BEHDİNAN – 27 Eylül 2011’de Xakurkê’de şehit düşen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rustem Cûdî’nin bu gün şehadet yıldönümü. 2011 yıllına ait şehit Rüstem Cûdî ile alınan bir röportajı paylaşıyoruz.
Bildiğiniz üzere 12 Haziran seçimlerinde bir görünüm ortaya çıktı. Ortaya çıkan görüntüyü siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl yorumluyorsunuz ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de parlamento seçimleri gerçekleşti. Sonuç olarak değerlendirilebilecek birçok konu açığa çıkmıştır. Bu sonuçlar üzerinden siyasi gelişmeler, özgürlük hareketinin Kuzey Kürdistan’da ulaştığı düzey ve halkın yakaladığı düzey genişçe değerlendirilebilir. Bu seçimler sonucunda Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu da büyük bir başarı kazanmıştır. Tam olarak istenilen düzeyde bir başarı olmasa da, Kürt ve Türk Demokratlarının istedikleri düzey yüzde yüz yakalanmamışsa da, seçim sürecinde devlet tarafından öne sürülen engeller, baskı ve yıldırma çabalarını da göz önünde bulundurursak bu büyük bir başarı olarak değerlendirilebilir.
Öncelikle bu seçimler Türkiye’deki adaletsizliğin en açık göstergesi olmuştur. Türkiye’deki seçimlerde, faşizm döneminden kalma, engelleyici yasalar nedeniyle geniş bir halk kitlesinin temsil gücüne ulaşamamasına neden olmaktadır. Özellikle de bu kanunlar Kürt halkının kendini ifade etmesinin, kendi temsil düzeyini ortaya çıkarmasının önünde engel olarak konulmaktadır. Türkiye’deki %10’luk seçim barajının hedefi nedir? Seçim barajının konulmasının temel nedeni Türkiye’deki Kürt, sosyalist, işçi, emekçi, demokrat kesimlerin seslerini duyurmalarının ve parlamentoda bir temsil düzeyine ulaşmalarının önünde engel oluşturmak için konulmuştur. Temel amacı budur. Bu, devletin en temel baskı aracıdır. Adeta devlet Türkiye ve Kürdistan halklarına şunu söylüyor. “Ne yaparsanız yapın yine de kendi adınıza örgütlenemezsinizi, kendi çıkarlarınız temelinde kendinizi ifade edemezsiniz. O zaman bizim kanatlarımız altına girmeye, kendinizi satmaya ve bizim ajanımız olmaya mecbursunuz.” Halklar üzerinde bu şekilde bir baskı sistemi kurulmak istenmektedir. Bunu da çok açık bir biçimde ve utanmazca dile getirmektedirler. Türkiye’deki egemen temsilcileri ister dini milliyetçiler biçiminde olsun ister diğer milliyetçiler olsun bunu bu şekilde dile getiriyor ve açıklıyorlar. Bundan dolayı seçim sonuçları başarılıdır derken, öncelikle Kürt halkının ve Türkiye’deki tüm ezilen kesimlerin temsil gücü önünde engel olan seçim barajına karşı bir başarıdan bahsetmekteyiz. Devletin her türlü engelleme, oyun ve kandırma çabalarına karşı bir başarıdır. Türk devleti özellikle Kürdistan’da polisi, jandarması, kaymakamı ve bütün yetkili kurumlarıyla bir seferberliğe girişmişti. İnsanların Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğuna oy vermesini engellemek için ellerinden geleni ardına koymadılar, insanları korkutmaya çalıştılar. Halkın üzerinde yürütülen bu teröre karşın halklar korkusuz bir biçimde, bu baskı ve yıldırma politikalarına aldırmaksızın, özgür bir biçimde, bedeller ödemeyi de göze alarak Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğunun yanında yer aldılar. Bu halklarımız adına büyük bir başarıdır.
Uzun bir süredir -14 Nisan 2009’dan bu yana- devlet, Kürtler ve Türkiye demokratları arasında bir örgütlenme gelişmemesi için siyasi soykırım operasyonlarını yürütmektedir. Binlerce insanı tutuklayıp zindanlara attılar. Demokrat, aydın, çalışma yürütebilen, kendi halkının kimliğine sahip çıkan, hak ve özgürlükler için sistemli bir mücadele yürüten kesimler üzerinde ortaçağ Avrupa’sındaki cadı avına benzer bir saldırı süreci yürütüldü. Türk polisi de demokrat, yurtsever ve demokrasi zeminindeki halkın haklarını savunan Kürt siyasetçilerinin avına çıkmıştır. Bunlardan binlercesi şimdi zindanlardalar.
