HABER MERKEZİ
Başta şunu belirtelim; yazıda yapılan çözümleme bütün Türk halkını kapsamıyor. Ancak hakim ulus kimliği olarak Türklüğün, o her şeye muktedir karakterinin aslında göründüğü kadar değişim-dönüşüm odaklı olmadığı, tam tersine var olanı, yani statükoyu koruma güdü-refleksini temsil ettiğini ifade etmek gerekir. Buradaki temel sorumuz ise şu: “Bu refleks, süregelen faşist AKP-MHP iktidarına karşı yürütülen demokratik çizgideki bir muhalefet midir? Yoksa sınırları demokrasiye kapalı, özellikle de Kürt gerçeğiyle yüzleşemeyen bir demokrasi simülasyonu mudur?”.
Öncelikle Önder Öcalan’ın “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı son savunmasında yaptığı bazı tespitlere bakılabilir:
‘İttihat ve Terakkicilerin Beyaz Türklük ideolojisi ile arı Türkçülüğü esas alan Siyah Türklük ideolojisinin faşist çizgide olduğuna’ işaret eden Önder Öcalan, bunların birbirinden beslendiğini söylüyor ve dış güçler tarafından da her dönem desteklendiğine dikkat çekiyor. 2000’lerden sonra ise dünyadaki ve bölgedeki siyasi konjonktürün değişmesiyle birlikte Türkiye’de bu çizgilerin giderek etkisini yitirdiğini, bunun yerine Türk İslam sentezi çerçevesinde Yeşil Türk faşizminin ikame edildiğini ifade ediyor. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin Beyaz Türk Faşizmini daha da tahkim ederek Türkiye’yi denetlemeye devam ettiğine vurgu yapan Önder Öcalan “ABD’nin daha sonra 27 Mayıs darbesini yapacak olan bir grup subayı 1945 ve 1950’lerde Gladio örgütlenmesi temelinde eğittiği ve sistemin kompase edilmesinde bunları kullandığı bilinmektedir. İngiltere’nin daha önce 1940’larda bir grup Türk pilotunu savaşta bu çerçevede kullandığı da bilinmektedir. Özellikle bu subaylar içinde öne çıkan Alparslan Türkeş ve grubu 1960’lar sonrasında Türkiye sol ve emekçi hareketlerini yine bu çerçevede işlemez kılmakta kullanılmıştır” diyor.
Devamla “Beyaz Türk Faşizmiyle ilişkili olsa da, bu grupların değişik bir versiyonu da hep devrededir… Bunlar anti-Siyonist olup daha çok Hitlercilik paralelinde faaliyet yürüten ırkçı Türk faşistleridir. Bu kesimler, Anadolu’da Proto İsrail varlıklarını tasfiye ederek, saf Türklükten ibaret bir Anadolu Türk hegemonik sistemi inşa etmek isterler. Bu kesimler Birinci Dünya Savaşında kazandıkları ve ilk defa Ermenilere karşı uyguladıkları sistemi bir daha tam olarak ele geçiremediler. Kısmen, o da Beyaz Türk faşizmi ihtiyaç duyduğunda, mevcut yapılanmaya eklendiler. Özellikle Türkiye demokratik ve sosyalist hareketlerine karşı çok acımasızca, hukuk dışı ve komplocu tarzda kullanıldılar. İşin tuhaf yanı, Kürt kimliğinin tasfiyesi söz konusu olduğunda, ulus-devletçi sol ve demokratik yapılanmaların da istisnalar dışında Beyaz Türk faşizminin çekirdek yapılanmasına dahil olmaktan geri durmamalarıdır. Hem de sözde karşı çıktıkları emperyalistler tarafından nasıl kullanıldıklarını fark etmeden!”.
Tam da bu noktada, yazının başında sorulan soru, Önder Öcalan’ın Beyaz Türklüğe dair yaptığı bu kısa öykülemenin sonunda ifade edilenle ilgilidir. Yaklaşık yüz yıllık cumhuriyet tarihine sayısız katliam sığdırmış bir devletin, hangi iktidar yapılanmasına dayanırsa dayansın, mevzu Kürtler olduğunda nasıl da kendisinden gayri olanı aratmadığı en bilinen bir gerçektir. Yani faşist rejimin “Tunç Yasası” hep devredeydi ve hala devrede. Bugün AKP ve Tayyip Erdoğan şahsında yaratılan Yeşil Türkçü Faşizm, MHP’nin şahsındaki Siyah Türk Faşizmiyle iç içe ve yan yanadır. Kürtlerin soykırıma uğratılması hedefini tek başına gerçekleştiremeyen yeşil kuşağın imdadına yine, TC’nin kuruluşundan bu yana faşizmin supabı rolü üstlenen siyah kuşak yetişti. Beyaz kuşağın rolü ise 12 Eylül Darbesinden bu yana değişmiştir. Nasıl mı?
