HABER MERKEZİ
1993 yılından bu yana sürekli büyüyen, genişleyen ve profesyonelleşen Kürdistan kadın özgürlük ordusu 20. yılına giriyor. PKK’nin ilk grup aşamasında, kuruluşunda, ordulaşmasında ve büyüyüp bir halk hareketi haline gelmesinde kadının öncülük rolünün belirleyici bir etken olduğu ve kadın katılımlarının PKK’yi bir kadın partisi haline getirdiği PKK gerçeğine bakılarak görülebilir. Sadece Kürt kadınının değil, diğer halklardan ve uluslardan kadınların da yer aldığı Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin gelişim aşamalarını ve ordulaşmasının, ulaşmış olduğu düzey üzerindeki etkisini kavramak önemini yakıcı bir biçimde korumaktadır.
Her şeyden önce PKK’ye neden bu kadar kadın katılımının olduğu hala merak uyandıran bir soru. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin birçoğunda kadının belli bir katılım düzeyi var. Devrimsel süreçlerin başarıya ulaşmasında kadınların rolü inkar edilemeyecek düzeyde. Fakat devrimsel süreçlere katılan bu kadınların PKK hareketi içerisindeki kadınlar gibi örgütlü bir güce dönüşmesinden bahsetmek mümkün değil. Ezilen halkların kurtuluşunu hedefleyen bu devrimsel mücadeleler, kadın sorununa ve örgütlü bir yapıya kavuşmasına yeterli düzeyde önem vermemişlerdir. Bu yüzden kadının özgürlük sorunu devrimsel süreçlerin gerçekleşmesinden sonraki aşamaya bırakılan bir sorun olmuş ve bu da devrimin hedeflediği sistemsel ve toplumsal değişimi etkilemiştir.
Bu anlamda kadının özgürlüğünü toplumun özgürlüğü ve sistemsel değişimin temeline yerleştirmeyen devrimsel mücadeleler, tam başarıya ulaşmıştır diyemeyiz. Çünkü toplumda ahlaki ve politik değerlerin hakim kılınması ve toplumun bu değerler etrafında örgütlenip mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmesi, kadının özgürlük düzeyiyle inkar edilemeyecek düzeyde bağı var. Nasıl ki Neolitik dönem kadın emeği ve kadının oluşturduğu düzen ekseninde bugün bile hala eşitliğin, adaletin ve barışın hüküm sürdüğü bir dönem olarak örnek gösteriliyorsa, daha sonraki dönemlerin de kadının toplum içerisindeki işlevini ve rolünü erkek egemenlikli baskılar sonucu yitirmesi eşitsizliğin, adaletsizliğin ve savaşların hüküm sürdüğü dönemler olarak örnek gösterilmektedir. Toplumun katı cinsiyetçi kalıplarla bölünmesi, kadının aleyhine işleyen ve kadın cinsini köle, sadece cinsel obje, reklam aracı gören bir statüye hapsetmiştir. Erkeğin kölesi, kendi kaderine boyun eğen, kulluk psikolojisiyle yaşamını devam ettiren kadın, toplumsal şekillenişin de kök hücresi gibidir. Bu hücrenin yeterli büyümeyi ve gelişmeyi sağlayamaması ya da bu hücrede oluşan herhangi bir bozukluk toplumsal gelişimin bir bütününü etkiler. Kaldı ki günümüz gerçekliğinde toplumun aşırı iktidarcı, militarist, soykırımcı, asimilasyoncu iktidar yapılanmaları ve sistemlerin yaratığı baskının etkisiyle gittikçe yozlaştığı, bir ahlaki çöküntüyü de yaşadığı görülmektedir. Yani kadının işlevsizleştirildiği, hiçleştirildiği ve ezildiği bir halk ve toplumun ileri düzeyde bir eşitlik, demokrasi, özgürlük ve adalet içinde yaşaması mümkün değildir. Çünkü bu olguları temsil eden kadın gerçekliğidir. Kadının inkarı demek, özgürlüğün, eşitliğin, hakikatin ve adaletin inkarı demektir.
İşte PKK, kadın gerçekliğinin toplum üzerindeki etkilerinden yola çıkarak, kadının katılmadığı ve kendisini içinde ifade etmediği bir devrimin başarılı olmayacağı gerçeğinden hareket etmiş, günümüze kadar gelmiştir.
Şimdi PKK öncesi toplumsal yapıya ve bu toplumsal yapının Kürt kadını üzerindeki etkilerine bakmakta fayda var.
Kürdistan’daki Toplumsal Gerçeklik ve Kürt Kadını
Kürt toplumu asimilasyon ve soykırım kıskacına alınan bir toplumdur. Kimliği, dili ve kültürü inkar edilen, kendi kendisini inkar etmeye zorlanan bir halk gerçekliği. Tarih boyunca hep statüsüz bırakılmış, kendi ana yurdundan göçertilmiş ve teslimiyet dayatmalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Zamanın Kürtler açısından değiştirmediği gerçeklikler var. Birincisi; Kürtler hep bir direniş içerisinde olmuş ve boyun eğmemiş, ikincisi ise; ısrarla bastırılmaya ve inkar edilmeye çalışılmışlardır. İnkara karşı direniş, Kürdistan coğrafyasında hep bir çatışmaya ve savaşın yükselmesine yol açmıştır. Mezopotamya’da uygarlığın ve toplumsallığın gelişiminde büyük rol oynayan en eski halklardan olan Kürtler, egemenler tarafından tarihin dışına itilerek geçmişi tarihin sayfalarından silinmiştir. Önderliğimizin “üstü betonlanmış” bir halk gerçekliği olarak tanımladığı Kürt halk gerçekliği, kendi diriliş ve yeniden yaratılışını da direnerek sağlamıştır. Bu direnişine yön veren ve buna öncülük eden PKK hareketi, asimilasyon ve soykırım tehdidi altında yaşayan Kürt halkı açısından kendini bulma, kimliğini sahiplenme, savunma, kendi kültürel değerleriyle özgürce yaşayabilmeyi nasıl elde edilebileceğinin yol ve yöntemlerini gösteren, buna öncülük eden 20. yüzyılın en son gelişen büyük direniş hareketi olmuştur.
Hep varlık mücadelesi yürüten Kürt halkı, egemenlere boyun eğmemiş, aynı toprak parçasını paylaştığı, Arap, Fars, Süryani, Ermeni ve Türk halkıyla eşit ve özgürce yaşamın nasıl yaratılabileceğinin mücadelesi içerisinde olmuştur. Kürdistan coğrafyasında, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar birçok Kürt isyanı yaşanmıştır. Bu isyanların tümü de iktidarcı ulus devlet yapılanmaların ordu güçleriyle yenilgiye uğratılmıştır. Kürdistan’ın her dört parçasında gelişen bu isyanlara Kürt kadınının da katılımı inkar edilemeyecek düzeyde gelişmiştir. Kültürel değerlerin yaratıcısı ve toplumun şekillenişinde etkin rol oynayan Kürt kadını, inkara, asimilasyona ve işgale karşı onurlu duruşunu tarih boyunca hep korumuştur. Kürt isyanlarına katılan Kürt kadınlarının katılımı ilgi çekicidir. Ağır feodal etkilere, dini baskılara rağmen bu isyanlarda kadının, yurtseverlik çerçevesinde erkekle beraber, onlara inkar ve imhayı dayatan güçlere karşı savaştığı görülür. Toplumun, kadını içine sıkıştırdığı cendereye rağmen, tüm kalıpları kırarak, en az erkek kadar düşman karşısında savaşabileceğini gösterir. Bese ve Zarife bunun en çarpıcı örnekleri olarak gösterilse de, binlerce Kürt kadını bu isyanlarda yerini almıştır. 10. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişen Kürt hareketlerinde, isyanlarında ön plana çıkan birçok Kürt kadını olmuştur. İsyan geleneğinden gelen bu Kürt kadınları, toplumsal tabular ve egemen sistemsel gerçekliklerle mücadele ede ede kendilerine yol açmışlardır. İsyancı ruhlarını hep koruyan bu kadınlar tarihin ilerleyen aşamalarında da tarih sahnesine çıkmış ve tarih yazmışlardır.
PKK Gerçekliği ve Kürt Kadınının PKK’ye Katılım Nedenleri
27 Kasım 1978 yılında kuruluşunu ilan eden PKK, 34 yılını geride bırakarak, bugün hala Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürütmekte. Önderliğimiz Kürdistan devriminin manifestosunu hazırlarken ve devrimin mücadele çizgisini belirlerken, bu devrimsel mücadeleye kadınların katılımının önemine şu sözle vurgu yapar; “Kadının katılmadığı bir devrim başarıya ulaşamaz.” PKK’yi diğer Kürt hareketlerinden ve dünya devrim örneklerinden ayıran ve bu yönüyle ön plana çıkaran en temel özelliklerinden biri de bu olmaktadır. Daha sonra “Kürdistan devriminin yolu, kadının özgürlüğünden geçer” belirlemesiyle PKK, kapılarını ardına kadar kadınlara açar.
Tarih boyunca iradesi kırılan, örgütsüz bırakılan, kimliği, dili ve kültürü inkar edilerek köksüzleştirilmeye çalışılan Kürt halk gerçekliği, PKK’nin doğuşuyla cesaret kazanır. PKK’nin yaşam ve mücadele ideolojisiyle bilinçlenen halk, PKK etrafında gittikçe örgütlenir ve bu örgütlülük hızla Kürdistan’ın tüm alanlarına yayılır. PKK Kürt halkının üstüne çekilmiş olan karanlığı yararak, Kürt halkını adım adım aydınlığa ulaştırma mücadelesi yürütür. Mücadelesine sözlü propaganda faaliyetleriyle başlayan PKK’nin kurucu üyeleri ve militanları Kürdistan’ı il il, ilçe ilçe, köy köy dolaşarak baskı ve zulme boyun eğmemelerini, mücadele ederek özgürlüklerine ulaşabileceklerini kavratmaya çalışırlar. Her şeyden önce de kendisini inkardan kaçınması gerektiğini ve kimliğini, dilini, kültürünü sahiplenmesini ister. Halkın içinden kopup gelen bu insanlara halk müthiş bir güven duyar. Halkı ikna etme kabiliyetleri, cesaretleri ve duruşları çekim gücü olmalarına yol açar. Sözle pratiğin iç içe geçmiş gerçekliği, PKK militanlığında ifadesini bulur. Böylesi bir duruşu yakalayabilmek için sistemle büyük bir sorgulama içerisinde oldukları kadar, kendilerini de sürekli çözümlemelere ve sorgulamalara tabii tutarlar. En çok da yaşam duruşlarıyla halkı etkilerler. Öyle ki Önderliğimiz kuruluş aşamasındaki militan duruşu şu sözlerle ifade eder; “Kürt halkı ne söylediklerinden çok, nasıl yaşadıklarına bakarak inandı onlara.”
Sözlü propagandanın ve kuruluş çalışmalarının yapıldığı süreçlerde, Kürt kadınları da PKK militanlarının söylediklerini ilgiyle dinler ve anlamaya çalışır. PKK militanlarının gerçekleştirmiş olduğu halk toplantılarına katılan Kürt kadınları, PKK’yi kendisini ifade edeceği bir zemin olarak görür ve kendisine yeni bir yaşam alanının açıldığını hissederek heyecanla dinler söylenenleri. Toprağa, halk gerçekliğine, kültürel değerlerine olan bağlılığı Kürt kadınını PKK ile birlikte bir kez daha tarihin sahnesine çıkarır. İşgalin, soykırımın ve asimilasyonun yakıcı gerçekliğini en çok yaşayanlar da kadınlardır. Rêber Apo kadının içinde bulunduğu konumu şu sözlerle ifade eder; “Kadın için insanlığın gelişiminin henüz başlangıç aşamasında, kendi kişiliğini bulmadan hakimiyet altına giriş olayı vardır. Nasıl ki geri halklar özgür gelişimi yaşamadan çok katı bir kölelik altına alındıklarında, çok yetersiz ve kişiliksiz bir duruma geliyorlarsa, bu daha da fazlasıyla kadın için geçerlidir. Kişilik gelişiminin henüz başlangıcındayken, büyük bir hakimiyetle yüz yüze gelen kadın, kendisini yitirmiştir. Bu özgürlüğünü yitiriş anlamındadır. Kadın, elbette daha sonra gelişmiş, her tarihsel aşamada kişiliği, mücadelesi, rolü ve statüsüyle değişik biçimlere bürünmüş, ama büyük bir gerçek vardır ki, kadın burada yitirilmiştir.”
PKK gerçekliğiyle birlikte kadın kendisini aramaya başlar. Önder Apo da kadını devrimin her safhasına katmaya önem verir. Kürdistan ve halk gerçekliğini bilimsel bir temelde çözümlemelere tabii tutarak, Kürt kadınının içinde bulunduğu konumu da bilimsel bir temelde çözümler. Beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemin kadını nasıl bir kölelik sınırına çektiğini ve daha sonraki yıllarda kadının salt bir cins değil, ezilen bir ulus olduğunu belirtir. Kadın sorununu bir halkın ve ulusun yaşadığı, eşitlik, özgürlük, adalet ve hakikat sorunlarıyla aynı düzeyde ele alır; kadının içinde bulunduğu durumu kapsamlı çözümlemelere tabii tutar. Yapmış olduğu çözümlemeleri tarihsel ve bilimsel gerçekliklere dayandırarak yapar.
Ekin Ada