HABER MERKEZİ
Tendürek volkanik bir dağdır. Ondan dolayı kayaları, taşları bıçak gibi keskindir. Aralarında boşluklar var. Yarı mağara gibi yerler de vardır. Bir şeyler bulmak için girdiğim mevzi de öyle yerlerden biriydi. Mevziinin içinden kayanın yarığından aşağıya doğru baktım. Baktığım yerde bir paket sigara vardı. Ama dolu ya da boş olduğu belli değildi. Ama yine içimdeki bu kötü ses bu sefer doludur diyordu. Sigara paketini almaya doğru giderken bir tanede yağmurluk buldum. Daha önce topladığım konserveler ile bulduğum ekmeği onun içine koydum. Bu arada yağmurluğun bulunduğu yerde henüz açılmamış bir koli balık konservesi de buldum. Bir tane de henüz giyilmemiş atlet ve çorap da buldum.
O koşullar içerisinde bulduklarım ganimet gibi bir şeydi. Tabii o sırada çatışma falan hepsi kafamdan uçup gitmişti. Sanki orada çatışmaya giren biz değilmişiz gibi. Orada hala düşmanın bulanabileceğini ise hiç düşünmüyordum. Topladıklarımı arkadaşlarıma ulaştırırsam bunun bir başarı olacağını sanıyordum. En azından böyle düşünüyordum. On beş yirmi gündü kimse bir şey yememişti. İki tane de yaralı arkadaş vardı. İkisini kaldığımız yerin tarafında bırakmıştık ve onlara verilecek bir şeyimiz yoktu. Bizde azıcık un var onunla yapılan un çorbasıyla yaralı arkadaşlara bakılmaya çalışılıyor. Açlıktan arkadaşlarda yürüyecek takat kalmamıştı. Bu erzakı götürürsem arkadaşlar iki gün daha hiç durmadan yürüyebilirler diyordum kendi kendime. Tabii bunu başaran insan kahraman ilan edilir diyorum. Kendi kendime bu tür hayaller kuruyordum. Bu hayallerle sigarayı çıkarmaya gittim. Ama o sigarayı çıkarmam için, o kayalıkların arka tarafından dolanmam gerekiyordu. Dolanmam gereken yerin hemen karşısında ise askerlerin mevzileri var. Tabii ben bunları o an düşünmüyorum.
Kayanın etrafını dolandım. Gireceğim yerin ağız tarafına geldiğimde arkamdan teslim ol diyen bir ses gelmeye başladı. Sesler giderek çoğaldı. Çok sayıda kişinin çıkaracağı seslere teslim sesleri karıştı. O an arkamdan gelen seslerin askerlerin sesleri olduğu farkına vardım. Kendi kendime ya ben neden bu kadar yakınlaştım diye söylenmeye başladım ama iş işten geçmişti. Dönüp şöyle hafiften arkama baktım. Arkamda on beş kişilik bir asker gurubu duruyordu. Aramızda da çok fazla bir mesafe yoktu. Aramızdaki mesafe yüz metre kadar ancak vardı. Askerlerden birinin elinde ise bana doğrultulmuş bir lav silahı vardı. Hızla kayanın altına doğru gitmeye çalıştım. Askerlerden biri o sırada lav silahını kullanan askere kayanın altına doğru, kayanın altına doğru diyerek yer tarif ediyordu.
