HABER MERKEZİ
Kültürel soykırımın ulaştığı düzeyi ve PKK’nin ortaya çıkışının tarihi önemini göstermesi bakımından bu gerçekliğin doğru anlaşılması yaşamsal önemdedir. Kimliğini, dilini, kültürünü, iradesini, benliğini inkar etmeden, yerine sömürgecilerinkini doldurmadan hiçbir şey olamayan Kürt için PKK, öze dönerek, kapitalist modernite ve sömürgecilikten edindiği ne varsa hepsini kusarak, yani kendisi olarak her şey olmak, özgür Kürt olmak tercihi biçiminde ortaya çıktı. Birbirine taban tabana zıt olan bu iki gerçekliğin çatışmasından yaşama gücü ve yeteneği olan hakikat ortay çıkacaktı. Öyle de oldu. PKK, Kürt halkının kültürel soykırım kıskacındaki son çığlığı ve zafer narasıdır.
Sömürgeciler, işbirlikçileri ve sıradan insanlar açısından Türklük egemenliğini ilan etmiş, hiçbir biçimde geri püskürtülemez düzeye çıkmıştı. Bu nedenle de bu ülkede bir şey olmak isteyen her birey için yapılacak ilk iş iyi bir Türk olmak ve bunu çevresine de kanıtlayarak yaygınlaştırmaktı. Anne-babalarımızın bize salık verdikleri de buydu zaten.
İş bu kadarıyla sınırlı kalsa anlaşılır olabilirdi. Ancak, başta Türkiye sol ve sosyalist hareketine de bu anlayış neredeyse hâkim kılınmıştı. Türkiye İşçi Partisi Kürtlerin varlığından bahsettiği için sonuçta kapatılmıştı. Dr. Hikmet Kıvılcımlı özellikle bu nedenle zindanlarda çürütüldü. Mahir, Deniz ve Kaypakkayalar Kürtlerin halk olarak varlığı ve haklarının bilincinde idiler. Onların şahadetlerinden sonra çeşitli biçimlerde parçalanan Türkiye sosyalist hareketi sosyal şovenizmin etkisinde kalarak sömürgecilerin yedeğine düşürüldüler.
Türkiye sol hareketi içinde kendisini ifade birçok parti, örgüt ve grup Kürdistan’ı bir örgütlenme ve yayılma alanı olarak belirlemişlerdi. Silahlı mücadelenin başlangıç yeri olarak da yine Kürdistan’ı seçmişlerdi. Ama Türkiye’yi tahlil ettikleri düzeyde Kürdistan’ı ve Kürtleri tarihsel toplum olarak, jeostratejik, jeopolitik, sosyo-ekonomik tüm yönleriyle tahlil etmekten ve ona uygun bir hedefler programı, stratejik-taktik hat ve örgütsel sistem geliştirmekten uzaktılar. Bu hareketlerin, özellikle Kürtleri de temsil ettiği iddiasında olanlar ağırlıklı olarak, “Türkiye Devrimini gerçekleştirdiğimizde zaten Türklerle birlikte Kürtler de özgürleşecekler. Bu nedenle Kürtler ve Kürdistan için ayrı bir devrim programı, stratejisi vb. geliştirmek bölücülüktür. Devrim güçlerini bölmektir” anlayışına sahiptiler. Nasıl, söylem tanıdık geliyor değil mi? Dolayısıyla PKK daha ilk ideolojik grup olarak ortaya çıktığında, Kürdistan sadece sömürgeci ulus devlet tarafından değil, bir de Türkiye “sol-sosyalist” hareketi tarafından da adeta paylaşılmıştı. Örneğin birileri bize “Dersim’e giremezsiniz!” diyebiliyordu.
Bir de Türkiye sol hareketinin uzantıları biçiminde ortaya çıkmış Kürt küçük burjuva reformist hareketlerle, KDP’nin uzantısı olarak ortaya çıkan Kürt reformist işbirlikçi hareketler vardı. Bunlar da Kürdistan’ın Kuzeyini adeta kendi tapulu malları gibi görmekte, sömürgecilikten daha katı biçimde APOCU Harekete karşı saldırgan bir tutum içindeydiler. Bunlar da bize “Mardin’i geçerlerse…” ya da “Serhat’a gelirlerse… ayaklarını kırarız” diyebiliyorlardı. Hatta bunlardan bazıları siyasi yaşamları boyunca sömürgeciliğe bırakın kurşun sıkmayı, taş bile atmamış olanlar, PKK’ye karşı “Ulusal Demokratik Güç Birliği” adı altında cephe kurarak 50’ye yakın kadro ve sempatizanını katledebildiler. Kemal Burkay denilen zat bu oluşumun ideolojik-stratejik öncülüğünü yapmaktaydı. KDP’nin bugün de Fethullah Gülen-Erdoğan rejiminin uygulamaları sonucu Kürtler içindeki Truva Atı rolünü oynaması, bu kirli ilişkinin derinliğini göstermesi bakımından önemlidir. Tüm bu grupların ortak özellikleri haline gelen mücadeledeki başarısızlıkları, adeta sömürgeciliğin, Beyaz Türk’ün kara veya yeşil faşizminin yenilebileceğine dair umutları kırarak soykırıma hizmet eder bir konumu yaşamalarıdır denilebilir. Bu konunun üzerinde önemle durmak gerekir.
Önder APO ve PKK böylesi koşullarda ortaya çıktı ve yalnızca Kürtler için değil, tüm Kürdistanlılar, Türkiye ve Ortadoğu halkları için de yeni bir soluk alma imkânı yaratılmış oldu. Bunun nasılına bakmakta yarar vardır.
PKK Bir Baldırı Çıplaklar Hareketi Olarak Ortaya Çıktı
APOCULAR daha bir grup olarak şekillenmeye başladıkları andan itibaren bir yoksullar hareketi olarak ortaya çıktı ve gelişimini de bu temelde gerçekleştirdi. Öncelikle devrime ihtiyacı olanlar Kürdistan’ın yoksullarıydı. Varlığını ve çıkarlarını sömürgeciliğin varlığına, egemenliğine ve çıkarlarına bağlamış olan Kürt işbirlikçi egemen sınıflarının devrim gibi bir ihtiyaçları da, düşünceleri de yoktu. Hatta ontolojik olarak devrim karşıtıydılar. Varoluşları devrimsizliğin sonucuydu. Devrim varoluşları için en ciddi tehdit ve tehlikeydi. Bu nedenle de karşı devrimciydiler. Bireyler olarak devrime yakınlık duyanları olsa da istisnai düzeydeydi.
Yine Türkiye Sol Hareketi ile KDP uzantısı olarak ortaya çıkan reformist, işbirlikçi küçük burjuva grupların da esas olarak devrim gibi ciddi bir kaygıları yoktu. Bunlardan bazıları için devrimcilik bir moda, bazıları içinse halk ve gençlik içinde konum edinmenin bir aracıydı. Kürdistan’da yurtseverlik, sol ve solculuk adına ne varsa, ne yazık ki bunlar tarafından adeta tapulanmıştı. Adeta buğday tarlasını kaplamış ayrık otları gibiydiler. Topluma bir faydaları yoktu, ama buğdayın gelişmesini de önlüyorlardı. APOCULAR ayrıkotları arasında ayrıkotu gibi kalmışlardı.
APOCULAR grup olarak ortaya çıktıklarında deyim yerindeyse adım atacak boş yer yoktu. Bu nedenle de birçok alanda APOCULAR ilk olarak yer edinebilmek için diğer gruplarla kavgaya tutuşmak zorunda kalmışlardı. Bu kavga ideolojik olmanın yanı sıra, pratik olarak da sözcüğün tam anlamıyla bir kavga idi. Gittikleri her yerde dışlanan, horlanan, kovulmaya çalışılan bir grubun sempatizanlarını, kadrolarını koruyabilmek için henüz hiç hazır olmadığı halde bir tür meşru savunma yapmak zorunda bırakılması oldukça yıpratıcı olmuştu. Daha doğuşunda terörize edilmişti.
Kürdistan’ın dağılan aşiret ve kabile yapısından şehirlerin varoşlarına doluşan ve buralarda kimliksiz, işsiz ve umarsız bir yaşama mahkûm edilen Kurmançların hareketi olarak ortaya çıkan APOCULAR, daha ilk adımlarında bile devletin sivil paramiliter gücü olan faşistlerin, polisin, Türk ve Kürt Solu içinde yer alan çeşitli grupların ideolojik ve fiili saldırılarına hedef olmuş, sindirilmeye çalışılmıştır. Ortadan kaldırılmaya çalışılan, yok edilmek istenen Kürt gerçekliğiyle bütünleşmesinin altında belki de bu neden, ikisinin de yok edilmek istenmesi nedeni yatmaktadır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde Kürt hakikatinin PKK’de dile gelmesi, yaşama şansı elde etmesi ve PKK ile özdeşleşmesi tesadüfî değildir.
Çok bilinçli bir seçim olmasa da, yaşamın ve mücadelenin doğal öğretmenliği PKK’nin tutması gereken yolu şaşmaz bir doğrulukla göstermişti. APOCULARA kalan bu yolda ısrarla ve inatla yürümesini öğrenmekti. Sömürgeci devletin, ihanetçi işbirlikçi Kürt egemenlerin ve ister Türk ister Kürt olarak kendisini tanıtsın tüm sol grupların kendisine dayattıklarının tersini yapmaktı bu yol. Kürklükle hiçbir şey olunamazken ve bu gün gibi açıkken, APOCULAR ısrarla ve inatla Kürtlükle her şey olma yolunu seçtiler. Bu da kapitalist modernitenin, sömürgeci ulus devletin ve işbirlikçi ihanetin tüm tanrılarını öfkelendirmişti. Ve tüm tanrılar bu yola gelmez APOCULARI ıslah etmek için direkt ya da dolaylı işbirliği yapacaklardı. Yaptılar da. Hala da yapmaktadırlar.
Onlar “Kürtlük diye bir şey yoktur. Kürtler karda yürürken kart kurt sesleri çıkaran dağ Türklerinin adıdır…” dedikçe, APOCULAR, “Kürtler binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış, burayı yurt edinmiş bir halktır. Bu halkın da en az tüm diğer halklar kadar özgürce, kendi yurdunda onurluca yaşama hakkı vardır” diyorlardı. Bunları söylemek yetmiyordu. Bu söylenenlerin pratikte, amansız mücadele koşullarında kanıtlanması gerekiyordu.
Demir ateş ve suyla birleşerek çelikleşiyordu. Toplumlar da yaşam hakları ellerinden alındığında ölüm-kalım mücadeleleriyle yaşama hakkını yeniden kazanarak çelikleşirlerdi. Halk olarak özgür kimlikleriyle yaşam hakları ellerinden alınan Kürtler de bir varlığını kanıtlama, yaşayabilmek için gerekli olan mücadele azim, irade ve gücüne sahip olduklarını kanıtlama savaşına girmek zorunda bırakılmışlardı. Bu büyük bir imtihandı. Hem de APOCULARIN “Ateşle Sınanan Tarih”lerinde yüz akıyla çıkmak, mutlaka başarılı olmak zorunda kaldıkları bir imtihandı. Bunun için gerekli bedel ne denli ağır ve acılı olursa olsun ödenmek durumundaydı. APOCULAR tarihte ender rastlanan bir durumla yüz yüze gelmişlerdi. Ya mücadele ile yaşam hakkını yeniden ele geçirecekler ya da tarihte çokça görülen, zaferi olmayan görkemli bir direniş örneği olacaklardı. O da önemliydi. Ama onlar bu halk adına, bu coğrafya ve tarih adına mutlaka kazanmak ve direnişi zaferle taçlandırmak istiyorlardı. 40 yıllık maratonun hala yürürlükte olan kararı buydu.
Kültürel soykırım neleri hedefliyorsa onları sahiplenmek, neleri kutsuyorsa onları lanetlemek, neleri bitirmek istiyorsa onları yaşatmak ve geliştirmekle ancak bu kültürel soykırım kıskacı parçalanabilirdi.
ÖNDER APO ve PKK’nin kırk yıllık maratonu ana hatlarıyla değerlendirildiğinde, aslında kararın gereklerinin fazlasıyla yerine getirildiği, iç içe onlarca devrimin yaşandığı rahatlıkla görülebilir. Sadece TC ve bölgedeki diğer sömürgeci faşist ulus devletlerle savaşılmış olsaydı, onlarca kez bu mücadele kazanılmıştı; kazanılmıştır. Küresel hegemonik sistemle bir sistemsel mücadele içine girildiğinden bunların yetmediği ve daha fazlasına gereksinim duyulduğu rahatlıkla görülmektedir.