27 Mayıs ve 12 Eylül Darbeleri ile dağıtılan Sol ve Sosyalist Cepheden doğan boşluk, ‘devletin ve Cumhuriyetin esas sahipleri’ yalanı etrafında toplanan, faşizmin sahadaki uygulamalarında yer almaktan çok, uygulamalara çanak tutan; politik anlamda gevşetilmiş bir yapıyla yeniden organize edilen ve olası faşizm karşıtlığını kendisindeki gibi yumuşatmayı amaç edinmiş Beyaz Türklük ile doldurulmak istenmiştir. Bunda, küçümsenmeyecek bir başarı da sergilenmiştir. Tunç Yasasının değişmez bir maddesi olarak “Kürt’ün inkarı” ya da “Kürt’ü kendine yanaştırmama” ilkesinden taviz vermeden “yeni bir sahte muhalif gerçeklik” yaratılmıştır. Bunun en iyi örneği Gezi Direnişi sürecinde görüldü. Faşizme karşı biraraya gelen öz muhalefetin kaşığı, Beyaz Türklük tarafından kırıldı. O süreçte Kürtlere “Neden sahip çıkmadınız, neden yeterince katılmadınız?” diyenlerin, Kürtleri, Gezi’de biraraya gelen kitleden uzak tutmak isteyenler olduğu da unutulmuş değil.
Faşizm, tüm dünyada renk ve dil ayırt etmezken Türkiye’de önce Kürtlerden başlıyor. Örneğin, ABD’deki Beyaz Irkçıların, Siyahları, Asyalıları ya da Latinleri, aralarında ayrım yapmadan katlettikleri bir gerçek. Türkiye’de ise Kürtler katledildikçe tüm halklar katlediliyor. Bunun en temel sebebi de Kürtler kazandıkça halkların kazandığı gerçeğidir. Hali hazırda AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen aralıksız direnişte Kürtler yine en öndedir. Çünkü Kürtler, Önder Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi şahsında, tüm darbe ve katliamlara rağmen ayakta kalabilmiştir. CHP’nin temsil ettiği Beyaz Türkçü muhalefetin esas derdi ise 12 Eylül’den itibaren kendisinden alınıp yeşil ve siyah kuşaklara devredilmiş iktidarı geri almaktır. Buradaki iktidarı almaktan kasıt ise seçimlerde elde edilecek bir başarı sonrası hükümete gelmek değildir. Örneğin, MHP son üç seçimdir yeniliyor olmasına rağmen, bugünkü Türkiye’nin faşist karakterinin ön yüzüdür. Dolayısıyla MHP’nin seçim kazanmasına gerek olmadan iktidarda yer alması mümkün kılınmıştır. TC’nin kurgulanış biçimi zaten özünde bunu ifade eder; önemli olan Tunç Yasasını devam ettirmek ve uygulamaktır. Bunu uygulayacak güce ya da iradeye sahip olan odak, iktidarda yerini alır. Dolayısıyla CHP’nin yürüttüğü muhalefet, tam bir simülasyondur. Yani muhalefete yakınlık ya da benzerlik değil, sahteliktir. Buradaki esas nirengi noktası ise bunun bir zihinsel arka planı ve bu zihni yapının bir toplumsal karşılığı olmasıdır.
Beyaz Türklüğün zihinsel arka planını oluşturan, siyonizmden gücünü alan Ankara merkezli Kemalist ideolojidir. Laiklik ise en katı bir dincilik olarak Kemalizmin, toplumsal yapıdaki muhalefet kimliğine karşılık gelen ikinci bir simülasyonu ifade eder. Çokça söylenegeldiği gibi Kemalistlerin, İslamcıları sevmemelerinin sebebi, Türkiye’nin temel sorunları değildir. Laisist olmalarının gereği olarak İslam’a dayalı güç odaklarının iktidarda ya da siyasette yer almalarından duydukları rahatsızlıktır. Kısacası hegemonik mücadelede İslamcılara verilen, Sol ve Sosyalist bir muhalefetin engellenmesini öngören küresel rolü haz etmemeleridir. Burada Kürtlere olan bakış açısı da ‘Kürtleri en iyi kim ezer’ yarışından ortaya çıkar.
Önder Öcalan çok kez “Her ideoloji ve her sistem kendi kadrosunu ve toplumsalını yaratır” der. Zihinsel yapısı yukarıda anlatıldığı gibi olan bir düşünce sisteminin de bir kadro topluluğu ve dayandığı toplumsalı vardır. Başka bir yazıda değerlendirmek üzere, böylesi bir yapının kadrolarına dair değerlendirmeleri geçiyoruz. Adı geçen düşüncenin toplumsal yapısına gelince, şunu söylemek gerekebilir: “Bunca anlatılmak istenenin sonucunda, Beyaz Türklerin gösterdikleri hemen her refleks, TC’nin kuruluşuyla birlikte kendilerine biçilmiş ‘üst kimlik’ rolünün ellerinden kapılacağına ilişkindir; yani hegemoniktir; dolayısıyla güdüseldir”. Bu anlamda, AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen demokratik çizgideki bir muhalif mücadele değildir.
Diğer sorunun da cevabı bunun içinde gizlidir. Gösterilen kimi demokratik refleksler ise kendini bir nebze olsun Kemalist ideolojiden sıyıran saman alevi hareketlenmelerdir. Geriye kalan ise Tunç Yasasının değişmez ve tartışılmaz ilkelerinin yarattığı ortamda, Beyaz Türklüğe halel getirmemesi beklenen (aslında emredilen) söylemlerle sınırlıdır. Buradaki sınır ise zihinsel olup Kürt Gerçeği ile tanımlanır. Yüzleşme ya da ortaklaşma yoktur. Bir Beyaz Türkün dile getireceği herhangi bir sistem eleştirisi ya da faşizm karşıtı bir örgütlenme isteği veyahut toplumsal sorunlara karşı örgütlenme ve direnme çağrısı Kürtleri kapsama alanına almaz!
Yazının genelinde olduğu gibi sonunda da bir örnek vermek elzemdir. İstisnasız her kesimin kulak verdiği ve internette yayınlandığı tarihten itibaren toplam bir haftada, 24 milyondan fazla izleyiciye ulaşan ‘Susamam’ adlı şarkıya dair yapılan tartışmalarda yine bu gerçeklik karşımıza çıkmıştır. Hemen belirtelim, şarkının sözleri, yapılış biçimi ve yayınlanış zamanı oldukça fazla etki uyandırmıştır. Fakat hatırlatmak gerekirse; şarkının seslendiricilerinden olan Mirac, henüz ikinci gün sosyal medyadaki tartışmalardan yola çıkarak “Şarkımın sözlerini herhangi bir ideoloji kendisine mal etmesin, hele ki HDP ve PKK’liler hiç yapmasın” demiştir. Buna en önemli sebep, şarkıya en çok da Kürtlerin ve HDP etrafında birleşen gerçek demokratik muhalefetin sahip çıkmış olmasıdır. Bu sözleri üzerine, şarkıyı sahiplendikleri kadar haksızlığı da kabul etmeyen Kürtler ve dostları Mirac’a yoğun eleştiriler geliştirmiştir. Hemen sonrasında şarkıcı, mesajının altına “HDP sonuçta yasal bir siyasi partidir. Onlar değil PKK’liler için söyledim” demiştir.
Ve bu tartışma yaklaşık iki gün daha sürüp gitmiştir. Burada uzun uzun anlatmaya gerek kalmayan sonuç şudur; Kürtlük, hele ki radikal demokratik, üçüncü çizgi temsiliyeti ile simule olmayan her kişilik, Türkiye’de Tunç Yasasından nasibini almaktadır. Buna karşı da direniş devam etmektedir. Yasanın değişmesi değildir konu, tümden ortadan kaldırılmasıdır. Bu anlamda Beyaz Türklüğe dayanan veya Beyaz Türklükten nasibini alan hiçbir söylemden hayır gelmez, bir muhalefet oluşmaz, değişim-dönüşüm gerçekleşmez! Ancak Beyaz Türklüğün yarattığı zihinsel yapı parçalanır ve oluşturulan demokratik ve özgürlükçü yapıda buluşulursa devrim bile gerçekleşir.
Fırat Cûdi
KAYNAK: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi