HABER MERKEZİ
Tarihin hiçbir döneminde ulus-devlet kadar yerelin ve bölgelerin kültürüne yıkım getiren başka bir devlet rejimi yaşanmamıştır. Ulus-devlet sadece kent devleti ve demokrasiyle imparatorluk siteminin aleyhinde, zıddı olarak gelişmemiştir. Belki de bu iki olgudan daha fazla yerel ve bölgesel olan tüm kimliksel özellikleri yasaklayarak, yıkarak, özümseyerek tarihsel-toplumdan silmeye çalışmıştır. Halbuki en merkezi imparatorluklar bile her zaman yerelin ve bölgeselin hukukuna dikkat etmişlerdir. Yerel ve bölgesel olanın zenginlik olduğunu, bundan toplumların mahrum edilmemesine saygılı olmuşlardır. Kaldı ki yönetimlerin en merkezi olanları bile yerel ve bölgesel yönetimlerin otoritelerini ret etmedikçe en geniş özerk yönetimler olmasına karşı olmamışlardır.
Uygarlık tarihi kapitalist modernite dönemine kadar bir anlamda yerel ve bölgesel kimliklerin esas alındığı tarihtir. Her imparatorluk ve uygarlık, sahip olduğu yerel ve bölgesel alanların gücüyle belirlenmiştir. Tarih bu kimliklerin toplamı olduğu halde ulus-devletin bunları inkara kalkıp, kendini homojen, tek otorite olarak inşa etmeye çalışması elbette hizmet ettiği sömürü sistemiyle bağlantılıdır. Azami kar ve sermayenin sürekli birikim eğilimi, yerelin ve bölgeselin kimliğini ne kadar tasfiye ederse o denli güvenceye kavuşacağının bilincindedir. Homojen ulus-devlet; yerel ve bölgesel gücü kırmakla, kültürünü tasfiye etmekle ulusu güçlendirdiğini ve ulusal kültürün birliğini sağladığı ideasındadır. Gerçekleşen ise bir avuç oligarşinin güç ve sömürü tekelidir. Hukuk ve kültür birliği bu güç ve sömürü tekelinin meşruiyet aracı olarak işlev gördüğü halde devletin ve ulusun temel nitelikleri arasında sayılır. Daha da vahim olanı demokrasi için böylesi homojenliğin ideal koşul olduğuna ilişkin ideadır.
Köleliğin genel koşulu olarak anlam vermek mümkündür. Eğer demokrasi yerel ve bölgesel olanın özgür ifadesi ve kendini yönetmesi değilse nasıl başka türlü tanımlanabilir? Açık ki homojen ulus koşulları esas alınarak demokrasi inşa edilemez. Birey, yerel ve bölgesel kendini ifade etmedikçe, kültürel çıkarlarını savunmadıkça demokrasi gerçekleşemez. Devlet eliyle ulusçuluk ne kadar yerelin, bölgenin ve bireyin demokratikleşmesinin inkarıysa, demokratik ulusçuluk tersine o denli yerelin, bölgeselin ve bireyin demokratikleşmesidir.
Ortadoğu kültüründe yerel ve bölgesel olan tarihin her döneminde kendi kimliğini, hukukunu güçlü savunmuştur. Tüm uygarlık sistemlerinde yerel ve bölgesel kimliklere saygılı olunmuş ve hukuklarına yer verilmiştir. Tasfiye etme, yok sayma en despotik yönetimlerde bile sonuna kadar yürütülen bir siyaset olmamıştır. Bu yönlü uygulamalar bireysel ve ailesel olmayı aşmamıştır. Ulus-devletin faşist niteliği bir kez daha yerel ve bölgesel olanı sistematik tasfiye etmeyle kendini kanıtladığını görüyoruz. Bölgenin son iki yüz yıllık tarihi ulus-devlet güçlendikçe yerel ve bölgesel olanın tasfiyesinin iç içe gitmesi bu gerçeği gösterir. Sadece Irak ulus-devlet oluşumu uğruna yürütülen savaşlar ve karşı savaşlar sistemin acımasızlığını, yok ediciliğini göstermeye yeterli bir kanıttır. Halbuki yerelin ve bölgelerin demokratik ifadesi sağlansaydı belki de İsviçre’yi aşmış bir maddi ve manevi kültürel zenginlik sağlanırdı. Irak’ın halen yaşadığı savaş, kapitalist modernitenin çözümsüzlüğü, tahribatları ve yok edicilikleri konusunda son derece öğreticidir.
Demokratik modernite unsurları en çok yerel ve bölgesel olanın önem kazandığı bir sistematikliği esas alır. Ahlaki ve politik toplum unsuru, yerel yaşanan bir olgudur. Ekonomik toplum unsuru, ağırlıklı olarak yerel ve bölgeseldir. Ulusal ve uluslararasılık içindeki konumu olsa bile kendini güçlendirme temelindedir. Ekolojik toplum zaten her zaman ve her yerde yerel alanda anlam bulan ve uygulanan bir unsurdur. Demokratik toplum, yerel birimler üzerinde gerçekleşen unsurların başında gelmektedir. Yerel ve bölgeselden kopuk birey unsuru kimlik bakımından zayıf olduğu oranda hakikatten de yoksundur. Tersine ne kadar bölgesel ve yerel kültür temsiline sahipse hakikat değeri o denli yüksektir. Demokratik ulus ancak yerel, bölgesel ve bireysel olanın kimliğini, özgürce ifadesini gerçekleştirmesiyle oluşur. Farklı, çoğul kültürel kimliklere sahip uluslar demokratik olmak kadar, zengin ve barışçıl olmaya daha yatkındır. Ortadoğu toplumunda yerel ve bölgesel olana demokratik ifade şansı tanınsa açık ki sorunlarının büyük kısmı daha kolayca aşılacaktır. Tarihsel gelenek de bu gerçeği hep vurguladığı halde ulus-devlet afeti tarihe kulak tıkar. Kendi homojenlik at gözlükleriyle tarihe baktıkça büyük zenginliği tek renk olarak görür veya gördürür ki sonuç, toplumsal gerçekliğin inkarı ve faşizmdir.
Yerel ve bölgesel kültür unsurlarının yoğun ve iç içe yaşadığı Ortadoğu toplumunun bu gerçekliğine demokratik modernite; kuram ve uygulama olarak kalıcı çözüm sunar. Gerçekliklerini ifade özgürlükleriyle hakikate dönüştürdükçe birey ve toplum olarak barış içinde özgür-eşit yaşam şansına daha çok kavuşurlar.