İşte tüm bunlara karşı bir başarıdır. Devlet tutuklamalarla Kürtleri önderliksiz bırakmak istediler. Kürtleri kandırmak, korkutmak, seçimlerde kendi iradelerini temsil edenlere oy vermelerini engellemek ve devletin hizmetine sokmak için bu taktikleri kullandılar. Seçim döneminde uygulanan tüm oyunlara karşı bir başarı idi. Seçim kampanyaları başlatıldığı zaman Yüksek Seçim Kurulunun son derece provokatif, komplocu ve baskıcı bir karar verdiği biliniyor. Emek Özgürlük ve Demokrasi aday ve aday adaylarının aday olma hakları ellerinden alınmak istendi. Bu Kürdistan ve Türkiye halkları arasında özellikle de Kürdistan şehirlerinde bir serhıldan sürecinin yaşanmasına neden oldu. Türk polisi bu serhıldanlarda halka saldırdı. Bir Kürt genci şehit oldu, yüzlercesi yaralandı ve bir o kadarı da tutuklandı. Bunların hepsi nedendi? Kürtlerin seçim üzerine olan motivasyonlarını, konsantrasyonlarını ve kilitlenmelerini dağıtarak tali şeylerle Kürtleri oyalamak ve Kürtlerin elde edecekleri başarıların önüne geçmek asıl amaçtı. Devlete bağlı polis, jandarma, basın-yayın, para vb. birçok imkânın devreye sokulmuş olmasına rağmen büyük bir başarı elde edilmiştir. Türkiye ve Kürdistan’ın bütün bölgelerinde tüm Türkiye ve Kürdistan’ı temsil edebilecek düzeyde bir milletvekili sayısına ulaşılmıştır. Yani Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu tüm bu engellemelere rağmen başarı kazanmıştır. Bu da göstermektedir ki bundan sonra hiçbir şey Kürtlerin kendilerini özgür bir şekilde ifade etmelerinin önünde engel olamayacaktır. Bu Kürtler açısından da Türk Demokratları açısından da böyledir. Bu halkımızın sadakatinin, Önderliğimizin bilgi ve öngörüsünün, hareketimizin militanlık düzeyinin, Kürdistan ve Türkiye’de halen sürmekte olan sosyalizm, enternasyonalizm, özgürlük ve kardeşlik değerlerinin güçlenmesinin sonuçları olmaktadır. Artık bu değerler devlet tarafından ne ortadan kaldırılabilir ne de zayıflatılabilir.
Bu seçimlerde bazı sistem partilerinin oy oranlarında da değişiklikler oldu. Bazı dengeler değişti. Bazı partilerin oy oranları düşerken bazılarının ise yükseldi. Siz genel olarak muhalefet partileri ile iktidar partisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir süreden beridir Türkiye’de sistem yeniden gözden geçirilerek dizayn ediliyor. Bu nedenle ister iktidar olsun ister sistem içi muhalefet partileri kendi var oluş zeminlerini kaybettiler. Bu partiler soğuk savaş dönemine göre örgütlendirilmiş partilerdi. Örgütlenme modelleri, hitabetleri ve teorik ve pratik yöntemleri soğuk savaş dönemine göre ayarlanmıştı. Ancak bu dönem aşıldı. Hegemon güçler dünyadaki sistemlerini farklı bir biçimde sürdürmek istemektedirler. Özellikle de Amerika’nın Ortadoğu’ya bir biçim vermek istediği Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde kendileri ile dost olan ülkelerde, sistemin bir parçası olan devletlerde, başta da Türkiye’de değişikliklere gitmek ve emperyalist güçlerin bu politikaları ile uyumlu bir hale getirmek istiyorlar. Bu nedenle bugün bazı iktidar güçlerinin daha fazla öne çıktığını bazı partilerin ise daha fazla gerilediklerini görmekteyiz. Bu egemen klikler arasındaki mücadelenin bir sonucu olmaktadır. Bundan dolayı bazı partilerin oy oranları düşerken bazılarının ise yükselmiştir. Bunun halkların ve demokrasinin bir kazanımı olarak görülmemesi gerekmektedir. Oy oranı yükselen AKP’dir, oy oranı düşen ise MHP’dir. Oy oranını biraz koruyan ya da daha az kayıpla seçimlerden çıkan ise CHP’dir. Neden? Çünkü MHP ve CHP soğuk savaş dönemine ait Türkiye’nin milliyetçiliğini sürdürmekte ısrar ediyorlar. Ancak bu dönem geçmiştir. Eski milliyetçilik, eski ulusalcılık faşizme zemin sağlamaktadır. Bu ulusalcılık eski soğuk savaş döneminde kabul ediliyordu, ancak artık kabul edilmiyor. Bu nedenle şimdi diğer iktidar kliği, grubu ve gücü öne çıkıyor. Emperyalizm ile daha fazla bir uyum içerisindedir. Sahneye yeni çıkan sermaye ile daha fazla bir uyum içerisindedir. Anadolu sermayesi, muhafazakâr sermaye ya da milliyetçi İslami sermaye. Hem ulusalcı hem muhafazakar hem de İslamcıdır. Toplum ihtiyaçlarını temel almıyor, halkın umutlarını esas almıyor. Temel aldığı amaçlar emperyalizmin umut ettikleri, yeşil sermayenin, ulusalcı-dinci sermayenin beklentileri olmaktadır. Bu nedenle AKP’nin, toplumun alt kesimlerinin sorunlarını çözmeye dönük projeleri bulunmamaktadır. Farklılık ve ayrışma buradadır. Şimdi Türkiye’de yeni bir iktidarlaşma ortaya çıkıyor, eski iktidarlardan farklıdır ancak aynı sistemi temsil etmektedirler. Aynı dünya güçleri için çalışıyor ama bunu yeni bir üslup ve modelle örgütlendiriyor. Hem Türkiye üzerinde daha fazla hakim olabilmek hem de yeni emperyalist emelleri çerçevesinde Ortadoğu’yu yürütebilmek için bu temeldir. Bu yeni bir vizyon olarak da kendisini göstermektedir. Halkları bu şekilde etkileyerek Türkiye’deki demokratik ve devrimci güçlerin zayıf olduğunu halklara kabul ettirerek AKP’yi bir alternatif olarak gösteriyorlar. Bu şekilde de AKP Türkiye’deki oyların büyük bir kısmını alıyor ve %10 seçim barajından faydalanıyor. Eğer baraj bu kadar yüksek olmasaydı AKP bu kadar parlamenter çıkarmayacaktı. AKP, MHP’nin ve yer yer de CHP’nin iflas eden eski ulusal-milliyetçi ve faşist kimliklerinden de yararlanmıştır. Yine AKP neyden faydalandı? CHP bu dönemde Kılıçdaroğlu şahsında yeni bir vizyonla kendisini göstermek istedi ancak özde bir değişim olmadı. Kendini bu şekilde yeni bir vizyon olarak göstermesi halkta bir inanç yaratmadı. Alternatiflerin bu kayıpları hatta alternatif olamamaları AKP’nin oylarının bu seçimlerde bu kadar artmasına neden olmuştur. Bu durumlar resmi, sistem içi muhalefetin geri adım atmasına da neden olmuştur. Ancak bugün Emek ve Özgürlük Bloğunun yarattığı inanç ve en zor şartlarda ortaya çıkardığı kazanımlar Türkiye ve Kürdistan toplumları üzerinde kesinlikle bir etki yapacak, önümüzdeki seçim dönemlerinde Türkiye’de, ulusalcılığın dini ve faşist renklerini zayıflatacak ve adım adım halkların kendi yönetim süreçlerini ya da halkların iktidarlarını Türkiye ve Kürdistan’da geliştirecektir.
AKP daha önce Kürdistan’da yüksek bir oy oranı almıştı. Yine Kürt sorununun çözümünde halk bir yere kadar AKP’ye fırsat vermişti. Ancak şimdi seçim sonuçlarına baktığımızda Kürdistan’da AKP oylarının oldukça düştüğünü söyleyebiliriz. Yine Demokratik Bloğun gelişmesiyle AKP oylarında bir düşüş yaşandı. Ama diğer taraftan oylarda bir düşüş olsa da yine de belli oranda bir oyun AKP’ye gittiğini de görüyoruz. Kürt Alevileri içerisinde de CHP’ye belli oranda bir oy çıktı. Özellikle de Kılıçdaroğlu yoluyla sizin de dile getirdiğiniz yeni vizyon çalışmaları oldu. Tüm bunlarla ne yapmak istiyorlar? Görüldüğü kadarıyla bunlar arasında bir işbölümü de yapılmıştır. Biri Kürt Aleviler içerisinde bir umut yaratmaya çalışırken diğeri Sünni Kürtler içerisinde kendisini iktidar yapmak istiyor. Acaba bu seçimler sonucunda Kürdistan’da AKP’ye nasıl bir mesaj verilmiştir?
Şimdi bu sorunu farklı ele almak gerekmektedir. Her şeyden önce bu bir Kürt Trajedisidir. Bu Kürdün temel sorunudur. Özünde Kürt sorunu ne sömürgecilik, ne Kürdistan’ın parçalanması ne de gerçekleştirilen katliamlardır. Kürdün asıl sorunu kendini inkar eden Kürt’tür. Düşmanlık ve inkâr anlaşılır şeylerdir ve karşısında mücadele ediliyor. Bu doğanın bir kanunudur. Ancak sorun, bir halk kendi kendini inkar ettiğinde zorlaşıyor. Bir halk kendi katliamcısıyla, kendi sömürgecisiyle bir olduğu, bir kurban kendi kasabıyla bir olduğu zaman asıl sorunlar başlamaktadır. Dersim’de ortaya çıkan, Kürdistan’ın diğer bazı illerinde ortaya çıkan tablo, AKP ve CHP’nin Kürdistan şehirlerinde aldığı oylar bu durumu sergilemektedir. Kötü olan budur. Bundan sonra artık insan başka şeyleri düşünüyor. Dikkat edersek şimdi CHP’de Deniz Baykal gitmiş, yerine Kemal Kılıçdaroğlu gelmiş ya da gelmemiş hiç önemli değildir. Önemli olan CHP resmi ideolojisinde neyi değiştirmiştir? Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek ulus anlayışında, Türkiye çözümlemelerini değiştirmiş midir, değiştirmemiş midir? Hayır. Daha bir yılı tamamlanmadan CHP yönetiminde Onur Öymen gibi şahsiyetlerin Dersim katliamını meşru görmeleri ve bunu açık bir şekilde dillendirmeleri bunun en somut ispatıdır. Bu CHP’nin ideolojik kimliğidir. CHP’li birinin şahsi görüşleri değildir. Yine AKP, Kürt çocuklarının ölümlerini, Kürt kadınlarının ölümlerini meşrulaştırıyor, Kürdistan’da bir katliam gerçekleştiriyor, Kürt varlığını inkar ediyor, Erdoğan yüksek bir sesle her yerde tek devlet, tek millet, tek dil fikrinde ısrar ediyor. AKP bugün daha fazla asimilasyondan bahsediyor. Kürtçeden vazgeçilmesi ve Türkçenin yaygınlaştırılması propagandalarını yapıyor. Zaten AKP “Kürtlerin Kürtlükten bahsetmelerinin nedeni bizim onları iyi bir biçimde kontrol altına alamamamızdan kaynaklanmaktadır” fikrini taşıyor. Birçok AKP yöneticisi Kürtleri asimile etmenin bir yöntemi olarak “her bir Türk insanı gidip kendisine bir Kürt kızı getirmelidir” görüşünü dillendirmektedir. Tüm bunlara rağmen bazı Kürtler oylarını halen AKP’ye ya da CHP’ye veriyorlar. Bu Kürdistan siyasetindeki yanlışlıklardır. Düşünün, bir insan nasıl kendi sömürgecisine oy verebilir, kendi kasabına oy verebilir, kendi celladına oy verebilir. Nasıl AKP, CHP, MHP, Fazilet, Saadet gibi örgütler ve tüm Türkiye siyasi partileri Kürdistan’da bürolar açabiliyorlar, üyeleri olabiliyor? Bu bir çelişkidir, hem de büyük bir çelişki. Kürt bu çelişkiden kendisini nasıl kurtaracaktır. Kürt sorununun başlıca nedeni bunlardır.
Bu partilerin programlarında Kürt varlığı var mıdır? Hayır. Bu partilerin programlarında ulus-devletin aşılması var mıdır? Yoktur. Bu partilerin programlarında Kürt sorunu için demokratik, barışçıl adilane bir çözüm var mıdır? Yoktur. Buna rağmen Kürtler nasıl bu partilere katılıyorlar. Bu partilerde yalnızca asimilasyon, kendini inkar, ajanlık, siyasi ve toplumsal ajanlık vardır. Bu siyasi ve toplumsal çeteciliktir. Bu çeteciliğin Kürdistan’da mahkum edilmesi gerekmektedir. Bir Kürt insanının, başkanı Kürtlerin katliam fermanını vermiş bir partiye üye olması büyük bir ayıptır. Ne zaman bu ayıptan kurtulacağız. Şüphesiz bu bir mücadele konusudur.
CHP Kürdistan’da iflas etmiştir. Propaganda yoluyla bir kez daha Kürdistan’dan oy alabilmek için yerini yapmak istedi. CHP’nin Kürt açılımı adına hiçbir şeyi yoktur. Bazı sözler söylediler. Ama bu pratikle birleşmedi, bu şekilde birleşmez de. Seçimlerden bir gün sonraki açıklamadan da anlaşıldığı gibi birleşmez de. Ulusalcılığın, inkarın ve inkar siyasetinin CHP’de aşılamayacak bir resmi ideoloji olduğu nettir. Yaptığı tüm propagandalar kandırma amaçlıdır. Alevi açılımı, Kürt açılımı gibi sözlerle yalnızca kandırıyor ve oy kazanıyorlar. Çelişki de buradadır. O kadar yıllık inkar siyasetinden sonra şimdi kalkıp da: “Kürtler ve Aleviler hakkındaki siyasetimizi yeniden gözden geçirme konusunda girişimlerimiz olacaktır” diyorlar. Bunu söyleyen Alevi katliamını gerçekleştirenlerdir. Bu Dersim’deki oy oranlarının değişmesine neden oluyor. Buna karşın Alevi özgürlüğü, Kürt özgürlüğü, tüm Kürt lehçelerinin özgürlüğü için o kadar bedel ödeyen, kan döken Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu adaylarına çok fazla oy çıkmıyor. Alevilik, Zazalık ve Kürtlük değerleri üzerine kan döken bedel ödeyenlerin oyları zayıf iken Alevi katliamını gerçekleştiren, Alevileri inkar eden sistem partileri başarı kazanıyorlar. Alevilik CHP döneminde inkâr edilmiştir. CHP iktidarı döneminde Türkiye’nin resmi ideolojisi Türk milliyetçiliği ve Sünnilik üzerinden sınırlandırılmıştır. Dini milliyetçilik geliştirilmiştir. Ama Kılıçdaroğlu ve Kamer Genç gidip yalanlar söylüyor. Bu yalanları hiçbir pratikte ispatlanmıyor. Bu yalanlarını ispatlayacak hiçbir pratik içerisine girmiyorlar. Ancak nasıl böyle Dersim’in sahibi gibi gösteriliyorlar. Dersim mücadele sahasıdır, Dersim direniş sahasıdır, Dersim katliamlar alanıdır bu nedenle Dersim katliamlara karşı intikam kültürüdür. Dersimcilik budur, diğeri Dersimcilik olamaz. İsterlerse %100 oy da alsalar Dersim’i temsil edemezler. Dersim direnişle temsil edilir. Dersim özgürlük değerlerinin korunmasıyla temsil edilir. Bunu da PKK temsil ediyor. Ya da Emek Özgürlük ve Demokrasi güçleri temsil ediyor. Bu nedenle fazla oy almış olabilirler ama Dersim’i temsil etmiyorlar. Sadece asimilasyonu sürdürüyorlar, inkârı sürdürüyorlar ve katliamları meşrulaştırıyorlar. Eğer katliam partisi gelip de Dersim’den bu kadar oy alabiliyorsa demek ki katliam meşrulaştırılmıştır. Ancak şu bilinmelidir ki, Dersim’e gerçekten bağlı olanlar, Dersim gençleri, dürüst Aleviler katliamlara asla evet demeyeceklerdir. Katliamları asla unutmayacak ve her zaman intikam kültürüyle, Kürtlük değerlerini temsil etme ve koruma kültürüyle, Alevilik ve Zazalık kültürüyle yaşayacaklardır. Diğer türlüsü Kürtlere büyük bir ihanettir. Eskiden olduğu gibi Zazaları ayrı, Alevileri ayrı sayarak Kürtlere kendi hegemonyalarını dayatmak istiyorlar. AKP de böyle hareket ediyor. AKP şunu iyi bilmeli; AKP iddia ettiği gibi çözüm üretmek için gelmiş bir parti değildir. AKP halkların partisi değildir. AKP muhafazakar, milliyetçi, nasyonalist ve dinci bir partidir. AKP dini değil dinci bir partidir. AKP gerçek Müslümanlığı değil Türk milliyetçiliği ile doldurulmuş bir Müslümanlığı temsil ediyor. AKP, Konya ve Kayseri merkezli yeşil sermayeyi temsil ediyor. Bu nedenle AKP asla halkların umutlarını temsil edemez. Bu nedenle kendimizi bununla da kandırmamalıyız. Şimdi bazı çevreler şunu söylüyor; “AKP seçim döneminde ulusalcı Türk oylarını almak amacıyla MHP’ye karşı bu şekilde bir milliyetçi söylem geliştirdi. Kürtler bu söylemlerden dolayı tepkilendiler. Bu nedenle de Kürdistan’daki oy oranı azaldı”. Bu yanılgılı bir yaklaşımdır. AKP ulusalcıların oylarını alabilmek için milliyetçilik yapmıyor. AKP milliyetçiliği sadece MHP’yi zayıflatmak için yapılan bir milliyetçilik değildir. Kısa süreli, dönemsel ya da seçim amaçlı da değildir. Ulusalcılık, ırkçılık, faşizm ve şovenizm AKP siyasetinin özünü oluşturuyor. Bu iyi bilinmelidir. Kürt kimliği, AKP döneminde karşılaştığı zarar, ölüm, katliam ve inkarla başka hiçbir dönemde karşılaşmamıştır. AKP genel olarak Kürt haklarını ortadan kaldırıyor, Kürt kimliğinden doğan hakları ortadan kaldırıyor. Bununla Kürtleri parçalamak istiyor. Kürtleri Alevi-Sünni, Zaza-Kurmanc, aşiretçi, dinci biçiminde parçalamak istiyor. Bu şekilde parçalayarak Kürt toplumu üzerinde hakimiyet kurmak istiyor. Bu nedenle Kürtler AKP siyaseti karşısında uyanık olmalı ve AKP gerçeğini iyi bilmelidirler. Eğer bugün Kürtler Türkiye’de kendi kimliklerini özgürce ifade ediyorlarsa, sistem Kürtleri inkar edemiyorsa bunun nedeni AKP ya da onun mertliği değildir. Bunun nedeni yürütülen özgürlük mücadelesidir, bunun nedeni gecesini gündüzüne, yazını kışına katarak mevzisinde özgürlük savaşını veren, kanını ortaya koyan gerilladır, bunun nedeni 38 yıldır aralıksız bir biçimde Kürt kimliğini diriltme mücadelesini yürüten Rêber Apo’dur. Başarının kaynağını burada görmemiz gerekmektedir. Tayip ve Kılıçdaroğlu’nun söyledikleri yalan ve kandırma siyasetlerine düşmemeliyiz. Kürdistan’da siyaset mantığı değişmelidir. Kürtlerin siyasi literatürleri değişmelidir. Sömürgecilik kültür olarak reddedilmeli, sömürgecilerin partisinden olmak en büyük suç olarak görülmelidir. Kürdistan’da propaganda yapmamalı, büro açmamalı, üye çıkaramamalı ve oy almamalıdırlar. Terslik buradadır. Bu nedenle özgür ve demokratik Kürtlük yeniden ele alınmalıdır. Kürdistan’da Kürt konusunda demokratik ve barışçıl çözüm taraftarı olanların siyasi faaliyetlerini yürütme hakkı olabilir. Siyasette, kültürde, diplomaside, örgütlenmede, ekonomide, öz savunmada Kürtlerin kendini ifade etme haklarını savunanların Kürdistan’da çalışma hakları olabilir. İnkâr edenlerin olamaz. Türk devlet sisteminin temsilcileri, başta da Erdoğan ve MHP Kürtlere karşı görüşlerini ısrarla gelip Amed’de dile getirdiler. Bu neydi? Aslında bunlar şöyle seslendiler; “Ey Kürtler; bakın bu sistem inkâr ve imha esasları üzerine kuruludur. Biz bu karakterimizi değiştirmemişiz. Resmi ideolojimizi değiştirmemişiz. Hiç kendinizi kandırmayın. Halen size düşmanız.” AKP’nin Amed’teki seçim konuşmasının tercümesi budur. Oysa en fazla ihtiyacı olduğu zaman Kürtlere karşı bu tutumu sergiledi. Buna rağmen halen Kürdistan’dan oy alabiliyorsa bu Kürdistan’daki siyasi ajanlığın, sosyal ajanlığın ne kadar derin olduğunun göstergesi oluyor. Bundan şu sonuç ortaya çıkıyor, Kürt halkı ve onun devrimci güçleri son kertesine kadar bu siyasi ajanlığa karşı radikal mücadele yürütmelidir.
