Maddeci Feminist Yöntemle Alevi Kadınlar Tarihine Bir Bakış
Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar adlı kitabı çalışırken yaptığım araştırmalar, okumalar ve görüşmeler Alevilik inancında kadınların yeri ve durumu hakkında birçok yeni şeyle, hiç merak edilmeyen, dönüp bakılmayan, birbiriyle tezat çokça soru ve ipuçlarıyla karşılaşmama neden oldu. Bu soruları ve ipuçlarını takip ettikçe cevapların bugünde olmadığını sezdim. Daha derinlere ve eskilere doğru yol almam gerektiğini öngördüm.
Alevilik inancında kadınların durumu nedir sorusuna cevap aramak için yola çıkmıştım ve bu konunun sandığımdan çok daha kadim ve kadıncıl zamanlara uzanan bir yolculuğa beni götüreceğini artık biliyordum. Alevilikte kadınların durumu hakkında fikir sahibi olabilmem için Alevilik inancına etki eden toplumların, inançların, yani bu inancın etkileştiği temel köken ve kaynakların en başından itibaren nereler olduğunu bulmam gerekiyordu. Bu temel kaynaklar şimdiye dek Alevilik üzerinde çalışanların ele aldığı sınırları aşmalıydı. Çünkü Alevilik inancının hangi inançlardan etkilendiğini araştırmıyordum, Alevilik inancına en temel karakterini veren şeyi; Alevilik inancında kadınların izlerini araştırıyordum. Alevilik inancında kadın erkek ilişkileri nasıl bir zeminde, neye göre oluşmuştu? Bu soruların cevapları çok daha eskilerde olmalıydı.
Bu nedenle ilk olarak, Alevilik inancının oluştuğu dönemlerden çok öncesine ve Alevilik inancının oluştuğu coğrafya ve o coğrafyanın çevresine bakmam gerekiyordu. O dönemlerde bu coğrafyalardaki inançların nasıl oluştuğunu, inançlardaki cinsiyet rollerini, bu rollerin nasıl şekillendiğini incelemeliydim. Yani bilimin elde ettiği bulgular üzerinden ilk uygarlıklardan başlayarak din ve inançların nasıl şekillendiğini incelemem gerekiyordu. Ayrıca ve özellikle Alevilik inancının doğacağı topraklarda Alevilikten önce var olan inançlara, bu inançlarda kadın-erkek ilişkilerine, bu ilişkilerin hangi yöne doğru evrimleşip değiştiğine, bu inançların nasıl son bulduğuna ve son bulmakla etkilerinin yok olup olmadığına bakmam gerekiyordu. İnsanlık tarihi, tıpkı her şey gibi kültürü de toplumlar aracılığı ile art arda sıralayarak bugünlere dek taşıyıp getirmişti. Ve bunun en açık göründüğü alanlardan biri din ve inanç alanıydı.
Din ve inançları ilgilendiren en temel unsurlardan biri kuşkusuz kadın ve erkek arasındaki ilişkileri nasıl tanımladıkları ve kadınların buralarda var olma biçimidir. Bu alan, tüm din ve inançlarda en önemli ve erkeklerce en çok konuşulup tartışılan, şekillendirilen, üzerine oynanan başlıklardandır. Ama işte yine de bir inanca karakterini veren bu temel unsurun kaynakları bugüne dek kadın-erkek Alevi araştırmacılar tarafından yeterince merak edilmemiştir. Alevi araştırmacılarının çoğu bu alana dair “Alevilikte kadın, erkek eşittir” demekle sınırlı kalmış, bu devasa sözün ardındaki gerçeği hiç merak etmemiştir. Bu durum akla ‘neden’ sorusunu getiriyor elbette. Diğer bir kısım araştırmacı ise “dinlerde, inançlarda zaten kadın-erkek eşit değil, olamaz” diyerek kestirip atmış, Alevilerin eşitlik söylemini duymazdan gelmeyi tercih etmiş, böylece konuyu araştırmaya bile değer görmemiştir. Genel bir yargıyı kabul edip bunu Aleviliğe de uyarlamış, bu başlığı direkt reddetmiş, böylece konuyu ele almaktan ‘kurtulup’, üzerini örtmüştür. Oysa bilim kuşku duymaktı. Neden diye sormaktı? Neden?
Din ve inançları toplumsal cinsiyet açısından ele alıp araştıran feminist akademisyenler de dahil çokça araştırmacının araştırmaları mevcut. Bu araştırmalar çok tanrıça/tanrılı din/inançlardan, tek tanrılı din/inançlara; kadınların var eden ‘biricik’ kaynak ve güç olarak göründüğü, toplumları yönlendirip yönettiği, muhalif ve eşitlikçi din/inançlara dek tüm din/inançları aynı torba içine koyup, eşitleyerek ele almaktan, bunların tamamını erkek egemen dinler diye niteleyerek topyekün yargı ile bütün dinleri/inançları aynılaştırmaktan öteye geçememişlerdir. Oysa din/inançlar tarihi bize bu genellemenin ötesinde bambaşka bir fotoğrafı da gösteriyor.
Türkiye’de akademi ve farklı alanlarda yapılan (toplumsal cinsiyet çalışmaları dahil) birçok araştırmaya bakınca ilk olarak göze çarpan, Alevilik üzerine araştırma yaptığını söyleyenlerin ne yazık ki daha Aleviliğin nasıl bir inanç olduğu hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarıdır. İkinci başat sorun, Aleviliğe yönelik yapılan yaftalamadır. Aleviliği bir başka inancın mezhebi olarak gösterip, Aleviliğe mezhep olarak kabul ettikleri din üzerinden yaklaşarak araştırmalarıdır. Böylece Aleviliği Alevilikte aramayıp, Aleviliği alakasız oluğu bir yerde ‘ele alıp incelemelerdir’.
Alevilik inancını yeterince ve hatta derinlemesine bilmeden yapılan araştırmaların en temel sorunu ezberci ve daha başından belli olan keskin ama Alevilikle alakası tartışmalı sonuçlara ulaşmasıdır. Alevilik inancının araştırma konusu edilirken bile kendisi olarak görülemeyip, kendi söylemleri üzerinden yola çıkarak araştırma yapma gereği duyulmaması bilimsel bir sorun olmakla beraber, bağımsız olduğu iddia edilen bilime siyasetin ne kadar girdiğine de işaret eder. Neyse ki genç ve yeni kimi akademisyenler tarafından da bu sorunlar fark edildi ve Aleviliğe dair doğru zeminde araştırmalar yapılmaya başlandı.
Gülfer Akkaya