1970 lerde CHP belli aralıklarla hükümet olmasına rağmen, radikal solun direnişinden ve toplumsal mücadelenin yükselişinden rahatsızlık duyuyordu. 1970’li yıllarda CHP’li olup ta bir süre başbakanlık yapmış olan Nihat Erim, 1960 anayasasının getirmiş olduğu bazı demokratik haklar için ” bu anayasa bu topluma çok lüks ” demişti. Dönemin genel kurbay başkanı Mehduh Tağmaç ta benzer sözler söyleyip ” toplumsal gelişim ekonomik gelişimi geçti ” deyip, toplumsal mücadelenin önlenmesi ya da en azında denetim altına alınması gerektiğini söylüyordu. Toplumsal mücadele 1970 lerle beraber gelişmeye başlamış, git gide bütün ülkeye yayılıyor, sistemi titretiyordu. Özgürlük Hareketi de bu devrimci ortamda filizlenmiş, var olmuştu. Aslında sağ sol iktidar mücadelesi sadece dışarıda kitlesel bazda gerçekleşmiyor, aynı zamanda, devletin bütün kurumları içinde de karşıt örgütlenmeler şeklinde kendisini gösteriyordu. 1980 öncesi, solcu polisler ve solcu subaylarda kendi içlerinde örgütlü olup, çeşitli dernekler çatısı altında toplanıyorlardı. Yani hayatın her alanında büyük bir toplumsal mücadele vardı ve geleneksel iktidar odakları gelişen toplumsal mücadeleyi kendi gelecekleri için tehlikeli buluyorlardı.
12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin arkasında NATO ve Batı emperyalist güçlerle onların Türkiye’deki yerel ayakları olan komprador işbirlikçi burjuvazi var. Türkiye’de olası bir devrim, sermayenin sonunu getirebilirdi, bütün servetlerini kaybedebilirlerdi. Bundan korkan bir Tüsiad ve global sermaye güçleri, hem bu toplumsal mücadeleyi bitirmek ve hemde Türkiye üzerinde siyasi ve ekonomik olarak daha çok hakimiyet kurmak için, 12 Eylül askeri darbesini yaptırdılar, bütün sol, sosyalist, yurtsever, devrimci güçleri hedefleyerek bitirmek istediler. Sadece belli bir devrimci kesim üzerinde değil, aslında bütün toplum hedeflendi, devrimcilere sempati duyan sol ve devrimci güçlerin örgütlü olabilecekleri bütün şehirler, köyler ve mahalleler günlerce hatta aylarca asker ablukasına alındı. 12 Eylül bütün Türkiye’yi açık bir hapishaneye çevirmişti, binlerce, onbinlerce devrimci demokrat ve yurtsever insan tutuklanarak zindanlara konuldu, bir o kadarıda yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Sadece 2 yılda 200 devrimci işkenceyle ve asılarak öldürüldü. 12 Eylül, zindan içinde zindan yaratmak demektir. Darbe sadece devrimcileri zindana koymakla kalmadı, devrimcileri siyasi amaçlarından vazgeçirmek için insanlık dışı ne varsa hepsini denediler ve sonuç almak istediler. Zindanda devrimciler siyasi hedeflerinden vazgeçirilip, esir alınırsa, dışarıdaki mücadele daha kolay bastırılır ve toplum ürkütülür, müdaceleye destek olmaz hesabını yapıyorlardı, darbeci güçler.
12 Eylül’ü çok yönlü olarak değerlendirmek mümkündür. Hem bir baskıcı darbe, hem Türkiye’yi dışarıya daha çok bağımlı hale getiren bir rejim, hem anayasayı değiştirip işçi haklarını ve ücretlerini dondurma, hem serbest piyasa ekonomisini daha çok yaygın hale getirme, kamu mülkiyetlerini özelleştirme ve herşeyi özel holdinglere satma ve hemde korkak ve pasif bir toplum yaratmayı hedefledi 12 Eylül. Dikkat edilirse 1980 lerde Türkiye’de korkunç bir zam dönemine girildi, her şeyi özelleştirme kampanyaları başlatıldı, her hafta zam üstüne zam yapılıyordu, ülkenin kapıları ardına kadar açılmıştı global sermaye güçlerine . Özallı yıllar, global sermayenin Türkiye’yi hem siyasi ve hemde ekonomik olarak kuşatma altına aldığı yıllardı ve bu kuşatma hala devam etmektedir. En son AKP eliyle onlarca kamu mülkiyeti özelleştirildi, satıldı. Özellikle 12 Eylül sonrası oluşan hükümetlerin hepsi global sermayenin ve onun ülke içindeki uzantısı ve temsilcisi olan Tüsiad’ın direk temsilciliğini ve hizmetçiliğini yapmışlardır. Bu arada Özalla sivil olarak yoluna devam eden 12 Eylül rejimi Türkiye’de mafyavari ve çetevari bir hırsızlar hükümetleri yarattılar. Her tarafta hırsız, mafya ve çeteler türedi, devletin içi çetelerle doldu, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve devletin parasını yan cebe koymak bir kültüre dönüştü, iktidara gelen partiler zenginleşerek gittiler. Sadece bu kadarla kalınmadı, toplumsal bir yozlaşma ve çürüme başladı.
