HABER MERKEZİ
Bizleri yok etmek için herşeyi yapacaklarını çok iyi biliyorduk
Kapalı bir yerde yüzlerce asker tarafından kuşatmaya alınmış olmamıza rağmen, yanımızda bulunan gencecik arkadaşlarda direniş konusunda en ufak bir tereddüt yoktu. Arkadaşların düşündüğü tek şey, o haldeyken bile gidip düşmana saldırmak, eylem yapmaktı. Kimse içeride kalmak istemiyor, eylem yapıp dışarıya çıkmak istiyorlardı. Nasıl yapabiliriz diye herkes düşünüyordu. Çok fazla arzumuzun olmasına rağmen mevcut koşullar dışarıya çıkmamızı engelliyordu. Zaten sürekli hazır bulunan keşif uçakları keşif halindeydi, helikopterler ani bir müdahale için sürekli tur atıyordu. Bunlar da yetmezmiş gibi onlarca dürbün, yüzlerce namlu sürekli kapıya odaklanmış hazır vaziyetteydi.
Bir fırsat bulup kapıya çıktığımızda düşmanın etrafımızda yoğun konumlanmasını görüyorduk. Askerlerin sesi çok yakınlardan geliyor, korktukları için sürekli mevzilenmiş halde bekliyorlardı. Bazen etraflarını ve özellikle mağaranın kapısını tarıyorlar fakat önümüzdeki kayalardan çok birşey göremiyorduk.
Birebir olayın içinde olduğumuz için o sıcaklıkla çok fazla anlam veremesek de büyük bir kararlılık ve irade sergileniyordu. Yeni katılan genç arkadaşlar olmalarına rağmen tüm arkadaşların sohbetleri her zaman nasıl çıkıp düşmana darbe vurabiliriz ve arkadaşlara nasıl ulaşabiliriz minvalindeydi. Canımızdan çok sevdiğimiz yoldaşlarımızın hasreti böyle durumlarda daha da büyüyordu. Onlarla tekrardan buluşup sarılmayı, oturup bir çay eşliğinde sohbet etmeyi hayal ediyorduk.
Kaç defa içeriden çıkmaya çalışsak da düşmanın sayı fazlalığı ve tekniği her defasında bunu engellemiş, geri dönmek zorunda kalmıştık. Sayımız 11 olduğu için iki grup şeklinde mağaranın arkasında ve önünde beklemeye başladık. Kaldığımız yer çok büyüktü ve içinden su akıyordu, hatta su sesi patlama seslerini bastırıyor ve patlama sesleri çok az geliyordu. Hiç boş bırakmıyorlardı. Ya kobralar ya da havan ve obüslerle sürekli mağaranın üstünü psikolojimizi bozmak için vuruyorlardı. Kaldığımız yerin üstü metrelerce kar olduğu için basıncın etkisi azalıyor, ses dağılıyordu.
Katolar hala kara kışı yaşıyordu. Katoların her yeri beyaz gelinliğine bürünmüş, farklı bir renk görünmesin diye diretiyordu. Arada keşif yapmaya gidiyorduk ve bazı arkadaşlar etrafta kimse yok çıkabiliriz diyorlardı. Fakat çıkıp daha detaylı keşif yaptığımızda askerleri görüyor, her yerde pusu attıklarını anlıyorduk. Askerler bazı yerlerde ateş yakmış; resmen karakol kurmuş gibi, kalabalık asker ve ağır silahlar getirmişlerdi. Hatta kepçe getirmiş alt tarafta bulunan zozanlık arazide yol yapmaya başlamışlardı. Bizi orada yok etmek için herşeyi yapıyorlardı. Askerlerin orada olmayıp gittiklerini düşünmek hata olurdu zaten. Yüzyıllardır halkımıza eziyet eden bu zihniyet nasıl olurdu da bizi sıkıştırmışken bırakır giderdi! Bir arkadaşımızı şehit etmek için herşeyi yapmaya hazır olan bu işgalciler o kadar merhametli insanlar değillerdi ki? Belliydi ki daha vahşice planlar yapıyor ve uygulamak için uğraşıyorlardı.