Gerillada giyilen elbisem yoktu; hala evden getirdiğim Levis marka bir kot gömlek ile sarı bir askeri pantolon vardı. Gömlek o kadar kirlenmiş ki, bir çadır bezinden farkı kalmamıştı. Askerleri gördüğümde kendimi yukarıya doğru vermeye çalıştım. Kafamda sadece o var. Kendimi yukarı vermeyi başarırsam o lav silahından kurtulacağımı düşünüyordum. Ama ne yaptıysam kendimi yukarıya doğru kaldıramadım. Bir türlü kendimi kaldıramıyordum. Bir şeyler beni aşağıya doğru çekiyordu. Dönüp baktığımda ne göreyim, şütüğüm küçük bir taş parçasına takılmıştı ve bu benim kendimi yukarıya doğru kaldırmama engel oluyordu. Bu arada Lav silahının ateşlendiğini gördüm. Onunla birlikte kendimi nasıl zıplatıp yukarıya attığımı bilmiyorum. O şütük parçasının nasıl koptuğunu, nasıl yukarı tarafa ulaştığımı bilmiyorum. O an korkunç bir patlamanın sesini duydum sadece. Bu anlattıklarım birkaç saniyelik bir zaman dilimi içinde gerçekleşti. Böyle anlara ölümle yaşam arasındaki çizgi deniyor. O çizginin ölüm tarafında olan bölümüne de düşebilirsin, yaşam denilen yerinde de kalabilirsin. Büyük bir hışımla kendimi yukarıya atmıştım. Kafam yukarıdaki taşa değdi. Ama hiçbir acı his etmedim. Yani acı his edecek bir zamanım olmadı. Çünkü hala ölümle yaşam arasındaki çizgide seyir ediyordum. Patlamayla birlikte her yeri bir barut kokusu sardı. Kapkara bir duman yükselmeye başladı. O korkunç patlamanın sesinden sonra kulaklarım hiçbir ses duymadı. Toz duman içinde kalmıştım. Sadece bu toz ve dumandan yararlanarak buradan çıkarsam çıkarım, çıkmasam öleceğim diye düşünüyordum. Düşündüğüm tek şey oydu. Bunu sadece düşünmekle bırakmadım, o dumandan yararlanarak içine girdiğim oyuktan çıkarak etrafını döndüğüm taşı geçtim. Taşı geçer geçmez son hızla yukarıya yani arkadaşların yanına çıkmaya başladım. O an kulaklarımın hiç bir şey duymadığını anladım. Zaman zaman yürüyerek, zaman zaman sürünerek yukarıya doğru çıkmaya çalışıyorum. Yukarıya doğru baktığımda takım komutanımın bizim mevziide olduğunu gördüm. Ve durmadan bana bir şeyler söylüyordu. Ama ben hiçbir şey duymuyordum tabii.
Gittiğimde takım komutanım orada yoktu. Meğer ben mevziiye gidip ardından askerler beni Lav silahıyla vurduktan sonra o da yardımıma gelmiş. Durmadan bir şeyler söylüyordu. Ama tek bir kelimesini bile anlamıyordum. Şoktan sadece gülüyordum. Bu durum karşısında takım komutanı arkadaş çok kızmıştı. Kendi kendine söylenip duruyordu. Ama söylediklerini bağırarak da söylese yine de duyamazdım. O yüzden kızgınlığına da, söylendiklerine de gülmüştüm sadece. Bu arada yaptığımın doğru olup olmadığını da düşünmeye başlamıştım. Bu durumu düşünmeye başladığım ana kadar doğru ve güzel bir şey yaptığımı düşünmüştüm. Oysa şu an yaptıklarımın doğru olmadığını, neredeyse bir sigara için kendimi ve kendimle birlikte arkadaşları tehlikeye attığımı daha iyi anlıyorum.
Ben o sırada bile yaptığım her şey bir başarıdır, erzakı da götürsem daha büyük bir başarı olur diye düşünüyorum. Takım komutanımın söylediklerini, hepsini topla getir şeklinde anlıyordum. O denli kendimi kaptırmışım. En son acele et şeklinde elini salladığını gördüm sadece. O sırada orada topladıklarımın hepsini sırtlayıp yukarıya doğru yeniden tırmanmaya başladım. O pis koku beynimi zonklatıyor, başım dönüyordu. Askerler durmadan ateş ediyorlarmış ama ben seslerini duymuyorum. Tek düşündüğüm şey toplayıp sırtladığım erzakın hepsini yukarıya sağlam bir şekilde götürmekti. Kendimi yamaca verdim oradan gelmeye başladım.
Piro DILAGER/ Devam Edecek