HABER MERKEZİ – Anama bu ölenler kim, bu kalabalık niye? diye soruyorum. Anam gözlerini kaçırıyor ve tüp patlamış, diyor. Oysa bir patlama sesi duyduğumu anımsamıyorum. Gece oluyor, uykumda koca bir memleketin kulaklarını sağır edecek bir kadının çığlıklarını duyuyorum. Anama bu ses ne, kim niye bağırıyor? diye soruyorum. Anam bebeği kaçırılmış, diyor. Rüyalarım Beyaz Toroslarla dolaşan dehşet anları sahneliyor. Anam nelerin olup bittiğini çok iyi biliyor ama bir ana masumiyetiyle yaşanan vahşetten belki koruyabilirim havliyle avutucu cevaplara sığınıyor çocuğu karşısında, çocukluğum karşısında. Büyüyünce unutur tesellisine sarılıyor ama ne mümkün! Burası dünyanın herhangi bir yeri değil, Kürdistan’ın tam ortası ve yıllar 90’lı yıllar.
Katliamlar, yakılan köyler, göçler. Cenazesi günlerce sokakta bekletilenler, canlı canlı yakılan insanlar. Faili meçhul cinayetler, insan kaçırmalar, infazlar, cezaevlerine doldurulan siyasetçiler, linç edilmek istenen sanatçılar. Arabaya bağlanıp sürüklenen, üzerinden tanklarla geçilen, kıyafetleri çıkarılıp teşhir edilen cenazeler. Topluma sistematik bir şekilde uygulanan tüm bu terörizmi ‘teröristlere karşı operasyonlar’ olarak yansıtan koca bir basın güruhu. Bunları okurken 90’lı yılları anımsayanlar olabilir, ama hayır; son 4-5 yıldan bahsediyorum. Eskiden TİT(Türk İntikam Tugayı) ‘en iyi Kürt ölü Kürt’tür’’ diyordu. Oysa şimdiki faşist iktidar mezarlıkları yıkarak ‘Kürt’ün ölüsünü de kabul etmiyorum’ diyor.
Özellikle son günlerde yaşadıklarımız bir kez daha AKP-MHP faşist iktidarının despot lideri Tayyip Er Doğan’ın son 5 yıllık savaşta istediğine ulaşamadığını gözler önüne net bir biçimde sermiş bulunmaktadır. PKK’yi bitirdik demekten dilinde tüy bitse de, satın aldığı tüm basın organlarına gece gündüz bunun propagandasını yaptırsa da PKK’nin mücadelesi, gerilla eylemleri iktidarını sarsmakta, artık korucuların ölümünü bile gizleme acizliği içine sokmakta. Askeri ve siyasi alanda istediği zafere kavuşamayan ve kendini Türkiye’nin başkanı sanan despot Er Doğan en büyük hobisi olan özel savaş oyunlarına bel bağlamış durumda. ‘Osmanlı’nın koyunu, sonra çıkar oyunu’ sözü bu devletin özel savaş temelli olduğunu ifşa eden en güzel sözlerden biridir. Ancak şu da bir gerçek ki, günümüz bilişim-iletişim dünyasında yapılan oyunların kokusu yatsıya varmadan yakayı ele veriyor.
Faşist Türk devletinin özel savaş kurumlarının kurduğu son oyun olan HDP Amed il binası önünde ailelerin oturtulması Er Doğan ve onun Soysuz’unun çok hoşuna gitmiş olmalı ki, biri telefonla bağlanarak, diğeri bizzat kendisi giderek katılım sağlıyor. Tüm devlet ve ona bağlı tüm kurum ve kişilikleri, ama en önemlisi de AKP medya kuruluşları aralıksız bu oyunu Türkiye tarihinin en büyük ve toplumsal eylemi olarak topluma satmaya çalışmaktadır. İkinci haftasına giren bu tiyatroya gidenlerin sayısı sadece yirmi küsur(ki oraya gidenlerin yarısı PKK’nin elindeki esir polis ve asker yakınıdır) kişiye ulaşabilmiş, şovenizme boğdurulmuş Türkiye toplumundan bile en ufak bir destek alamamıştır. Anlayacağınız bu tiyatronun kalitesizliği daha baştan görülmüş, kendisine izleyici bulamamıştır. Bu kadar propaganda, gündemleştirme herhalde Kürt halkının özgürlük mücadelesi için yapılsaydı sadece Kürdistan’da değil tüm Türkiye’de büyük bir serhıldan yaşanırdı!
Bu provokasyon girişimi faşist Türk devletinin elinde patlamışken HDP Amed il binası önünde oturan annelerin Cumartesi Anneleriyle, Beyaz Tülbentli analarla benzeştirilmesi cehalet değilse vahamettir. Demokrasi mücadelesi yürütenlerin benzeştirmesi ise dehşetli bir durumu ifade edebilir ancak. Çocuğunu halkının ve ülkesinin özgürlük mücadelesinde yitiren anaların, çocuklarını teslimiyete çağıran ailelerle aynı kefeye konulması demokrasi mücadelesi yürütenler için bir ayıp olmuştur. Kürdistan gençleri kendi ailelerini, halkını ve şehitlerini utandırmamak için dağlara yönünü verirken, HDP Amed il binası önüne getirilip oturtulan aileler ise çocuklarına teslim ol çağrıları yaparak gençlerimizi utandırmaktadır.
Bir ana düşünün ki çocuğunu kendi düşmanına götürüp ellerine elektronik kelepçe vurdurtuyor ve onu esir ediyor. Bu en başta analık kavramının kendisine yapılmış büyük bir vicdansızlık değil midir? Çocuğunu gerçekten seven bir ana nasıl olur da kendi elleriyle onu düşmanına esir eder, ülkesi için mücadele yürütme hayallerini baltalar! Bir ana, nasıl olur da Kürt gençlerinin kanıyla beslenen ve çağımızın Dehak’ı olan Tayyip Er Doğan’a telefonda oğlumu sana emanet ediyorum, der? Ben devletim için savaşmaya hazırım, diyor HDP Amed il binası önünde oturanlardan biri. Faşist Türk devleti kime karşı savaş yürütüyor; özgürlük savaşçılarına karşı. Yani bu kişi kendi evladına karşı savaşacağını söylüyor. Bir ana kendi halkının ve ülkesinin özgürlüğü için mücadele yürüten evladına karşı savaşabilir mi, böyle bir ana olabilir mi? Biri çocuğunu düşmana teslim ederken, diğeri düşman saflarında kendi çocuğuna karşı savaşacağının ilanını yapıyor. Doğrusu bazı HDP’lilerin bu anaları en iyi biz Anlıyoruz, yönlü değerlendirmelerini biz Anlayamadık!
Yaşadığımız bu günler tarihe önemli notlar düşüyor. Kürtlerin özgürlüğü için mücadele ettiği için AKP-MHP faşizmi tarafından dört duvar içine alınan bir siyasetçinin AKP-MHP faşist iktidarının özel savaş kurumlarının HDP’ye, Kürt halkına saldırı planlamasıyla Amed il binası önüne getirilen aileler için ‘acılarını anlamak gerek, onların da HDP’ye fazladan iki laf söyleme hakkı olmalı’ mesajıysa akla zarar. Amed il binası önünde oturanların HDP’ye hakaret ve küfür etmekten başka yaptıkları hiçbir şey yoktur. Batsın Kürdistan davanız, sözü HDP’ye fazladan iki laf söyleme hakkı sayılacaksa vay halimize! Peki, Kürdistan davası için canlarını vermiş olan yüzbinleri aşan şehitlerimize bunun hesabını nasıl vereceğiz? Kendisi gibi binlerce insanı sırf Kürtlüklerinde ısrar ettiği için zindana atan faşist AKP-MHP’nin sahnelemeye çalıştığı bu rezalete destek mesajı tüm yurtseverlerin vicdanını rahatsız etmiştir.
HDP Amed il binası önünde yapılmak istenen provokasyonla beraber başka bir komedi daha ortaya çıkmış durumda. Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye edemeyen despot Er Doğan öyle şeylere başvurup öyle şeyler söylüyor ki, ağzından çıkanı kulağının duyduğuna dair ciddi şüpheler yaratıyor. HDP’ye sürekli PKK’yle ilişkin var, ilişkini kes diyen Er Doğan şimdi de HDP’ye git PKK’den gençleri al, demeye başladı. PKK bitti, PKK’nin gücü tükendi naraları atan Er Doğan şimdi de siz bizim karşımızda nasıl bir güç var, devletimizi yıkacak güçte bir örgütle karşı karşıyayız, demeye başladı. Öyle görünüyor ki despot Er Doğan PKK’ye, Kürt halkına ve bir bütün Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü savaşta yenilmişliğin ruh haliyle yavaş yavaş akli dengesini yitirmeye başladı. Aslında oyuncakçı dükkanına girmiş çocuk gibi Patriot’ta isterim, S-400 de isterim, F-35 de isterim, SU-54 de isterim, ne varsa hepsini istiyorum, gidip Rojava’da savaşacam ruh hali bu durumunun sinyallerini vermişti; neyse ki Putin abisi eline bir dondurma verdi de sakinleştirdi biraz.
Faşist Er Doğan HDP Amed il binasında sahnelemeye çalıştığı özel savaş oyunuyla kendi durumlarının iyi gitmediğinin itirafını yapmaktadır. Tek kurtuluşunu da Kürtlere karşı savaşı daha da genişletmekte ve derinleştirmekte görüyor. HDP Amed il binası önünde sahnelenenler derinleştirilmek istenen savaşın bir parçası. Kuzey Suriye’ye işgal operasyonundaki ısrarı da bu nedenledir. HDP’yi ağzına bile almayan AKP bakanlarının şimdi HDP Amed il binası önünde kuyruğa girmesinin ve tek politikası Kürt’ü imha etmek olan Devlet Bahçeli’nin buradaki aileleri sahiplenmesinin tek anlamı vardır; o da AKP-MHP faşist iktidarının çatır çatır çatırdadığıdır. Bu faşizmi alaşağı etmenin tüm zemin ve imkanları demokrasi güçlerinin önünde durmaktır. Psikolojik baskı altına girmenin, ikircikli ve tedirgin adımlar atmanın zamanı çoktan geçmiştir. Yapılması gereken örgütlü halk direnişiyle uçurumun kenarında sallantıda olan AKP-MHP faşist iktidarına ve onun faşist despot sorumlusu Tayyip Er Doğan’a güçlü bir nefesle üflemek ve kendi karanlık boşluğuna yollamaktır.
Faşist despot Er Doğan her ne kadar değer verdiği biricik dostu El Beşiri’yi görmezlikten gelip unutmak istese de, demokrasi güçleri Er Doğan’ın biricik dostu olan El Beşiri’nin yaşadığı kaçınılmaz sonu kendisine hatırlatmalıdır. Halkın direnişi önünde hiç kimsenin duramayacağının kanıtı olan Sudan halkının direnişini de demokrasi güçleri iyi hatırlamalı ve unutmamalıdır. Halklara karşı yürüttüğü kirli savaşların bataklığına saplanmış olan Er Doğan çırpındıkça çelişkilere daha çok batmakta, mücadele edildiği takdirde kaçınılmaz son ise yarın kadar yakın durmaktadır.
Amar SAHRA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi