutmamış. Yaşama hakikat demiş ve anlamını yitirmemiş. Suda, ateşte ve toprakta bulmuş ve paylaşmış bulduklarını. Kürdistanî bir kadının ellerinde toprak yeniden yaratılmaya hazırlanıyor. Çamuru yoğurdukça damla damla su, suyla birlikte zaman katıyor. Her gün bir parça yoğuruyor ki o bir parça, ateşle, güneşle demlenip daha büyük ateşlere hazır hale gelsin. Ana elementler ananın ellerinde birleşiyor. Maddenin o kutsal birleşmesine tanrısal bir bakışla tanıklık ediyor. Bir rüzgar eksik.
Ev yasası anlamına gelen ekonominin kadınla oluştuğunu anlamak için yaşamın özünün korunduğu alanlara bakmak yeterli. Ekmek yapmak kadınların doğal işlerinden görülür, öyledir de. Kutsal bir iştir ekmek yapmak. Bir ananın işidir. Tanrısal bir iştir. Ekmek yapmak için buğdayı yetiştirmek ekmeğe kutsallık katar. Bunun imkanı kimi zaman olmayabilir ama mülteci zamanları yaşayan kadınlar ekmeklerini pişirecekleri tandırları da yaparak kadın ve ekonomi bağlantısının özüne uygun bir yaşamı sürdürmeye devam ederler.
Canla, başla, bir akışın ritmine yürek vermişçesine sabırla, emeği damla damla toprağın canına yedirilen su gibi eritip toprağa katarak yapıyor tandırı. Ananın parmakları arasında oluşuyor. Her gün bir parça örüyor, yavaş olmayan ama acele de sayılmayan seri hareketlerle yaptığı çamurla sıvıyor ördüğü taşların etrafını. Sonra parmaklarını ustalıkla üzerinde gezdiriyor. Aynı işi birçok defa yapıyor ki hava boşlukları kalmasın.
Eksik element dediğimiz hava burada devreye giriyor. Havanın gerekli olan rolüyle devreye girmesi için bu duvarın bedeninden girmemesi gerekiyor. Parça parça, yudum yudum dağılıp gitmemesi, bunun yerine toplu olarak bir yerden geçmesi gerekiyor. Bunun için tekrar tekrar bu sıvama işini yapıyor ve minicik baloncukları dahi gideriyor, tüm boşluk ihtimallerini çamurla dolduruyor. Boşluk bırakmıyor ki o kutsal ekmek oluşurken gerekecek hava dağılıp gitmesin ve geçmesi için bırakılan boşluktan geçip ateşi gürleştirsin. Havanın bu boşluktan geçişi, tanrının kendi elleriyle form kazandırdığı çamurdan insana ruh üflemesi gibidir. Boşluk bırakmıyor ki, ateş gelsin içeri, hamurdaki suyu emsin, alıp rüzgarın kollarına taksın ve güneşin ısısından kopan kızıl bir parçayı ekmeğin tenine yerleştirsin. Yerleştirsin ki tanrıçalık çağlarına özenmiş bir kutsallık oluşsun…
Dilzar Dîlok