HABER MERKEZİ
Dünyayı yönetenler kendilerini her şeyin merkezi ve sahibi olarak görüyorlar. Onlar özne, geri kalanlar ise nesne. İşte kendini özneler olarak gören bu güruh bu topraklarda yaşayan bizlere de bu şekilde yaklaşıyorlar. Doğulu aklı ve yaratımlarını küçük görerek, buranın kendi öz kültürünü, adını, tarihini silmek istiyorlar.
Dünyadaki konumlarından yola çıkarak bizlere sadece coğrafik olarak bir yönü belirten bir kavramı sanki bu toprakların gerçekliği sonucu bir isimmiş gibi kullanıyorlar. Bu şekilde bize bir yönmüş gibi, basit bir coğrafi adlandırma olarak yaklaşırken, iktidardaki konumlarını ise herkese hakikat olarak aşılamaya çalışıyorlar. Bu zihniyete sahip kişiler için bizler sadece “geri kalmış Ortadoğulularız”, bin yıllardır süre gelen geleneklerimizin, tarihimizin, kültürümüzün bir anlamı yok. Bizim kendimizi nasıl tanımladığımızın bir önemi yok, önemli olan onların bizi nasıl tanımladıkları. Kendilerinde her şeyi yapabilme hakkı gördükleri için bizlere de istedikleri isimleri verebilirler. Bu yüzden Ortadoğu tanımlamas sonuna kadar egemenlik kokan, ötekileştiren bir tanımlamadır. Bir oryantalizm ürünüdür, yapaydır ve bu topraklara zorla giydirilen dar bir elbise gibidir.
İçinde yaşadığımız dünyada yerleşim yerlerinin isimlerini incelersek orası için önemli olan bir olayın, halkın, kültürün ya da farklı bir toplumsal etkenin sonucu olarak bir isimleştirmeye kavuştuğunu görürüz. Orada yaşayan insanlar kendi yaşadıkları yerin ismini koyarlar. Yani bir tarihi, toplumsal kökeni vardır. Bir anlam ifade eder, insanların zihninde bir yeri vardır, insanların duygularını ifade eder. İnsanların yaşadıkları yer için harcadığı emeği, yaratımlarını, umutlarını, kederlerini ifade eder. İnsanın yaşadığı yer onun için sadece bir toprak parçası değil, geçmişi ve geleceğidir. Bu yüzden yaşadığımız mekanın önemi bizler için büyüktür. Peki, bu topraklarda yaşayan bizler olarak Ortadoğu ismi bize neyi ifade ediyor? Bu ismi burada yaşayanlar olarak bizler kendi yaşadığımız yerin adı olarak belirlemedik ki! Ortadoğu ismiyle bu toprakları adlandıranlar burayı kendilerine ait görmektedirler. Ancak bu aidiyet kendini buralı olarak görmek ya da kendini buraya ait olarak görmekten değil, burayı kendi mülkü olarak görmekten gelmektedir. İktidarın karakteri böyledir. Her şeyi nesne olarak gördüğü için mülkleştirmek en iyi egemenlik kurma biçimidir. Ortadoğu kavramını geliştirenlerin belki de birçoğu bu diyarları bir gün dahi olsun görmemiş, havasını solumamış, suyundan içmemişlerdir. Bura kültürlerine yabancıdırlar ancak burada yaşayan halkların kaderi hakkında hüküm vermek gibi bir rolü üstlenmişledir. Neyin olup, neyin olmamasına bu kesimler karar vermektedir. Tarihte görülmüş en büyük anlam çarpıtması ile karşı karşıyadır Ortadoğu bugün.
Tüm bu yaklaşımların sebebi ise Ortadoğu’nun zenginlikleri, tarihi, kültürü, tam olarak sistem içileşmemiş yapısı, kendi iç dinamiklerinden doğan alternatif sistem olma gerçekliğidir. Tarihten günümüze bu topraklar her türden iktidar kaynaklı saldırıya maruz kalmış olsa da, ahlaki politik toplum gerçekliğini tümden kaybetmemiştir. Hala güçlü toplumsal argümanlara sahiptir. Sistemin bu coğrafya ve toplumlarına bu kadar yönelmesinin bir sebebi de karşısında alternatif bir güç bırakmak istemeyişiyle de bağlantılıdır. Bu yüzden Ortadoğu’yu sürekli bir krizin içinde bırakmak istemektedir. Bunun için cinsiyetçi, dinci, milliyetçi ideolojileri her zaman canlı tutmaktadır. Doğu zihniyetini bu düşünüş biçimleri ile istila etmektedir.
Bu düşünüş biçiminde özellikle İngiliz oryantalistlerin büyük etkisi olmuştur. Oryantalizme göre dünyanın merkezi Avrupa’dır. Avrupa’da da Britanya Krallığı’dır. İngiliz devleti kendisini dünyanın merkezine koyarak çevresindeki diğer coğrafyaları da doğu, batı, kuzey, güney gibi adlandırmalarla tanımlamıştır. Dünyanın geri kalan kısmını kendisine olan uzaklık ve yakınlığa göre adlandırılmıştır. Örneğin Yakın Doğu ya da Uzak Doğu gibi adlandırmalar buna örnek verilebilir.