1980 öncesi Toplumsal sorunlara ilgi duyan bir toplum 1980 sonrası, FUTBOL ve MAÇA ilgi duymaya başladı. Devrimci müzik yerine, arabesk dinlemeye başlandı, yerli malı yerine, yabancı mala özenme ortaya çıktı. Kısaca 1950 lerde o çokça söylenen söz uygulandı, yani Türkiye küçük AMERİKA oldu. Zengin birinin serveti TL üzerinde değil, Dolar üzerinde hesaplanıyor, yani falanca zenginin işte 2 milyar TL parası var denmiyor, 2 milyar Doları var deniyor. Falanca zenginin yalısı 100 milyon TL denmiyor, 100 milyon Dolar deniyor. Türkiye her bakımdan büyük bir yıkım ve yozlaşma yaşadı ve tabi bu yıkım en çok ta yıllar sonra ekonominin dibe vurması, toplumsal yozlaşma ve çürümede kendisini gösterdi . Son zamanlarda dövizin yukarı fırlamasıyla, bazı ülkelerde TL, kurdan çıkarılıp değeri olmayan ve işe yaramayan paralar grubuna dahil edildi. İşte son 39 yıldır Türkiye’yi yöneten bütün hükümetler aslında her ne kadar sivil hükümetler olarak görünselerde, aslında içleri ve uygulamaları özel savaş hükümetleri olan, 12 Eylül’ün baskıcı uygulamalarıdırlar. 12 Eylül daha da kötü bir şekilde devam ediyor. Kürdistan aslında her zaman cunta sistemiyle yönetildi. Son 30 yılda ve özelliklede son yıllarda Kürdistan tam bir savaş ülkesi haline getirilip, şehirler ve köyler tanınmaz hale getirildi. Bu saldırılar son zamanlarda artarak devam ediyor. Yasal zemindede Kürtlere ait ne varsa hedef haline getirilmiş bulunuyor. Kürdistan’da HDP belediyeleri bilindiği gibi hem saldırı altındadır hemde kayyumlar atanıp, Kürtlerin iradesi tanınmıyor.
AKP hükümeti, 12 Eylül rejimini temsil ediyor. Zaten siyasal İslamcı güçler, 12 Eylül’ün bir ürünü olarak peydalandılar. Şu an, Türkiye’nin hiçbir döneminde olmadığı kadarıyla dinci cemaat ve tarikat ülkenin başına bela edildi. 12 Eylül en çok kendisini Amed zindanlarında sonuca ulaştırmak istemiştir, ama en çokta Amed zindan direnişlerinde ve dışarıda gelişen büyük direnişlerle gereken dersi almıştır. Kürdistan Ulusal Devrimci Mücadelesi, 12 Eylül’ün hasaplarını ters yüz etmiş, 12 Eylül’ün en azından Kürdistan’da defterini dürmüştür. 12 Eylül rejimi ve geleneksel inkarcı sistem, Kürdistan’da siyaseten iflas etmiştir. 12 Eylül, Türkiye’ye her yönden çok kan kaybettirdi ve toplum hala bunun enkazı altındadır. Kürdistan Ulusal Devrimci Hareketi. 12 Eylül rejiminin yarattığı ve toplumu esir ettiği baskıcı sistemi bütün Türkiye ve Kürdistan’da ortadan kaldıracak, yeni bir yaşamın temellerini inşa edecektir. Türkiye ve Kürdistan’da yeni ve özgür bir yaşamın kurulacağına olan inanıcımız tamdır…
Kemal SÖBE/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi