HABER MERKEZİ
Toplumsal doğalar esnek, zihinsel yanı gelişkin doğalardır. Anlam yüklüdürler. Genelde canlılardaki anlam yükü cansızlardan fazladır. En basit atom parçacığından en karmaşık bileşimlerine doğru anlam artımı söz konusudur. Anlam artımının özgürlükle ilişkisi vardır. Enerji-madde ikilemindeki katılaşmış maddi parçacık denilen yan, hep anlamı engellemekle yükümlüdür. Tıpkı duvar gibi. Duvar bir yandan içindekileri korur ama aynı zamanda hapseder. Evrende bu ikilem her olguda vardır. Duvar bazen tam bir savunma aracı olurken bazen de hapishane aracı olur. Madde kısmının bu yönlü bir özelliği hep vardır. Toplumsal doğada (evrende, maddede) çok gelişkin bir anlam birikimi vardır. Toplumsal örgüler, organlar, yapılar, sistemler özünde anlamca belirlenirler. Anlamını en iyi dile, söze, yapılanmaya kavuşturan toplumlar en gelişmişlik tanımına kavuşurlar. Özgürleşme düzeyi gelişkin toplumlardır. Özgür toplumlar kendini anlamlandıran, dillendiren, konuşturan, ihtiyaca göre çok yönlü yapılandıran toplumlardır. Tersine özgürlükten yoksun toplumlar dilini geliştirememiş, açıkça konuşturamamış, çok yönlü kendini yapılandıramamış toplumlardır.
Bu tanım çerçevesinde çağlar boyunca toplumsal anlam, hakikat gelişimini değerlendirmek sosyal bilimin özüdür. Hakikat esasta çağlar boyu gelişen toplumsal anlamlılığın insan bilincine çıkmış halidir. Kendini mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel yollarla ifadeye kavuşturma işine hakikati araştırma, dile getirme işi diyebiliriz. Toplumlar sadece hakikat örgüsü değillerdir. Aynı zamanda açıklama gücüdürler. Hakikatini açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder ki, bir nevi var oluştan kopma, gerçeklik olmaktan çıkma durumuna düşmek demektir. Hakikatsiz toplum hatta birey; anlamsız kılınmış, başka öznenin hakikati içinde erimiş, kimliğini yitirmiş varlık anlamına; daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir. Bu durumda anlamla hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Anlam bir nevi hakikatin potansiyelidir. Bu potansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıldıkça hakikat haline erişmiş olacaktır. Hep “içimdeki hakikat” demek, hep “içimdeki konuşamayan çocuk” demektir ki en kötü toplumsal durumu, birey haline düşmüşlüğü ifade eder. Toplumsal anlamlılıklar hakikat haline (mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal, bilimsel yöntemlerle) gelmedikçe, bu aşamaya, aktifliğe (potansiyelden entellegyaya) erişmedikçe yaşamsallık kazanamazlar. Çocukluktan kurtulamamak, ezop dilini aşamamak demektir ki bu durum da hakikat haline erişememek demektir. Baskı altına alınmış toplumsal gerçeklikler bu durumu yoğunca yaşarlar. Hakikat açısından toplumsal gerçekliğe baktığımızda ancak bu gerçeklikler (toplumsal doğalar, yapılar) herhangi bir hakikat yöntemiyle (mitolojik, dinsel, sanatsal, felsefi ve bilimsel) dile geldikçe, aktifleştikçe yeniden örgütlenip yapısallaştıkça anlamlı toplumdan hakikatli topluma erişmiş oluruz. Toplumsal çağları hakikat açısından gözlersek;
1- Toplumsal Klanlar Çağı: Bu çağda karmaşık bir anlam kazanamamışlıktan ötürü klan topluluklarında hakikatler çok sınırlı bir kapsamda, gelişmemiş bir dille bazı sözel ve çoğunlukla beden diliyle ifade edilirler.
2- Tarım-Köy Toplum Çağı: Barınma, beslenme, giyinme, üreme ve korunma konusunda daha karmaşık bir yapısallık yaşandığından anlam kapasitesi çok artmış toplumsal gerçeklikler söz konusudur. Anlam kapasitesine denk gelen bir hakikat çağı gelişmeye başlar. Özellikle ana-kadın etrafında gelişen mitolojik, dinsel, sanatsal (şişman ana-kadın heykelcilikler çağı) bir hakikat çağı tüm kutsallığıyla sahneye çıkar. Diller gelişir. Mitolojik, dinsel ve sanatsal ifade gücü; orijinal değeri yüksek bir çağı başlatırlar. Prehistoryanın en görkemli çağıdır. Toplumun ilk defa kendini kutsal hakikatler halinde (mitolojik, dinsel, sanatsal) açıkladığı çağdır. İnsanlık halen bu dönemin mirasını yemektedir. Felsefi bilgelik ve tıbbi bilim başta olmak üzere diğer iki hakikat biçimi de bu çağda temel kazanmıştır. Kadın bilgeliği ve tıbbı bu dönemin etkin hakikatleri olarak yaşamda önemli yer bulmuşlardır. Kadın-tanrıçalığın bu çağda egemen olmasının nedeni kadının beş önemli hakikat alanında kazanmış olduğu güçten ileri gelmektedir. Bu güç kazanmanın altında şüphesiz tarımı ve ev ekonomisini geliştirmede başat rolü oynamasından ötürüdür.
3- Şehir ve Uygarlık Toplumu Çağı: Şehirleşmeyle birlikte artan toplumsallaşma diyalektik gereği zıddını da geliştirmiştir. Bu çağda diyalektik zıtlık toplumsal sınıflaşma ve devleti doğurmuştur. Bir toplumsal sapma olarak gelişen sınıfsallık ve devletleşme toplumsal hakikat konusunda derin bir yarılmaya, bölünmeye yol açmıştır. Yarılma ve bölünmeler şiddet içeren zıtlıklar temelinde oluştuğundan ötürü hakikatlerin şiddetle bastırılma çağı da başlamış oluyor. Somutta bu durum kendini hakikatler savaşı olarak da açığa vurur. Hakikatlerin sınıf ve devlet anlamını yüklenmesi tarihin özü haline indirgenmiştir. Tarih nasıl, hangi yöntemle ifade edilirse edilsin sınıf ve devlet damgasını taşıyacak biçimde inşa edildi. Yazıldı. Toplumsal gerçekliğin, dolayısıyla toplumsal hakikatin yarılması her türlü yabancılaşmanın temelidir. Yabancılaşma, toplumsal anlamın saptırılmasına bağlı olarak hakikatinin de gerçeği ifade etmekten alıkonulmasıdır. Hatta gerçekliğin tersyüz edilmiş biçimde ifade biçimlerine taşırılmasıdır. Toplumsal bireyin köklü yabancılaşması tarihteki en büyük kötülüktür. Toplumsal yabancılaşma tarihsel ihanet olarak da yorumlanabilir. Yabancılaşma her düzeydedir. Toplumun tüm maddi ve manevi kültürel alanlarını kapsar. Emek yabancılaşması zihniyet yabancılaşmasıyla birleştirildiğinde hegemonik uygarlık sistemi kendini sürdürebilir. Dolayısıyla sınıflı, devletli toplum sistemi olarak uygarlık çağı; ancak toplumsal alanların derinliğine yarılması ve yabancılaşması temelindeki gerçekleşme olarak tanımlanabilir.
Uygarlık toplumsallığı bölünmüş ve sürekli çatışmayı mümkün kılan bir gerçekliktir. Derin bir hakikat arayışı, çatışması olarak da kendini var kılar. Sömürü ve zor tekelini elinde tutan tahakkümcü güçler toplumsal hakikati bastırıp çarpıklaştırdıkları oranda ezilen ve sömürülen gruplar, bireyler ve halklardan oluşan toplumlar inşa ederler. Bu kesimler anlamını, dolayısıyla hakikatini kaybetmiş yığınlar, sürüler halinde güdülürler. Güdülmeye elverişli konuma ancak hakikatlerini yitirdiklerinde gelebilirler. Uygarlık tarihi dar anlamda bu güdülenimin hem anlam, hem hakikat olarak inşa edilip sürdürülmesi tarihidir.
* Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.