İSTANBUL
Son dönem de kadınlara yönelik artan cinsel istismar, kadın cinayetleri Türkiye ve Bakurê Kürdistan’ın gündeminde yer almaktadır. Bu temelde erk zihniyetli devlete bağlı olarak işgalci AKP’nin yarattığı kadın saldırı ve istismarlarına dair Sosyalist Kadın Meclisleri Genel Sözcüsü Deniz Aktaş ajansımıza konuştu. Sorularımıza cevap veren Deniz, kadına yönelik gelişen şiddet, katliam ve istismarların iktidar ve erkek devletin düşüncesinden ayrı olmadığına dikkat çekti. Buna karşın kadınların özsvunmasının geliştiğini ve gelişmesi gerektiğini belirten Deniz AKP faşizminin Amed, Wan, Mêrdîn’de gerçekleşen kayyım işgalinin eşbaşkanlık ve kadınlara yönelik bir işgal saldırısı olduğunu bunun karşısında duracaklarını ve eşbaşkanlık sistemini yaşamın her alanda yaratacaklarını dile getirdi. Deniz, son olarak Sosyalist Kadınlar Meclisi olarak çalışmalarını değerlendirdi.
1)Bildiğiniz AKP-MHP iktidarı ile beraber ciddi oranda artan bir kadın cinayeti ve taciz tecavüzler var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları, asla bireysel erkek şiddeti değildir. Çünkü evdeki erkek, devletteki erkeğin temsilcisidir ve iktidarın kadın düşmanı politikalarının uygulayıcısıdır. Bu nedenle merkezi iktidarın erkek egemen yapısına bağlı olarak sokakta, evde, işyerin de kadına yönelik erkek şiddeti de artar. Devlet, yargı-polis-medya ve erkek işbirliği ile örgülü bir biçimde kadına saldırıyor. AKP-MHP ittifakı da, cinsiyetçi ve homofobik politikaları, kadın kazanımlarına dönük saldırıları, kadın örgütlerine dönük baskıları, kadınların siyaset yapma hakkının engellenmesi, kadının aile içinde tanımlanması, kadını eve hapsetmeye çalışması, kadın katillerini koruyan yargısı, erkek şiddetini meşrulaştıran medyası vb. el birliği ile kendinden önceki iktidarlardan devraldığı geleneği devam ettiriyor.
21. Yüzyılda bu geleneksel kadın düşmanlığına bir de özsavunma uygulayan kadınlara karşı düşmanlığını eklemek gerekir ki, bu durum kadın özgürlük mücadelesinden duydukları korkunun temelidir. Kadınlar, artık yaşam hakkına sahip çıkıyor ve erkek şiddeti karşısında çaresiz olmadığını biliyor. Özsavunma, “Ölmek istemiyorum” diyen kadınların “Yaşamak istiyoruz” çığlığı ve eylemi oluyor. Tıpkı, Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” çığlığının sokakta kadın öfkesine dönüşmesi gibi. AKP, evde, sokakta ve işyerinde ki erkeğe duyulan öfkenin kendisine döneceğini biliyor. Kadınların, yaşadığı şiddete isyan etmesinin toplumsal bir öfkeye dönüşmesini engellemek istiyor. Çünkü kadın cinayetlerinin politik olduğunu onlar da çok iyi biliyor. Dolayısıyla kadın isyanını bastırmanın daha fazla kadın düşmanlığı, erkek şiddetini meşrulaştırma, erkeği küçük iktidar ortakları olarak cesaretlendirme ve kadına karşı işlediği suçlarda cezasızlıkla ödüllendirme yoluna gidiyor. Bu da erkekleri daha cesaretlendiriyor çünkü biliyor ki, erkek devlet arkasında.
2) Kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddete karşı devlet yasa anlamında ne kadar samimi ve bu cinayetleri önleyecek, halkı bilinçlendirecek politikalar izliyor?
Yukarda da bahsettim. Devletin, kadına yönelik şiddeti engellemek gibi bir derdi yok. Sadece kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine karşı oluşan kadın öfkesini bastırmak gibi bir gündemi var. Bunun için de kadınların sokağa çıktığı, öfkesini isyana dönüştürdüğü anlarda göstermelik çözüm tartışmaları yapıyor. Dün Ömer Çelik’in Emine Bulut için söylediği ikiyüzlü yalanlar gibi günah çıkarmalar ve timsah gözyaşları ile ellerindeki kadın kanını unutturmaya çalışıyorlar.
8 Mart’ta Taksim’de kadınlara saldırtan,kendi yasaları bile uygulamayan, imzaladığı uluslararası sözleşmeleri yok sayan, nafaka hakkına göz diken, kadınların örgütlenme hakkını engellemek için her yolu deneyen, kayyumlar ve KHK’lar aracılığıyla kadın kurumlarını kapatan, kadın bedeni üzerinden siyaset yapan, erkek yargıyı kadın katillerini aklamanın aracına dönüştüren devletin ta kendisidir.
3)Bilindiği gibi 19 Ağustos günü Amed, Wan, Mêrdîn büyükşehir belediyelerine kayyım atandı. Kayyım atanma gerekçelerinden bir tanesi de eş başkanlık sistemi gösterildi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınların, başkaca haklarını elde etmek için olduğu gibi siyaset yapma hakkını kazanmak için de mücadele etmesi gerekti. Bu mücadele, uzun ve zorlu olmasının yanında hem erkek egemen sistemin hem de devletin yasal olarak “Kadının seçme seçilme hakkı vardır” yalanını tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren bir mücadeleydi. Bu mücadele birçok kazanımımızla elbette hala devam ediyor.
Eş başkanlık ise kadının sadece siyaset yapma hakkını değil eş temsiliyet ile siyaset yapmasının güvencesi olarak yine kadınların mücadelesi ile kazanıldı. Erkek tekelindeki siyasete, yönetici mekanizmalarına ve siyaset diline en güçlü yanıt ve tüm bu alanlarda kadın adına değil kadınlarla birlikte politika üretmenin biçimi oldu. Süleyman Soylu, ilk defa doğru bir tespit yaptı ve eş başkanlık için “devlete kafa tutuyorlar” dedi. Doğrudur, eş başkanlık erkekliğin ve ikitdarın üretildiği her devlet mekanizmasına ve erkek egemen sisteme karşı kadınların kafa tutması, isyan etmesi ve “Toplumun yarısı olarak siyasette, yönetmede, iktidarda biz de varız” demesidir. Üstelik iktidarı, kadın eşitlikçi politikalar ile kadın ve emekçiler lehine kullanmak anlamına geliyor. Bu ise bekası erkek egemen sistemin bekasına bağlı olan AKP’nin tekerine çomak sokmak demek. Hazmedemedikleri şey, kadınların bu cüreti ve cesareti elbette. Bu nedenle kadınların kayyumlar aracılığı ile hem iradelerinin gasp edilmesine karşı direnişi hem de kazanımları olan eş başkanlığa sahip çıkması son derece önemlidir. Kadınlar sokakta, evde, mahallede, işyerin de yaşamın her alanında eş başkanlığa yani siyaset yapma hakkına sahip çıkıyor. Dolayısıyla İstanbul’da Kadınlar Birlikte Güçlü’nün kayyum protestosuna polisin saldırması da bu tahammülsüzlüğün ürünüdür.
4) İstanbul Sözleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul sözleşmesi, kadına ve çocuğa karşı işlenen suçlarda imzacı devletlere adım atma sorumluluğu veren ve bağlayıcı bir sözleşmedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili yıllardır talep ettiğimiz yasal önlemlerin yer alıyor ve imzacı devletlere bu önlemleri hayata geçirmekle ilgili basınç uyguluyor. AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’nden duyduğu rahatsızlığın temel nedeni de budur. “Kadına yönelik şiddetle mücadele ediyoruz” yalanını gözler önüne seriyor. Çünkü sözleşme sadece genel bir perspektif metni değil, imzacı devletlerin sözleşme maddelerinin gereklerini yerine getirip getirmediğini, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili adım atıp atmadığını da denetleyen bir metin. GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu), imzacı devletlere belli aralıklarla anket soruları gönderiyor, ne gibi politika üretip ne yaptıklarını soruyor ve sonuçlarını uluslararası kamuoyu ile paylaşıyor. Dolayısıyla AKP’nin kadın düşmanı politikaları ve ikiyüzlü tutumu teşhir oluyor.
Bu nedenle İstanbul Sözleşmesine sahip çıkmak ve maddelerinin uygulanmasını istemek kadına yönelik şiddetle mücadele bakımından tek seçenek olmamakla birlikte önemlidir.
5) Sosyalist Kadın Meclisleri olarak çalışmalarınızı nasıl yürütüyorsunuz. Saha da ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Sosyalist kadınlar olarak, kadın özgürlük mücadelesinde 20 yılı aşkın bir deneyime sahibiz; ancak Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) adıyla 2009 yılında mücadeleye başladık. “Cins bilinciyle aydınlanıyor, kadın devrimiyle özgürleşiyor, siyasetin merkezine yürüyoruz!” şiarı ile başlattığımız yürüyüşümüze özerk kadın örgütü olarak devam ediyoruz. Kadın devrimi programımıza bağlı olarak kadının ezilen cins olmaktan kaynaklı maruz kaldığı her türlü baskı ve eşitsizliğe karşı mücadele yürütüyoruz. Kadın cinayetleri, özsavunma hakkı, siyaset yapma özgürlüğü gibi birçok konuda çalışmalar yapıyoruz. Örgütlü olduğumuz il, ilçe ve mahallerde kadınlarla birlikte ajitasyon, propaganda, eğitim faaliyetlerinin yanında fiili meşru mücadele biçimlerini de kullanıyoruz. Aylık olarak “Kadın ve Yaşam” bülteni çıkarıyoruz. Bunun yanında birleşik kadın mücadelesini önemsiyor ve ortak kadın platformlarında yer alıyoruz.
Kadın özgürlük mücadelesinin her bileşeni gibi bizde AKP’nin yasakçı, baskıcı politikalarından ve gözaltı-tutuklama teröründen nasibimizi alıyoruz. Üyelerimiz ve yöneticilerimiz 8 Mart’a katılmak, kadın cinayetlerine ses çıkarmak gibi gerekçelerle yargılanıyor, tutuklanıyor. Ancak tüm bu baskıya rağmen kadın iradesi, kadın aklı ve kadın dayanışması ile yürümeye devam ediyoruz.
NC/İsmail BARDAKÇI