Bizler de çıkmak için havanın bozulmasını bekliyor; bir kar yağışında, fırtınada ya da yağmurda rahatça çıkabileceğimizi düşünüyorduk. Bunun için radyodan sürekli hava durumunu takip ediyorduk. Hava durumunda, açık olduğu söyleniyordu fakat sabah baktığımızda karın yağmış olduğunu görüyorduk. Bu bir tesadüf müydü yoksa düşman bilerek bu hava durumu tahminini yapıp çıkmamızı mı engelliyordu; tam olarak kestiremiyorduk. Zaten bütün radyolar ve televizyonlar onlar için çalışıyordu, bunu yapmaları çok zor değildi. Bazen de keşif esnasında hava kapanıyor, tam çıkmak için hazırlanırken hava aniden açıyor, her yer ayna gibi netleşiyordu.
Sanki her şey biz çıkmayalım diye birleşmiş, ellerinden gelen her şeyi yapıyordu. Oysaki insanlık için, onur ve güzellikler adına savaşan bir topluluktuk ama her şey bize karşı el ele vermiş, üstümüze geliyordu. Sonrasında kaç defa çıkmak için girişimlerimiz olsa da sonuç alamadık. Bir fırsat bulmak için, elimizden geldikçe düşmanı keşfediyor, bir açıklarını bulmaya çalışıyorduk. Kapı denetim altında olduğu için, dışarıya çıktığımızda bomba atıp taramaları bir yana, yukarıdan kayaları bize ve kapıya doğru yuvarlamaları bir yanaydı. Kampımızın kapısı en başta dik olarak aşağıya inen, sonradan düzelen bir tünelden oluşuyordu ve askerler de oradan içeriye kayaları atmaya çalışıyordu.
Hiçbir insani değere ve kutsalına saygı duymayan bir düşman vardı karşımızda. Bizleri yok etmek için herşeyi yapacaklarını çok iyi biliyorduk. Bu konuda hem halkımız hem de biz oldukça tecrübeliydik. Yasaklanan kimyasal gazları ve silahları hiç çekinmeden kullanmışlardı defalarca -ki, ben kendim de Geliyê Teyarê’yi yaşayanlardan biriydim. O vahşeti görmüştüm, halkımız Helepçe’yi yaşamıştı, Dersim’de halkımız mağaralarda gazlarla katledilmişti.
Düşman başarılı olamayınca bu defa kampımıza zehirli gaz atmaya başlamıştı. Attıkları gaz nasıl bir gazdı tam bilemiyorum ama gaz attıkları zaman ben kapıya yakın bir yerdeydim ve en çok etkilenen olmuştum. Öyle bir gazdı ki, 15 gün boyunca yemek yerken, çay içerken hiçbir tat alamıyordum. Kampımızda erzak olmasına rağmen attıkları gazın etkisiyle yemek yiyemiyorduk. Hatta öyle bir şeydi ki elimizi mağaranın duvarına dokundurduğumuz anda nefesimiz kesiliyordu ve farklı bir koku geliyordu. Attıkları zehirli gazın bizleri öldürmemesinin sebebi ise mağaranın içinde akan suydu. Büyük bir ihtimalle bu su gazın etkisini azaltmış, gaz suya sinmişti. Bu kadar saldırı altında moralimizden bir şey kaybetmemiştik. Bazen komik şeyler oluyor ve arkadaşlar kahkahalara boğuluyordu. Atılan gazdan dolayı hiçbir şeyden tat alamıyorduk. Arkadaşlar çay demlemişlerdi ve ben de aldığım ilk yudumla birlikte arkadaşlara dönerek, ‘Kim çaya tuz attı’ dedim. Halbuki çaya şeker de atmıştım fakat gazın etkisiyle bana tuzlu gelmişti. Bu sözüm üzerine arkadaşlar bana hayretle baktıktan sonra gülmeye başladılar. Sonrasında, gazın etkisiyle öyle olduğu aklımıza gelmişti.
Tofan Dersim/Pîrdoğan Kemal
Devam edecek…
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/14/katolarin-kara-kisinda-53-gunluk-direnis-1/