HABER MERKEZİ
Kadın kurtuluş ideolojisinin birinci ilkesi doğduğu topraklarda yaşamaktır. Yani güncel deyimi ile yurtseverlik, ikincisi özgür düşünce, özgür irade.Üçüncüsü; özgürlüğe dayalı bir yaşam paylaşımı için örgütlülük. Dördüncüsü; örgütlülükle birlikte mücadele ve beşincisi; yaşamın estetikle, güzellikle olan ilişkisidir.Bütün dünya kadınlarının özgürlük mücadelesini selamlıyorum ve inanıyorum ki böyle bir sorun ciddi olarak sosyal mücadeleler gündemine girmiştir. Partimizin, sosyalizmin güncelleşmesiyle birlikte bu sorunlara çok ciddi eğilmesi temelinde, salt Kürdistan’daki kurtuluşla sınırlı kalmayıp; başta Ortadoğu olmak üzere dünyadaki yeni sosyal mücadelelere de, kadın boyutunda oldukça hem iddialı, hem yaratıcılığı içeren bir yaklaşımı büyük önem taşımaktadır. Ve her şeyden önce, bir kadın kurtuluş ideolojisinden bahsetmek gerekiyor. Biz bu ideolojiyi yaratma peşindeyiz. Çok yoğun bir biçimde kadın kurtuluş ideolojisinin gelişimi sağlanmadan, her şey kendini kandırmaktan öteye gidemez.İnanıyorum ki, çok ciddi bir kadın kurtuluş ideolojisine ihtiyaç vardır. Bu, salt cins kurtuluşu anlamında bir ideoloji değildir. Sosyalist öğretinin ve hatta toplumun bilimsel analizinin bizi getireceği bir noktadır. Kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin büyük önem taşıyacağını önümüzdeki süreçler ortaya koyacaktır. Benim şahsen daha çok üzerinde yoğunlaştığım hususlardan biri de budur. Bu şüphesiz feminist bir yaklaşım değildir. Ben bir kadın değilim ama kadın boyutlu, kadın eksenli bir düşünme, giderek bir ideolojiyi ve buna dayalı bir örgütlenmeyi geliştirmeyi oldukça önemli bulmaktayım.
Savaş sorunlarına çözüm getirmekten tutalım özgürlüğe dayalı bir barışı mümkün kılmaya kadar, böylesine bir ideolojik gelişmeye ihtiyaç vardır. Şimdiye kadar olan tüm ideolojiler erkek damgalı, erkek ağırlıklı ideolojilerdir. Şüphesiz sınıf boyutu ve yine emperyalist sömürgeci boyutu vardır. Ama çok çarpıcı bir biçimde erkek egemenlikli boyutu da vardır. Bunu hiç kimse inkar edemez. Her ne kadar topluma hakim olan erkek egemenlikli yaklaşım, bunu yüzyıllardan beri sürekli gizlemişse de biraz bilime saygı, biraz da kadının kurtuluşuna çok sıkı bir temelde, halka, bir halkın kurtuluşuna yüksek ilgi duyan birisinin, bunu görmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla düşüncede de kadın eksenli bir ideolojinin yaratılması gereği önemlidir.
Diğer komünist ve sosyalist önderlikler de bu konuyu az-çok işlemişlerdir ama oldukça sınırlıdır ve erkek egemenlikli anlayışları aşmamıştır. Kendi yaşamlarında da, esas itibarıyla mevcut aile içindeki egemenlik anlayışının çok ötesine gidememişlerdir. Bu, sosyalizmin de bir eksikliği olarak düşünülebilir. Bizim burada dile getirmek istediğimiz şey daha kapsamlıdır. Aslında bu zorlamadır ve bir ideoloji değildir. Tarihin ilk toplumsal örgütleniş aşamasında ideoloji, esas itibarıyla kadın eksenlidir. Büyük İştar tanrıçası vardır. Değişik dillerde star, sterk, yani yıldız anlamına geliyor ve ilk tanrıçadır. İlk tanrı, aslında bir tanrıçadır. Erkek tanrılar daha sonra ortaya çıkmış veya tanrılar daha sonra erkek tanrıları biçiminde kendilerini ortaya koymuşlardır. Tabii bu da, kadının üreticiliği ile oldukça bağlantılıdır. Kısaca kadın ideolojisi cins ideolojisi değil, sosyal bir ideolojidir. Eğer bu sorunlara bu çerçevede yaklaşılarak, (ilkesel, ideolojik boyutlu) sanırım şimdiye kadar ki bütün yaklaşımları, bütün ideolojileri, dolayısıyla onlara dayalı örgütlenmeleri (ekonomik, kültürel, siyasi, askeri örgütlenmeleri) gözden geçirmek gerekecek. Neden? Çünkü erkek egemenliklidir ve dolayısıyla içinde savaşı içerir, eşitsizliği içerir, baskıyı içerir. Bu da cinsin düşüşünü beraberinde getirir. Tabi, cinsin düşüşü de yaşamın düşüşü demektir. Yaşamda düştükten sonra cinsin tutsaklığının, bütün toplumu tutsaklığa doğru götürmesi çok çarpıcıdır ve genelde toplum da kaybeder. Azgın savaşların yolu baştan sona kadar açılmış olur. Nitekim Türkiye’de, bugünkü savaşın çok azgın bir karakterde gelişmesinin sınıfsal özü vardır, yine emperyalizmle bağlantısı vardır, ama çok şoven, hakim bir erkek anlayışıyla da bağlantısı somuttur.
Bu nedenle diyorum ki, zamanı değildir, daha sonra olabilir biçimindeki bir yaklaşım son derece hatalıdır. Herhangi bir devrimci akım ve ciddi bir sosyal faaliyete girişmek istiyorsak; giderek kadınlık boyutunu esas alan bir ideolojik faaliyete şiddetle ihtiyaç vardır.
İkinci bir husus; şüphesiz bununla bağlantılı, bütün erkek ağırlıklı örgütlenmeleri yoğun bir eleştiriye tabi tutmak gerekecektir. Sadece eleştiriye tabi tutmak değil, bunları giderek aşmak da gerekecektir. Başka türlü savaşın sonu gelmez, barış da olmaz. Bütün militarist örgütlenmelere bakılırsa yüzde yüz erkeğin damgasını taşıdığı görülür. Orada tek bir kadının bile yeri, dili ve yüreği yoktur. Ve bunlar tepeden tırnağa zorba örgütlerdir, şiddet örgütleridir. Dikkat edilirse kadının en az olduğu veya hiç olmadığı bu yerlerdeki mekanizma, şiddetin korkunç düzeyde geliştirildiği bir sistemdir. Bu da görüşümüzü doğruluyor. Erkek egemenliğinin en fazla girişken olduğu kurumlar, başta militarist kuruluşlardır. Demek ki, müthiş savaş araçlarıdır. Yani barışın, yaşamın karşıtıdırlar.
Eğer kadının kurtuluşunu istiyorsak, erkek egemenlikli ideolojilere dayalı kurumları şiddetle eleştirmek gerekecek. Bunun önemli bir parçası da ailedir. Aile de erkek egemenlikli bir kuruluştur. Özellikle Kürt toplumu açısından, aile mutlaka gözden geçirilmesi gereken bir kurumdur. Bana göre aile, esas itibarı ile erkeğin ve kadının düşüşünün en tehlikeli bir biçimde gerçekleştirildiği dipsiz bir kuyudur. Ne kadar düştüklerini, ne kadar derine ve karanlığa daldıklarını bilmezler.
Bütün emperyalist-sömürgeci sistemlerin kendisini gerçekleştirdiği zemin ailedir. Bunu şiddetle gözden geçirmek ve eleştirmek gerekiyor. Bu demek değildir ki; kavram olarak aileyi tamamen inkar ediyoruz. Hayır, gerçekleşmiş olan aileyi inkar ediyoruz. Veya aşmak gereğinden bahsediyoruz. Böyle bir kavram önem taşıyor. Aile içinde diktatörlük ve mülkiyet vardır, kadının her türlü haktan yoksunluğu ve acıları vardır, oldukça hor görülmesi vardır. Fiziki olarak bitirilmesi vardır. Herhangi bir ciddi talebi yoktur. Bunun için kadın duygusallığından bahsedilir. Koşullar böyle olursa, tabii ki kadın bağlanacak bir varlık olur. Sadece duyguları ile yaşayan bir varlık olur ve bu da insan haklarına karşı en büyük saygısızlık ve en büyük saldırıdır. Bu nedenle kadının kurtuluşundan bahsetmek istiyorsak, onu boğan bir kurumu, aile kurumunu çok ciddi bir eleştiriden geçirmenin gereği var. Bu eleştiriyle birlikte geliştirilecek diğer bir kavram, kopuş kavramıdır. Bazılarımızı zorlamaktadır ama özgürlük ideolojisi açısından bunu açıklamamız gerekiyor.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan