HABER MERKEZİ
Gerillayı anlatmaya nereden başlamalı? Gerillayı var eden nedenler olarak dağlarda yaşamı örgütleme gerekçelerinden mi başlamalı, yoksa gerillayla yaşama kavuşan, yaşamda somutlaşan özgürlük değerlerinden mi başlamalı? Gerillanın direniş kültürü, komünal yaşam tarzı, özgürlükten kaynağını alan manevi dünyası, gerillacılığı yeni bir toplum kültürü olarak hayata taşımaktadır. Gerilla özgürlük ideolojisinin somutlaşması olarak insanlığa yeni kültür değerlerinin ölçülerini sunmaktadır. Gerilla, tarihin ve toplumun tüm sorunlarından, yaşamın en ince ayrıntısına kadar her şeyle ilgilenir. Sorunlara çözüm aradığı gibi toplumun özgürlük ölçüleriyle kendini örgütleyebilmesi önünde duran engelleri ortadan kaldırır. Gerillanın devrim anlayışı sadece kendisi ya da kendi toplumu için çözüm ve çıkış arama değildir. Gerilla tarihe damgasını vurmuş olan uygarlık güçlerinin toplumsal yaşama dayattıkları tüm toplum dışı kurum ve zihniyetleri yıkarak, toplumsal yaşamı yeni bir sisteme kavuşturacak kadar devrim keskinliğine sahiptir. Bu öncelikle düşüncede netlik, bunun devamı olarak eylemde keskinlik anlamına gelmektedir. Gerillada somutlaşan, özgür toplum modelinin yaşam tarzı, sistemi ve özgür insanda somutlaşacak kişilik karakteridir. Gerillanın yaşam tarzı gün be gün bunu somuta taşımaktadır.
Gerillacılık, halkların özgürlük kültürünün çağımızdaki mücadele ve direniş anlayışıdır. Uygarlık güçlerinin halklara dayattığı baskı, sömürü ve soykırıma karşı halkların meşru savunma tarzı ve direniş kültürüdür. Hegemonik uygarlık tarihi boyunca, halkların demokratik uygarlık kültürü varlığını hep korumuş ve uygarlık güçlerinin dayatmalarına karşı sürekli direniş göstermiştir. Bu bazen toplumun bağrında filizlenen yeni fikir ve felsefe şeklinde açığa çıkarken, kimi zaman sessiz isyanlarda, kimi zaman yanık türkülerde dile gelmiş, kimi zaman sokaklarda yankılanmış, kimi zaman dağların doruklarına çekilme şeklinde olmuştur. Yöntem değişse de toplumlar uygarlığın baskı ve zulümle beslenen sömürgeci dayatmalarına karşı yılmadan, umudu kaybetmeden direnmişlerdir. Hegemonik uygarlık tarihinin başlangıcına kadar insanlık tarihi özgürlük tarihidir. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte ise toplum için tarihin anlamı, özgürlüğe ulaşma amacındaki direniştir.
Uygarlık güçlerinin en vazgeçilmez araçları zor güçleridir. Toplumun maddi manevi değerlerini gasp etmek zor gücü olmadan mümkün değildir. Zor, şiddet, savaş uygarlığın varlık koşulu, varlık şeklidir. Topluma rağmen zorla vardırlar. Toplum her fırsatta bunları aşmak için uğraşırken, onlar toplumları zor gücüyle bastırma ve korkutma yöntemleriyle terbiye ederek, gerekirse soykırımdan geçirerek, halkların, etnisitelerin ve kültürlerin yok oluşları üzerinden kendi varlıklarını sürdürürler.
Uygarlık güçleri kanla beslenir. Uygarlık tarihi insanlığa saldıran bir kasaplar ordusu tarihidir. Bugün devletler kendi tarihlerini anlatırken kaç sefer kazandıklarını, nereleri fethettiklerini anlatarak ne kadar güçlü olduklarını anlatmaya çalışırlar. Ne kadar fetih yapmışlarsa o kadar güçlüdürler. Oysaki fetihler kanla beslenmenin ifadesidir. Kendilerini güçlü olarak yansıtmak isterken aslında ne kadar acımasız, katil ve vahşi olduklarını ve kanla beslendiklerini itiraf etmektedirler. Uygarlık güçleri kanla beslenirken toplum sürekli katliam ve soykırım kıskacında, kılıç gölgesinde kalmış ve buna karşın var olmanın tek yolu olarak direniş toplumun yaşam zorunluluğu olmuştur. Uygarlık güçlerinin barbar diye ifadelendirildiği uygarlık dışı güçler geri, ilkel, vahşi olarak gösterilmekte ve uygarlığın gelişimi önünde engel olarak lanse edilmektedir. Oysaki bu güçler kendi varlıklarını korumak için uygarlık güçlerine saldırmaktadırlar. Direniş ve kendini koruma amaçlı saldırıları olmasa, uygarlık güçleri onlara saldırarak onların emeğini, coğrafyasını gasp ederek, dahası onları köleleştirerek ya da yok ederek beslenmektedir. Bu güçlerin uygarlık güçlerine saldırıları bir yandan kendini savunma anlamına geldiği gibi uygarlık güçlerinin gasp ve sömürüsünü engelleme veya sınırlama anlamında ilerici bir role sahiptir.
Uygarlığın egemen ve sömürgen karakteri kapitalizmle zirveye ulaşmıştır. Kapitalist çağın egemen güçleri kendi sistemlerini gasp, sömürü ve soykırımla elde ettikleri ganimetler üzerinden yarattıkları zenginlikle kurmuşlardır. Gelişen teknikle kıtalara açılarak, buralardaki toplumların kökünü kurutan bir soykırımı geliştirerek bu toplumların zenginliklerini gasp etmişlerdir. Kapitalizmin özünde emekle üretilen, elde edilen değer yoktur. Özü emek karşıtlığıdır. Başkalarının emeğine zenginliğine el koyma, üstüne üstlük de bu kesimleri katliamdan ve kırımdan geçirme vardır. Kapitalizm bu yöntemle kendine karşı çıkacak potansiyel direniş güçlerini imha etmektedir. Diğer taraftan ulus devlet anlayışı sadece maddi değerlerin gaspıyla yetinmemekte, her ulus devlet kendi ulusunun diğer uluslardan üstün olduğu söylemiyle, halkları birbirine karşı kışkırtmakta ve düşmanlaştırmaktadır. Ulus devletler milliyetçilik adına birbiriyle savaşırken, diğer taraftan aynı ülkede yaşayan insanlara da tek ulus olma adına tek tiplilik, tek renklilik dayatılarak kültürel soykırım kapitalizmle birlikte halklara karşı temel kırım politikası olarak belirmektedir.
Devletlerin gücünü orduların büyüklüğünden aldığı, ordular ne kadar teknik donanıma sahipse devletin o kadar gücünü ispatladığı bir çağ olan kapitalist çağın ordularına karşı, gerilla, halk savunma güçlerinin öz savunması olarak örgütlenmesidir. Gerilla halkın kendi gücüdür. Halkın kendi kendisini savunmasıdır. Klasik ordular ne kadar devleti savunuyorsa gerilla da o kadar halkları savunur. Klasik ordular ne kadar egemenliğin, sömürünün, iktidarın garantisiyse, gerilla, demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün, barışın garantisidir. Var olma nedeni, halkları egemenliğin, sömürünün ve iktidarın cenderesinden kurtarmaktır. Bunlar halklara dayatıldığı müddetçe gerilla var olacaktır. Gerillanın amacı savaşı büyütmek değil, uygarlık güçlerinin savaşlarla beslenen, halkları savaş gücü olarak kullanan ve tüketen, böylece tarihi bir mezbahaya çeviren zihniyetlerine karşı halkların özgürlük isyanıdır.
Gerillacılık, kapitalist çağa karşı direniş yöntemidir. Kapitalizmin soykırıma dayanan sömürgeci karakterine, yine halkların kardeşliğini tanımayan ve halklara tek tipleşmeyi, yok olmayı dayatan ulus devlet anlayışına karşı halkların direniş yöntemi olarak gelişmiştir. Gerillanın direniş kültürü tarih boyunca halkların birçok zaman başvurduğu bir direniş yöntemidir. Kapitalist çağda sömürünün küresel boyutta kapsamlaşmasıyla bu direniş geleneği de halkların dünyanın her yanında başvurduğu bir yöntem olarak evrenselleşmiştir.
Gerilla kavramının ilk dünya literatürüne girişi, Napolyon’un fetih seferlerine karşı, kendi ülkesini savunan İspanya halkının direniş yönteminde somutlaşan tarzın ifadesi olarak gerçekleşmiştir. Napolyon ulusların devletle birlikte anılmasında belirleyici bir yere sahiptir. Ulus devlet kavramlaştırmasını ilk kez Onun kullanması da bunu açık ifade etmektedir. Napolyon kapitalizmin devlet formu olan ulus devletin ete kemiğe kavuşmasının öncüsü olmasına karşın, kapitalist sisteme karşı halkların refleksi olup gelişecek olan gerilla mücadele anlayışının da ilk ona karşı gelişmesi oldukça manidardır. Halkların tarihsel hafızası, yeni doğmakta olan bu sömürge zihniyeti ve onun vahşi yöntemlerine karşı nasıl direnilmesi gerektiğini daha sistemin ilk örneği karşısında geliştirebilmişlerdir.
Sömürgeci kapitalizmin öncü güçleri, halkların üzerine öyle bir hışımla saldırmışlardır ki halkları nefes alamaz kılmışlardır. Kapitalizmin kendini büyüklüğüyle yıkılmaz göstermek istediği kitlesel ve teknik donanımlı ordularına karşı, halklar dağlara sığınarak ellerindeki kıt kanaat imkânlarla direnişe geçmişlerdir. Boy gösterisi yaparak ahkâm kesen orduya karşı, küçük gruplar olarak, gizli hareket ederek, nereden saldıracağı belirsiz bir tarzla savaş yöntemi geliştirerek, orduların güç olmak istediği yerden onları vurmuşlardır. Ordunun hantal karakterine karşı hızlı ve atik hareket ederek, ulaşılmaz, yakalanmaz olmuşlar ve orduları moral olarak boşluğa düşürmüşlerdir. Arazi işgali ile yürüyen ordu anlayışına karşı zaten işgal altında olan ülkelerini klasik olarak düşmandan temizleyemeyecekleri açıktır, buna karşın ordulara işgal ettikleri topraklarda rahat vermeyerek işgallerini anlamsızlaştırmışlardır. Ordular coğrafyayı işgal etse de coğrafyanın asıl sahibi olan halk gücü olarak coğrafyayı en incelikli bir şekilde kullanarak düşmana karşı bir silah olarak kullanmışlardır. Gerillacılığın başlangıcındaki bu taktikler, temel ilkeler olarak gerilla savaşlarında hala uygulanmaktadır.
Tarih sahnesine böyle çıkan gerillacılık, baskı, sömürü ve soykırım kıskacındaki toplumların kendi varlıklarını koruma ve özgürlüklerini sağlama amacıyla başvuracakları temel yöntem olarak toplumların direniş geleneğinde yerini alacaktır. Tarih boyunca toplumlar değişik yöntemlerle direniş geliştirmişler, fakat kapitalizmin yerin altını-üstünü, insanlığın ruhunu-aklını sömürme zihniyetine karşı direniş ancak gerilla tarzıyla imkân bulmuştur.
Gerilla dayatılan kaba şiddet, sömürü ve soykırıma karşı salt askeri bir savunma yöntemi değildir, aynı zamanda alternatif yaşam tarzına öncülük etmek bunu kendi yaşam ve kişiliğinde somutlaştırmaktır. Gerilla güçleri halkın içinden çıkan halktan insanlardır ve varlık gerekçeleri halkın özgürlük haklarını alabilmektir. Bunu sömürüyü dayatan egemenlerden ve sömürgecilerden istemezler. Hedef sömürgecilerin halk üzerindeki baskı sistemini kırmaktır, kurulacak özgür yaşamı ise halkın ve gerillanın kendisi kuracaktır. Gerillacılık egemenlerden halk adına bazı haklar istemek değildir. Halka ait olan tüm değerleri ve kurumları egemenlerin tekelinden kurtararak, bunları asıl sahibi olan halka tekrar teslim etmektir. Gerillacılık sadece yıkım gücü değil, halklara ait olan kültürleri korumak ve yaşamı özgürlük ölçülerinde geliştirmek için toplumsal koşulları geliştirmedir.
Bu anlamda gerilla yeni özgür kültürün öncüsüdür.
Halkların özgürlük mücadelelerinin örgütlü gücü anlamına gelen gerillacılık, pratikleşen gerilla mücadeleleriyle sadece özgürlük için halklar üzerindeki egemenliği parçalamak için savaşan silahlı askeri güç olma anlamını aşmıştır. Gerilla halklara dayatılan sömürü eksenli yaşamı parçalamak kadar özgür yaşamı örgütlemenin de öncüsü olmaktadır. Bu anlamıyla gerilla egemen güçler açısından bir yıkım gücü olduğu gibi halklar açısından da bir yapım gücüdür. Özgür yaşamın kurucusu, öncüsü ve örnek modeli kendi yaşamında somutlaştırandır. Gerilla topluma dayatılan uygarlık alışkanlıklarını yıkmak kadar özgür toplum kültürünü yaşama taşıyandır. Gerilla, demokratik toplum kültürünün yaşamsallaşmasıdır. Tarih boyunca toplumları ayakta tutan kültür değerlerini korumak, yok olması dayatılanları savunmak ve demokratik yaşam kültürüyle bunları bütünleştirmek gerillanın yaşam anlayışıdır. Gerillacılık bu anlamda eski değerlerin korunması kadar yeni bir kültür yeşermesidir.
Abdullah ÖCALAN Sosyal Bilimler Akademisi
Devam Edecek…