-Bilindiği gibi uzun bir süredir Rêber Apo Türkiye’de yapılması öngörülen demokratik bir anayasa üzerinde duruyor. Bu çerçevede Rêber Apo, yanına giden devlet heyeti ile de görüşmeler gerçekleştiriyor. Her görüşmesinde de tarafların sorumlulukları üzerine değerlendirmeleri olmaktadır. Bu konuda başta Koma Cîvakên Kurdistan-KCK’nin sorumluluklarını, yine Emek Özgürlük ve Demokrasi Cephesinin sorumluluklarını ve özellikle de devletin üzerine düşen sorumlulukları kendilerine hatırlatıyor. Rêber Apo kendisine sunulması gereken koşulları dile getiriyor. Yani demokratik anayasa çalışmaları kapsamında görüş ve önerilerini sunması için koşullarının da buna göre düzenlenmesi gerektiğini dile getiriyor.. Şu andaki koşulları bu duruma müsait değildir. Bu nedenle devletin önünde çok önemli sorumluluklar bulunmaktadır. Ancak yaşanan sorunlar da göstermektedir ki çoğu zaman koşullar önemli birer bent olarak öne çıkmaktadır. Güncel durumda da devlet tarafından sürdürülen operasyonlar, yaşanan gerilla kayıpları, siyasi alanda devam eden devlet operasyonları sürecin olumlu yönde ilerlemesi önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Siz bu durumları nasıl değerlendiriyorsunuz? Size göre tarafların üzerine düşen sorumluluklar nelerdir ve süreç nasıl ele alınmalıdır?
Bizim mücadelemiz 30 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Kürt özgürlük ve demokrasi hareketi açısından büyük kazanımlar elde edilmiştir. Bütün zorluklara rağmen, devlet terörü altında gerçekleşen seçim süreçleri var. 29 Mart seçimleri, 12 Eylül 2010 referandumu ve son olarak 12 Haziran seçimleri oldu. Bunların hepsinde Kürtler kendi özgür iradelerini ve kararlaşmalarını sandıklara yansıttılar. Son olarak 12 Haziran seçimlerinde Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğunun kazanmış olduğu başarı şunu ispatlamıştır. Türkiye’deki resmi sistem artık iflas etmiştir, Türkiye’deki gerçekliklerle hiçbir alakası olmayan gerçeği ifade etmeyen anayasa iflas etmiştir. Ancak buna rağmen kendisini zora ve baskıya dayalı olarak yaşatmak, gerçekleri kendi ekseninde çarpıtmak istemektedir. Esasen var olan şeyleri inkâr etmektedir. Bu nedenle de bu anayasa, bu kanunlar iflas etmiştir. Bundan kaynaklı olarak Türkiye’de acilen yeni bir anayasa oluşturulmalıdır. Yeni bir toplumsal sözleşme yapılarak Kürtleri, gerçek Müslümanları, demokratları, solcuları inkâr eden, kendisini tek devlet, tek millet, tek renk zihniyetine dayandıran anayasa aşılmak zorundadır. Mevcut anayasa Türkiye toplumu tarafından özellikle Kürtler, demokratlar ve ilerici kesimler tarafından kabul edilmemektedir. Toplum yeni bir sözleşme istemektedir. Mevcut anayasa yalan, baskı ve sömürü üzerine kurulu, dengesiz bir anayasa olduğundan süresi dolmuştur. Bu anayasada ısrar, halklar açısından bir devrim gerekçesi olmaktadır. Türkiye’de zaten Kürt halkı devrim mücadelesini yürütmektedir. Bu seçim süreci Türkiye’deki diğer halkların da bu aşamaya doğur ilerlediklerini göstermektedir. Hopa ve diğer alanlardaki gelişmeler, Türkiye halklarının, demokratlarının ve solcularının da artık böylesi bir baskı rejimine tahammüllerinin kalmadığını göstermektedir. Bundan dolayı mevcut anayasada ısrar bir devrim gerekçesi haline gelmiştir, acilen değiştirilmelidir.
Kürtlerin 12 Eylül’e karşı tavırları birçok açıdan şunu ortaya çıkardı: “bizler artık bu kanunlarla, bu yönetim biçimiyle yürümüyoruz. İrademizi ve kimliğimizi kabul etmeyen bir yönetimi biz de kabul etmiyoruz. Bunun için bu gerçek, bu öz görülmeli ve Türkiye’deki anayasa yeniden gözden geçirilmelidir. Öyle yamayarak, bazı maddelerini düzenleyerek ya da devletin tek renkli yapısını koruyarak bu olmaz. Radikal değişimlerle Türkiye ve Kürdistan’daki tüm güçlerin kendilerini içerisinde bulabilecekleri bir yasa ortaya çıkarılmalı. Halkın kendisini kendi kimliğiyle, kültürüyle, diliyle, kendi ölçüleriyle ifade edebileceği şartların ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bunun dışında kandırmayla, oyalamayla, restorasyonlarla kabul edilecek bir durum kalmamıştır. Ne biz ne de başka bir kesim bunu kabul etmez.
AKP tek başına anayasayı çıkarabilmenin arayışları içerisindedir. Yeni anayasanın hazırlanmasında AKP’nin derdi kendi iktidarını kalıcılaştırmaktan başka bir şey değildir. Şimdiki anayasa bir gücün çıkarlarına göre hazırlanmıştı, o da CHP’dir. Şimdi AKP’de kendi iktidarını, yeşil sermayenin iktidarını, dinci ulusalcılığın iktidarını kalıcılaştırmak istiyor. Ancak özgürlük hareketi olarak bizler AKP’nin bu şekilde bir kandırmacayı geliştirmesine müsaade etmeyeceğiz. Yine Türkiye’deki demokratik güçlerin AKP’nin bu şekilde kendisini örgütlemesine izin vermeyeceklerini umut ediyoruz. Şüphesiz şu anda gerekli olan tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını içeren bir anayasanın yapılmasıdır. Burada bizim rolümüz nedir? Bu süreçte Özgürlük Hareketi olarak bizim yapmamız gerekip de yapmadıklarımızın olduğunu biliyoruz. Özgürlük hareketinin Serhat’ta elde ettiği sonuçlar yetersizdir. Serhat’ın ödediği bedellere karşı, Kürtlüğüne sahip çıkma düzeyine karşı ve bütün baskı yöntemlerine karşı elde edilen sonucun daha farklı, daha başarılı olması gerekmekteydi. Düşmanın oyunlarının olduğu doğrudur ancak bunu da biz kendi sorunumuz olarak, özeleştiri konusu olarak ele alıyoruz. Yine Malatya, Antep, Maraş, Adıyaman hatta Urfa gibi güney-batı Kürdistan illerindeki sonuçları muhakkak ki yetersiz görüyoruz. Militan tarzda, örgütlülükte, demokratik ve özgürlükçü mücadeleye inançta bir zayıflama, örgütlü her Kürdün yaşaması gereken temel prensiplerden uzaklaşma, halka ulaşmada ve halkın kendisini ifade etmesini sağlamada doğru yöntemleri bulamama kaybetmemizin temel nedenleri olmaktadır. Biz bu eksikliklerimizin ve yerine getirmediğimiz görevlerimizin farkına varmalıyız. Yine savaş sahasında yaşanan yersiz kayıplar da göstermektedir ki, bu alanda da devrimci görevlerimizi yerine getirmede, Önderlik perspektiflerini düzenli bir biçimde uygulamada eksiklikler yaşıyoruz. Bunları aşabilmek için de bizden daha fazla mücadele, daha fazla duyarlılık, daha fazla meşru savunma, daha fazla özgürlük ve demokrasiye inançla ilerleme, daha fazla zafer iddiasıyla yürüme, daha fazla başarı imkanlarını yaratma istenmektedir. Engeller ne olursa olsun. Bir mücadele örgütü olarak yürüttüğümüz çalışmaları sadece kendimizle sınırlı ele almayız. Çalışma alanlarını ve olanaklarını sürekli daha fazla geliştiren ve genişleten bir anlayışla çalışmalara yaklaşmalıyız. Kürdistan’da ve Türkiye’nin Bursa, Aydın, Konya, Ankara gibi şehirlerindeki Kürt ve demokrat kesimlerin yoğunluğu bizleri sonuçlar konusunda daha umutlu olmaya sevk ediyor. Ancak önümüzde duran sonuçlar itibari ile eğer daha büyük başarılar elde edilememişse bunun bizim Türkiye ve Kürdistan toplumlarının sorunlarını çözmekte pratik ve uygulama konularında yetersiz kalmamızdan kaynaklandığının farkındayız. Bu nedenle özgürlük ve demokrasi hareketi yaşadığı her süreci gözden geçirip tüm zamanlarda özeleştiriyi bir mücadele yöntemi olarak ele alarak sorunlarını aşabileceği inancı ve kararlılığıyla mücadelesini devam ettirmektedir.
Tabi devletin de kendisinde netleştirmesi gereken bir konu var.
Günümüzde devlet Kürt halkının gerçekliğini tanıyarak demokratikleşme gücünü gösterebilecek mi? Bu halk iradesi, tüm engellemelere rağmen kendisini seçim dönemlerinde ortaya koymuştur. Referandumda yine açık bir şekilde kendisini ifade etmiştir. Tüm tutuklama ve göz altılara rağmen Rêber Apo ve PKK hareketine bağlılığını ortaya koymuştur. Devlet, halkın bu gücünü, bu demokratik gücünü, bu özgürlükçü gücünü, ısrarla Rêber Apo’yu kendi rehberi, kendi vekili, kendi öncüsü olarak gören, tüm faaliyetlerini Rêber Apo’nun özgürlüğü ekseninde yürüten bu halk gücünü, gerçekliğini görecek mi yoksa görmeyecek mi? Eğer bu halkın gerçekliğini görüyorsa zamanı geçmiş, gerçekle uyuşmayan uygulamalarından vazgeçmelidir. İmralı’daki adaletsiz, zor ve baskıya dayalı uygulamalarla çözümün olmayacağını bilmelidir. Kürt halkı bu insanlık dışı sistemi artık kendi önderliği üzerinde kabul etmez, etmemiştir ve etmeyecektir de. Artık bununla yaşamaya tahammülü kalmamıştır. Bu sonuç şu anlama geliyor, artık Kürtler kendi önderliklerinin esaretiyle yaşamayacaklardır. Bu sonuç Rêber Apo’nun ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bunun için Kürtler kazanıyor, Kürtler vekillerini parlamentoya gönderiyor, Kürtler 24 saat ayakta, eylemlerde, çatışmalardadır. Tabi bu gelişmelerin hepsinde en büyük emek, Rêber Apo’ya aittir. Ve Kürtler artık Rêber Apo’nun esaret koşullarında yaşamasını kabul etmemektedir. Bu nedenle eğer devlet tarafından Kürt sorunu konusunda olumlu bir adım atılmak isteniyorsa bunun işareti, kriteri, ölçüsü, parametresi nedir? Rêber Apo’ya yaklaşımdır. Rêber Apo barış alternatifi ve projesini sunmuştur. Bu konuda ısrarlıdır. Son avukat görüşmesinde ne demişti? “Barışa bir şans daha vereceğiz. Biz bir süre daha meşru savunma mevzilerimizde kalacağız. Daha sıcak, geniş ve topyekun bir çatışma düzeyine geçmeyeceğiz. Biraz daha süre tanıyacağız. Meşru savunma mevzilerinde kalacağız.” Şüphesiz Önderliğimizin bu tespitleri her kes tarafından doğru anlaşılmalıdır. Yani biz barış için hazır olduğumuzu söylediğimizde bu bizim kendimizi teslimiyete ya da ölüme yatırdığımız anlamına gelmemektedir. Bizler meşru savunma mevzilerimizde barış için hazırız. Ancak şunu da söylüyoruz. Esaret koşullarında ve sonuna kadar faşizan ve sistematik işkence koşullarında Önderliğimiz barış projelerini başarıya ulaştıramaz. Bu nedenle eğer gerçekten devletin Kürt sorununun çözümü konusunda bir projesi varsa bu Rêber Apo’ya karşı uygulamalarda kendisini açığa çıkaracaktır. Ancak Kürt sorunu konusunda AKP ve bazı başka çevrelerin söyledikleri “Kürt ve Rêber Apo bir birlerinden ayrıdırlar, Kürt konusu ve PKK ayrı konulardır” sözleri Kürtler üzerindeki katliam projesinin ifadeleridir. Katliam felsefesidir. Bu iddialarla Kürt sorunu çözülmez. Kürdistan’da söylenen ilk sözden bugün ulaştığımız kendi kendini idare etme düzeyine kadar tüm bu gelişmeler Rêber Apo ve PKK’nin mücadelelerinin sonucudur. Bunun için Rêber Apo ve PKK’yi dışarıda bırakarak Kürt sorununu çözme iddiasıyla sahneye çıkmak inkârcılıktır, soykırımdır. Buna inanan Kürt ise ya ajandır, bilerek yapıyor, ya da bilinçsiz biridir, kurbanlık koyun gibi boynunu düşmanının kılıcının önüne uzatıyor. Rêber Apo ve PKK’yi konunun dışında bırakmak, bir kez daha Kürtleri inkâr etmek ve bir kez daha Ortadoğu’da Kürtlerin inkar sürecini başlatmak anlamlarına gelmektedir. Bu nedenle Rêber Apo muhataptır. Rêber Apo’ya yaklaşım Kürt konusuna yaklaşımdır. Biz hareket olarak buna inanıyoruz ve bunu biliyoruz. Bütün özgürlükçü, demokrat ve yurtsever Kürt güçleri de bu şekilde yaklaşmalıdırlar. Eğer bu konuda duyarlı olursak devletin Kürt sorununu kandırmaya dayalı çözme çabalarını da boşa çıkarabiliriz.