HABER MERKEZİ
Çukurca’daydım dün gece, halaya durmuştu yıldızlar. Yedi tanesi gökyüzünde süzgün, yedi tanesi güleç, yedi tanesi umutlu ve onurlu. Utanarak baktım gözlerine, tek tek gülümsediler bana. Bir elvedaydı her şey, gece hüzünlü, gece çaresiz bir karartı içinde… Elimi uzattım, dokundum gidişlerine, gözlerimden usulca yedi damla yaş döküldü. Zordu, zorluydu gece. Tebessümüm acıydı, yürek elvermiyordu bu ayrılığa. Sabaha çıkmıyordu hiçbir şey, takılmış, tutulmuş bir zamanın en yitik anındaydık işte. Suskundu bütün ülkem, sessiz sedasız bir gidişe tanıktı insanlık. Utanacaktı düşman, ant olsun ki utanacaktı. Gökyüzü karardığında, aydınlığa muhtaç olduğunda tüm yürekler, işte o vakit utanacaktı tüm insanlık… Yedi özge cana kıymanın utancında boğulacaktı düşman.
Ama şimdi yüreğimde tarifi yapılmaz bir sızı var, orta yerinden kırılan bir zamanın içindeyiz. Peki özlem bu kadar erken yapışır mı yakasına insanın? Bu kadar yakıcı olur mu her gidiş?. Olmaz biliyorum, o Zagros yürekli kahramanlara bir elveda bile diyemeden yolcu etmek onları, henüz 14’lerin acısı dinmemişken yedi canı daha kaybetmek… İşte budur gidişlerindeki karşı konulmaz hüzne sebep, budur yüreklerde yeşerttiğimiz insanlık çiçeklerinin solmasına sebep…
Ölüm ne çirkin şeydir böyle, milyonların yüreğine bir canda milyon ateş düşürürken utanmaz mı bu? Utanmaz tabi, utanır mı hiç Azrail, Latif yoldaşım ona karşı olmamış mıydı kalkan? Düşman işbirlikçiliğinde ölümlere koşarken Azrail, o değimliydi canını siper eden, “canlı kalkan” olan, o değimliydi henüz 18 yaşında cihanın efendilerine başkaldıran. Gencecik bedeni ile durmuştu ölümlere, başı dikti, açık bir özgürlük, başkaldırış manifestosuydu onun kisi, kısa metrajlı bir ömre sığan dev bir mücadele. Ve Latif yoldaşın şahsında ilk şehidini veriyor insanlığa kalkan canlar, cihan ilk “canlı kalkan” şahadetine şahit oluyor. Şimdi savaşa karşı duran bütün diller sussun, susun ve bütün yürekler Latif yoldaşın yüzüne baksın. Eğer halen yürekler alınıp Zagros’a vurulmuyorsa, düşülmüyorsa ülkemin patika yollarına… O halde bütün diller lal olsun, tutmaz olsun tetiklere giden parmaklar…
Zilan bir yıldız oldu şimdi, asılı duruyor gökyüzünde, İştar’ın ardına takılıp gidiyor, gecenin kendi yarısında aydınlatıyor ülkemi. Yağarken üzerine bombalar, gülümsüyor o, gözlerinde görüyorum aksini İştar’ın ona sesleniyor… Halkımın gelini, halaya durmuş besbelli, ne korkar o ölümden, ne korkar zalim tanrılardan. Kocaman bir yüreği var onun emanet almış İştardan. Şimdi bakışlarında sessiz bir elveda, merasim havasında karışıyor tanrılara…
Zilan.. Tanrıçam; Sen bir sevdasın, uçurumlarda açan çiçek gibisin. Halkımın yüreğindeki narsı delen kardelensin sen. İsmin kadar onurlu, ismin kadar kahraman ve kutsal… Yüreğinden öpüyorum seni Zilan, ahtım olsun; geride bıraktığın tüm güzellikleri yaşatacağım, söz, selam olsun sana. Zagros şahidim olsun yaşatacağım seni yüce yüreklerde.
Şimdi yüreğimi mayınlıyorum, sınırların dikeni ellerime dolanmış kanatıyor içimi. Üstlerine yağan bombalar düşüyor aklıma, üşüyorum… Korkudan değil, ölüme duran yaşamların yitişinde üşüyorum. Bir yanımı Gabar’a diğer yanımı Zagros’a, sırtımı Cudi’ye veriyorum, bir dengbejin unutulmuş sesinde kürdün türküsünü söylüyorum. Usulca eğilip Dicle ile Fırat’ın kulağına fısıldıyorum; çağlayın dostlar, çağlayın bu gece, kulakları sağır edin, yedi canınıza kıymışlar, ne duruyorsunuz? Baksanıza Zap suyu nasılda kızıla kesmiş… Eğiliyor başları önlerine, gözleri birbirilerinin gözlerine değiyor ve utanıyorlar…
AGİT, LATİF, LEVENT, MAZLUM, SEYVAN, ŞAHO VE ZİLAN… İştar’la buluşuyor yedi güzel insan. Sözleşmişler bizden habersiz. Gece saklıyor onları, bildikleri tanıdıkları bir yerdeler sanki. Hepsi dizilmişler İştar’ın önünde, İştar’ın suratında ince bir tebessüm, usulca eğilip tek tek öpüyor hepsinin alnından. Zilan yoldaşla göz göze geliyorlar sonra, gözleri doluyor ikinsin de. “Ne çok özlemişim seni Zilan” diyor İştar. Latif hevale dönüyor bu sefer bir anne şefkati ile sarılıyor ona… Başkan Apo’yu soruyor güzel insanlara. Dönüyor yüzünü bütün yoldaşlar İştar’a, soruyor; Ne zaman özgürleşecek güneş? Lal oluyor İştar, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışıyor çocuk acemiliğinde, başını çeviriyor öbür tarafa, susuyor…
Şimdi bende susuyorum, ayrılığın ince ve tiz sesi kulağımda. Gözlerimdeki yedi damlayı siliyorum, dönüyorum yüzümü İmralı’ya, güneşe selam duruyorum. Söz veriyorum güneşe; yedi yıldızın aydınlattığı milyonlar senin aydınlığında yıldızlaşana kadar koşacağım, Söz veriyorum düşmanın karanlığını senin aydınlığına boğana dek özgürlüğün ateşini yakacağım yüreğimde, Söz veriyorum güneşim; sen özgürleşmeden hayatı yaşadı saymayacağım, insanlık kazanmadan!! Tanrıya verecek hesabım olmayacak…
Söz veriyoruz…
Silah Arkadaşları