Dönem dönem Türkiye’de kamuoyunun gündemine “idam cezalarının” yeniden yürürlüğe konulması getirilmektedir. En dikkat çekici olan da bu tartışmaların “idam cezalarının” 2004 yılında Türk Ceza Kanunundan (TCK) çıkarıldığına dair resmi gazetede yayınlanan, yapılan yasa değişikliğinin altında imzası olan AKP hükümeti ve onun başbakanı olan R.T. Erdoğan tarafından yapılmakta olmasıdır.
Bugün, idam cezaları 58 devlet tarafından destekleniyor olsa da, dünya genelinde kabul görmemektedir. Ayrıca Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesiyle de yasaklanmıştır. Zaman zaman da, bu konuda Birleşmiş Milletler tarafından “idam cezalarının” uygulanmaması yönünde çağrılarda bulunulmaktadır.
Böyle bir gerçekliğe rağmen Türkiye’de “idam cezaları” TCK’dan çıkarıldığı tarihten itibaren belirli zaman aralıkları ile gündeme getirilmekten geri kalmamaktadır. Özellikle de gündem değiştirmeye ihtiyaç duyulduğu, seçim ve krizlerin yoğunlaştığı dönemlerde miting meydanlarına atılan idam kementlerinde görüldüğü gibi, MHP-AKP-BBP vb. faşist partiler tarafından da sürekli olarak propaganda konusu yapılmaktadır.
Tabii, “idam cezasının” yeniden yürürlüğe konulması yönünde yapılan bu tartışmalarla neyin hedeflendiği anlaşılmaz değildir. Ki, zaten bu tartışmaları yapanlar da çok açık olarak asıl amaçlarının; Önder Apo, Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi olduğunu söylemektedirler. Toplumun ‘sinir uçları’ olan; çocuklara, kadınlara karşı tecavüz, işkence, cinayet, katliam vb. gibi gerçekleştirilen insanlık suçlarını da yürüttükleri psikolojik savaşın söylemleri arasına alarak kullanmaktadırlar. Zaman zaman da toplum ve aile içerisinde, aileler, aşiretler, gruplar vb. arasında katliamlara varan olayları bu doğrultuda kullanmaktan geri kalmamaktadırlar.
Şimdi de R.T. Erdoğan tarafından, Rusya Devlet Başkanı Putin ile Moskova’da yapmış olduğu görüşmenin dönüşünde yapmış olduğu açıklama ile yeniden “idam tartışmaları” gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Buna gerekçe olarak işlenen bir kadın cinayeti olan Emine Bulut’un katlini göstermiştir. Daha önce de benzeri şekilde işlenen kadın cinayetlerini gerekçe gösteren açıklamalarda bulunmuştu. Bunlara ilaveten işlene çocuk cinayetlerini, tecavüzlerini vb. insanlık suçlarını da gerekçeleri arasında sıralamaktan geri kalmamıştı.
Burada en dikkat çekici olanı, R.T. Erdoğan’ın Putin’le yaptığı son görüşmede olduğu gibi; özünde bir Kürt soykırım saldırısı olan Önder Apo’ya yönelik mutlak tecridin yoğunlaştırıldığı bir süreçte, kadın cinayetleri ve katliamlarına karşı başta kadınların öz savunması olmak üzere örgütlü karşı koyuşların yaşanır bir hale geldiği, siyasal- askeri- ekonomik- diplomatik- sosyal vb. kriz, çözümsüzlük, sıkışma, yenilgi ve asıl gündemin dışına çıkılmasına ihtiyaç duyduğu anlarda bu tür açıklamalarda bulunmuş olduğudur.
Faşist AKP hükümetleri öncesinde, ilk kuruluş yıllarından itibaren, günümüze kadarki TC. devlet gerçekliğinde, Osmanlı döneminde hatta en genel anlamda sınıflı, devletli beş bin yılı geçen erkek egemenlikli tarih içerisinde kadına yönelik suçlar, işlenen cinayetler ve katliamları meşrulaştıran düşünce yapıları, çıkarılan yasalar ve fetvalar söz konusudur. Hatta bunları günümüzde kabul edenler bile vardır.
Kuşkusuz R.T. Erdoğan ve onda temsilini bulan faşist zihniyet yapısını bu gerçeklikten ayrı olarak ele almak mümkün değildir. Aynı zihniyetin günümüzdeki en bağnaz temsilcileri arasındadır. Fakat bununla sınırlandırmakta mümkün değildir. Bunlarla birlikte, onun başında olduğu iktidarın içerisinde yaşadığı derin krizden bir türlü bundan çıkamıyor olmasının da bunda rolü vardır.
Dikkat edilirse, R.T. Erdoğan’ın başında olduğu sömürgeci faşist TC devleti Kürdistan’da kullandığı tekniğe dayalı soykırımcı saldırılarından bir sonuç elde edememiştir. Aksine özgürlük gerillasının savunma savaşı karşısında büyük darbeler yemektedir. Amed, Van, Mardin Büyükşehir Belediyelerine yapılan işgal saldırısı her gün daha da genişleyen toplumsal bir muhalefetle karşılaşmaktadır. AKP içerisinde yaşanan sorunlar, onu ciddi bir erime ve dağılma ile karşı karşıya getirmiştir. ABD ve Rusya ile ilişkilerde çarşafa dolanmış, “ayıyla yatağa girmenin” bedellerini öder bir hale gelmiştir. Suriye politikası dibe vurmakla kalmamış, bugüne kadar kullandığı bazı çete grupları ile karşı karşıya kalmıştır.
Böyle bir gerçeklik içerisinde ‘Perşembenin gelişi, Çarşambadan belli olur” misali bir gerçeklik yaşayan R.T. Erdoğan, Rusya dönüşünde yaptığı açıklama ile “idam cezası” tartışmalarını yeniden gündeme getirmiştir. İşlenen kadın cinayeti ise, R.T. Erdoğan’a yapmış olduğu bu açıklama için bir bahane rolünü oynamıştır. Bunun bir tesadüf olduğunu hiçbir kimse iddia edemez. Özellikle de R.T. Erdoğan hükümetlerinin en krizli, çözümsüz, çıkış yollarının kapandığı anlarda işlenen bu tür insanlık suçları neredeyse belirleyici tek gündem haline getirilmektedir. Ardından da, her hangi bir malı piyasaya sürmeden önce yapılan reklamlarda olduğu gibi, bu tür insanlık suçlarını engellemenin yolu olarak, “idam cezasını” göstermektedirler. Gazete arşivlerine bakıldığında bunun sayısız örneklerine rastlamak mümkündür.
Bir yandan bunlar yapılırken, diğer yandan da bu suçlara adları karışanların; AKP, polis, istihbarat ve bunların denetiminde olan bazı paramiliter, çete oluşumlarla doğrudan ilişkilerinin açığa çıkmış olması, karakollarda adeta otelde konaklama misali tutulmaları ve çıkarıldıkları göstermelik mahkemelerde serbest bırakılmaları bundan daha farklı düşünmeye olanak tanımamaktadır.
Elbette Kürdistan ve Türkiye toplumları; devrimci, demokratik, özgürlükçü güçleri bu tür özel-kirli savaş oyunlarıyla yeni karşılaşmış değillerdir. R.T. Erdoğan faşist diktatörlüğü öncesinde de defalarca yaşamışlardır. Darbelerin nasıl yapıldığını, faşist yasaların nasıl çıkarıldığını, kararların nasıl alındığını iyi bilmektedirler. Bu nedenle de R.T. Erdoğan’ın Rusya dönüşünde oynamak istediği oyunu görmektedirler.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi