Ateşe tapanların yurdu
Güneşin batmasıyla, Meydana Meleke’de, iki kadın ve iki erkekten oluşan görevliler “Ya Tawusa Melek” diyerek ateş yaktığında, bıçak keser gibi bir anda kalabalık sessizleşti ve ateşe doğru duruldu. Görevliler ellerinde çıralarla, tütsü şeklinde çıkan dumanları herkesin üzerinde gezdirdi. Kutsal ışığın iyilik getirmesi dilenerek saygıyla duruldu. Alevle karşılaşan insanlar ise yanlarından geçen aleve elleriyle dokunuyor, sonrasında aleve değen parmağını öperek saygı gösteriliyordu. Ateş, ışık baş tacı yapılıyordu. Atik hareketlerle yapılan bu tören her gün tekrarlanmaktadır. Her sabah güneş doğduğunda kapılar açılır. Ve akşam güneş battığında ise kapılar kapatılmadan önce çıralar yakılarak odaların içi tütsülenir, alevden geçirilir. Bu şekilde ateşle içerisi aydınlanır, kötülüklerden arındırılır, temizlenir. Güneşin ve ateşin kutsal görülmesi çok eski ve anlamlı bir tapınma biçimidir. Bu nedenle sabah erken, güneş doğmadan önce kalkmak, güneş selamlanarak güne başlanılması son derece güzel bir ibadet biçimidir. Êzîdîlerde ateş kutsal olduğu için ateşe tapanlar olarak isimlendirilmişler. Ateşin kutsallığı özünde tüm Kürtlerin inancıdır. Ama Êzîdîler de bu yön daha fazla korunmuş, daha da belirginlik kazanmıştır. Güneş kutsal olduğundan tapınağın birçok yerinde kabartmalar güneş motifleriyle doluydu. Êzîdîliğin sembolü olan kutsal sivri kubbeler de birer güneş ışınını temsil etmektedir. , Çıralar yaşamın en saygı duyulan bir parçası olduğu Êzîdî inancı ışıklı, aydınlığı esas alan ve yaşamın temel bir ilkesi olarak kutsanması son derece anlam zenginliğiyle doludur. Laleş’in neresine baksak kutsallıklarla karşılaşıyorduk. Üç yüz altmış altı kutsal figürü temsil eden yapılar vardı. Her birinin zengin bir anlamı var. Maddiyatçılığın insanı yok etmekle yüz yüze bıraktığı günümüzün aksine Laleş’de maneviyatın, kutsallıkların merkezi olarak her bir taşın, duvarın, kabartmanın ve yapının kutsal bir anlamı vardı. Buradaki kutsallıklar yüzlerce yıldır bizlere ruhun ve düşüncenin iyilik, güzellik, temizlik ve doğrulukla dolması hakikatini öğretmeye çalışıyordu.
Hava kararmaya başladığında kutsal yapılardan çıkarak yönümüzü geldiğimiz vadiye çevirdik. Kalabalık içerisinde zar zor, arkadaşlarla bir araya gelebildik. Vadiye giren patikaya kadar çocuklar arkamızdan gelmeye devam etti. Yeni öğrendikleri “biji Serok Apo” sloganlarıyla çocuklar bizleri Laleş’ten uğurladı. Halkın ilgisi hoşumuza gitmiş olsa da Laleş’e sığınmış Êzîdîlerin zor koşullarda, perişan durumda olmalarından dolayı burukluk yaşayarak ayrıldığımızda çocukların sesleri hala geliyordu. Bu kez yukarıya çıktıktan kısa bir süre sonra Laleş’i bir anda gözlerden ırak tutan, saklayan perde kapandı gene. Bir anda kalabalık bıçak keser gibi bitti. Her şey arkamızda kalmıştı. Artık çocukların sesleri duyulmuyordu. Kısa süreli Laleş ziyaretimiz oldukça heyecanlı geçmişti.
İz bırakan anılar
İki gün kaldığımız Laleş’te zaman su gibi akıp geçti. Kadın yoldaşlarla toplantı yaptık. Çalışmaları daha fazla geliştirmek için değişik öneriler gelişti. Gerekli perspektifleri verdik. Aralarda arkadaşlarla bol bol sohbet ettik. Laleş’e ilk girdikleri zamanı, yaşadıkları anıları, Êzîdîlerden duydukları katliamı, onların gerillaya olan sempatileri örneklerle anlatıldı. Birçok arkadaş ilk kez Êzîdî halkını görmüştü. Halkın yaşadığı katliamdan oldukça etkilenmişlerdi. Kısa sürede halkla iyi bir diyalog yakalayabilmişlerdi. Gerillanın Laleş’de olduğunu duyan birçok kadın, yaşlı ve özellikle çocuklar arkadaşları görmek için geliyorlardı. Bu süreçte yanımıza ziyaret amaçlı gelen Êzîdî çocukları, gençleriyle epey diyaloglarımız oldu. Bu insanların çoğunluğu Şengal’deki katliamdan kaçan insanlardı. Birçoğunun akrabaları IŞİD tarafından öldürülmüş, kadınları ganimet olarak Musul’a götürülmüş. Bir yaşlı kadın kızının götürüldüğünü ağlayarak söylüyor bize. Halktan dinlediğimiz kadarıyla bazı kadınlar IŞİD’in eline geçmemek için kendilerini kayalıklı yerlerden aşağıya atmışlardı. İnanılmaz olaylardan bahsediyordu bu insanlar… Hala çocuk yaşında olduğu anlaşılan Ferman isimli bir genç ise annesinin Şengal’in işgal edildiği gün kalp krizi geçirerek öldüğünü söylüyordu. “Katliama dayanamadı yolda aniden kalbi tuttu ve orada yaşamını yitirdi” derken gözlerinin içinde derin bir keder vardı. Şengal’den kaçış hikayesini anlatırken bir yandan da yaralı ayaklarını açıp bizlere gösterdi. Şengal’e ilişkin birçok şey anlattı; bize Êzîdî kültürünü tanıtmaya çalışıyordu. Güzel, sade bir Kürtçesi vardı. Şengal’den açılan koridorla Rojava’ya gidişlerini anlatırken yaşadıklarını anlatamayacak kadar zorlanıyordu. On altı yaşında olmasına rağmen yaşamında ikinci kez böyle ferman gördüğünü söylüyordu. Birincisi 2007’deki Şengal’de yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği katliam ve ikincisi ise bu son olanıydı. Bu nedenle artık ismini Ferman yaptığını söyledi. Yanındaki akrabası olan arkadaşının ise Mushaf olan ismi Êzîdîlerin kutsal kitabının ismiydi. Ancak o da kendisine yeni bir isim olarak Tufan ismini almıştı. Êzîdî fermanından dolayı isimlerini Ferman ve Tufan yapan bu iki çocukların hikayeleri en çok iz bırakan anılarımızdan biri oldu.
Katliamdan kaçan Êzîdîler gerillanın Laleş’deki varlığından hoşnuttu. Birçoğu PKK’nin kendilerine yardımcı olduğunu, katliamdan kurtardığını söylüyordu. Peşmergenin bir fişek patlatmadan Şengal’i IŞİD’e teslim etmesine çok öfkelilerdi. KDP’nin oyunlarına gelmişlerdi. Herkesin IŞİD’ten kaçtığı bir ortamda gerillanın süratle savaşmak, halkı korumak için IŞİD’e karşı aktif bir direniş içerisinde olmasından büyük güç almışlardı. Bunun için gerillaya büyük bir sempati doğmuştu. Rojava’ya geçen ve sonradan Laleş’e gelen bu insanlar YPG-YPJ’nin direnişinden, kendilerini sahiplenmesinden, büyük zorluk ve tehlikelere rağmen halkı güvenlik koridoru açarak katliam yerinden tahliye etmesine vurgu yapmadan konuşmalarına başlayamıyorlardı.
Tarih bir kere daha canlanıyordu. Êzîdîleri kurtaran yine Şengal dağı olmuştu. Bu sefer gerillalar geçmişin Derweş ve Edulelerini temsil ediyorlardı. Êzîdîlerin başına gelen bu büyük katliama, yaşanan büyük trajediye gözlerimizle tanıklık ettik Laleş’de. Gerillanın anında, etkili müdahalesi olmasaydı Şengal’den sonra hedef Laleş’di. Bu yönüyle buraya gelen arkadaşlar Laleş’in korunmasında yer alarak tarihi bir sorumluluğu yerine getirmiş oldular. Laleş bombalarla patlatılmış olsaydı, Êzîdîler bir daha kendilerine gelmezdi. Bunun düşüncesi bile korkunçtu. Yüzlerce yıllık kutsal yerlerin yok edilmesi, Ortadoğu’nun en eski kültürlerinden olan Êzîdîliğin ölümcül darbe alması demekti. Laleş’de geçirdiğimiz iki günlük zaman bu açıdan dopdolu geçti. Birçoğunu tanıdığım yoldaşlarımızı yeniden görmek güzeldi. Xerê dağının arkasında Laleş’in bu kadar yakın olabileceğini düşünmemiştim hiç. Değişik duygular yaşadık bu günlerde. Yanımızdan birkaç hafta önce gönderdiğimiz arkadaşlardan bir olan Rojda arkadaş, tam Laleş’e ayak bastığım gün bana verilmek üzere not yazmış. Notunda Laleş’ten bahsetmiş. Bu yerleri mutlaka görmem gerektiğini söylemiş. Daha not elime gelmeden Laleş’te yeniden buluşmak da farklı bir duygu yarattı. Laleş’de olduğum bu iki günde güneşin doğuşu ve batışına Êzîdîlerin gözüyle bakmaya çalıştım. Aslında biz gerillaların da yaşamında güneş ve ateş çok önemli yer tutuyor. Dağların doruklarında güneşin doğuşunu ve batışını izlemek gerillanın en sevdiği, güzel duygularla dolup taştığı andır. Dağda, doğayla iç içe olan yaşamımızda güneş ve ateşin çok büyük yeri var.
Biz gerillalar için de güneş ve ateş kutsaldır. Güne güneşi kutsayarak başlamanın verdiği kültür güzel bir kültürdür. Çıraların binlerce yıldır sönmediği alevin, aydınlığı temsil ettiği bu coğrafyada her yerde hala çıraların yanıyor olması, ocağın hiç sönmüyor olması da apayrı bir ruh yaratıyor. Hala dağların doruklarında ateşler yanıyor. Mimarinin güneş ışınlarını sembolize eden motiflerden olması hayranlık uyandırıyor. Diğer dinlerin esas kaynaklarından biri olarak Êzîdîliğin yaşaması, kendisini özgür bir şekilde, yenilemiş olarak yaşatması son derece gereklidir. Ancak bu şekilde Êzîdîler kapalı bir toplum olma özelliklerinden kurtulmuş olabilirler. Ve işte o zaman Êzîdîliğin özündeki toplumsal kültür daha özgürce gelişme kaydeder.
Güneş batmadan önce Laleş’ten, yoldaşlardan ayrılmak kolay olmadı. Gözüm hep arkalardaydı. Arkadaşlardan ayrılırken bu kutsal ortamı, yoldaşları tek tek beynime kazıyarak eski patikadan bıraktık kendimizi. Tarihi günleri yaşadığımız bu günlerde Laleş’de yoldaşlarımızla geçirdiğimiz iki gün çok anlamlıydı. Yoğun duygularla ayrıldık Laleş’ten. Derin vadiye indikçe, uzun bir dağ silsilesini ve Laleş’i daha gerilerde bıraktık… Savaşın yoğun olduğu böylesi bir süreçte her şey öyle hızlı gelişiyor ki… Güneş uzun ışıklarını çekerken kutsal toprakların rengi artık kıpkırmızı olmuştu. Hep iyilik, aydınlık ve güzelliklerin eksik olmadığı özgür bir yaşamın yaratılması dileğiyle…
HELÎN MURAT
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/17/lalese-ayak-basan-gerillalar-i/
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/18/lalese-ayak-basan-gerillalar-ii/