HABER MERKEZİ – 9 Ekim Önder Apo’nun uluslararası bir komplo ile Şam’dan ayrıldığı günün adıdır. Bu her hangi bir gün değildir. Kürdistan halkının tarihinde bir dönüm noktasının yaşandığı bir gündür.
O gün Önder Apo, yaklaşık yirmi yıldır bulunduğu Şam’dan ayrılarak, bindiği uçak ile Yunanistan’a doğru yol almaya başlamıştı. Uzun süredir, TC devletinin tehditleri, yaptığı baskılar, devreye koyduğu arabulucular, Suriye rejimi üzerinde etkili olmuş ve sonuç vermişti. Tabii Önder Apo’nun Şam’dan ayrılmış olması, TC’den önce komplonun koordinatörlüğünü yapan İngiltere, ABD ve İsrail’in çabalarının sonuç verdiği anlamına gelmiş oluyordu. Çünkü TC devleti soykırımcı politikalarından bir sonuç elde etmek için, Önder Apo’nun Şam’dan ayrılmasını isterken; İngiltere, ABD ve İsrail politikaları TC’den daha geniş kapsama sahipti. Bu güçler, Önder Apo’nun Şam’dan ayrılarak, o zamana kadar üstlendiği mevziyi terk etmesini, “Yeni Dünya Düzeni”ni, Ortadoğu’ya oturtmaları önünde gördükleri en büyük engeli aşmak için böyle bir komployu planlamışlardı. Bu yönüyle TC devleti ile Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketinin önderliği karşısında ortak bir noktada buluşmuşlardı.
Zamanın TC devletinin Başbakanı olan Bülent Ecevit’in Önder Apo’nun Kenya’nın başkenti Nairobi’de rehine olarak alınıp kendilerine ‘neden teslim edildiğini anlayamadığını’ belirtmesinin altında yatan da bu gerçeklikti. Bülent Ecevit komplo ile asıl olarak ne yapılmak isteniyor, bunu anlamamıştı. Ama İngiltere, ABD ve İsrail’in planı TC devletinin yaptığı hesapların çok ötesinde idi. Reel Sosyalizmin çözülmesinden sonra, dünyada bozulan dengeleri yeniden kurmaya çalışıyorlardı. Bunun için de ilk adımlarını Ortadoğu’ya verecekleri “yeni düzenle” atmayı önlerine bir hedef olarak koymuşlardı. Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etmesini gerekçe gösteren bu güçler 17 Ocak 1991 tarihinde başlatılan, ‘Birinci Körfez Savaşı’ ile bunu gerçekleştirmek istemişlerdi. Fakat o zaman bunu gerçekleştirme koşullarının yeterince olgunlaşmadığını görerek daha sonraki bir tarihe ertelemişlerdi.
İngiltere, ABD ve İsrail güçleri yetmediği için böyle bir erteleme içerisine girmemişlerdi. Doğacak sonuçlara hazır olmadıkları için politikaları bu şekilde belirlemişlerdi. Dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan gerçekliğinin Ortadoğu’nun en etkili devletlerinin sömürgesi olması ve bu devletlerin her hangi birinde yaşanacak olan rejimsel değişikliklerin bir domino taşı misali tüm Kürdistan parçalarını etkileyeceğini görmüşlerdi. O nedenle de Irak’ın işgali İngiltere, ABD ve İsrail’i Ortadoğu’da hiçte planlarında olmayan, hazırlık yapmadıkları, bir olasılık olmayı da aşan çok daha tehlikeli bir sonuçla karşı karşıya getirmişti. Bu da Kürt sorunundan bölgeselleşmesinden başka bir şey değildi.
Kürt sorunu 1991’de ortaya çıkmamıştı. Kürt sorununun anahtarını elinde tutan İngiltere’den daha çok bunu bilen herhangi bir güçte yoktu. Çünkü yaşanan Kürt sorununun en başta gelen sorumlusu o idi.
1990’lara gelindiğinde İngiltere’nin sorumluları arasında yer aldığı Kürt Sorunu sadece kendileri tarafından belirlenen bir sorun olma boyutunu çoktan aşmıştı. Bakur’da ilk oluşum adımlarını atan, gelişip örgütlenen, partileşen Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketi dört parçadaki Kürtlerle birlikte uluslararası alana yayılmış olan Kürtler üzerinde de etkili hale gelmişti. O nedenle de Irak’ın işgali ardından Özgürlük ve Demokrasi Hareketinin önderliği altında dört parça Kürdistan’da, egemen sömürgeci devletlere karşı gerçekleşecek olan bir mücadele için pekala imkan sunabilirdi. Asıl olarak onları korkutan da bu gerçeklikti.
Tarihte Kürtler böyle bir rol oynamıştı. “Haçlı istilaları” karşısında Ortadoğu’nun Müslüman halkları Kürt olan Selahattin Eyyubi’nin komutası altında bir araya gelerek bu saldırıları püskürtmüş ve Kudüs’ü kontrolleri altına almışlardı. Şimdi de bu pekala mümkün olabilirdi ve bunu engellemenin tek yolu olarak ta ‘İkinci Selahattin’ olarak gördükleri Önder Apo’nun devre dışı bırakılmasını ön gördüler. Daha açık bir şekilde belirtmek gerekirse planlarının başına bunu aldılar. Zaten Önder Apo’nun Şam’dan ayrılması ve rehine alınmasından sonra yaşananlarda bu gerçekliği doğruladı.
Önce “11 Eylül saldırısı” gerekçe gösterilerek, Afganistan’a müdahale ve bunu takiben de 2003 yılında Irak işgali gerçekleştirildi. 2011 yılında ise Libya, Mısır ve Suriye müdahaleleri bunları izledi. Gelinen aşamada da İran’a karşı; abluka, ambargo vb. adlarla açık bir yönelime dönüştü. Tüm bunlar 9 Ekim 1998 günü startını alan uluslararası komplo ile birlikte yaşanmaya başlayan bir sürecin doğrudan sonuçları arasında yerlerini aldılar.
Önder Apo uluslararası komployu “Üçüncü Dünya Savaşı”nın başlangıcı olarak değerlendirmişti. Bugün Ortadoğu’da yaşanan savaş gerçekliği de Önder Apo’nu yapmış olduğu bu değerlendirmeyi doğrulanmaktadır. Şimdi dünya böyle bir gerçeklik içerisinde bulunuyor ve bu gerçeklik içerisinde uluslararası komplo varlığını korumaya devam ediyor. Önder Apo tarafından uluslararası komplo ile istenilen hedefe ulaşılmasını engelleyen karşı politikalar ve hamleler geliştirilmesine rağmen, bunda ısrar ediliyor. Önder Apo üzerinde uygulamaya konulmuş olan ‘mutlak tecrit’te bu gerçekliğin somutlaşan ifadesi olma gibi bir özellik taşıyor. Çünkü en sıcak haliyle Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın içerisine girdiği kritik aşamada, Önder Apo üzerinde ‘mutlak tecrit’ uygulamaya konulmuş bulunuyor.
Uluslararası komplo 9 Ekim günü Önder Apo’nu Şam’dan ayrılması ile uygulamaya konulmuştu. 19 Temmuz Rojava devrimi ise bu topraklarda uluslararası komplocu güçlere ve bundan medet uman işbirlikçilerine verilen en anlamlı bir cevap olmuştur. Mevcut haliyle de Rojava Devrimi; Suriye devrimi olma özelliğine sahip bir hale gelmiştir. Kürdistan’ın diğer parçalarını, bölge devletlerini ve dünya halklarını etkilemektedir.
9 Ekim uluslararası komplonun bir yıl dönümünü, yaşanan böyle bir gerçeklik içerisinde geride bırakılmaktadır. Aslında bu gerçeklik Kürdistan tarihine bir daha silinmemecesine kazılmış olan uluslararası komploya karşı verilen bir yanıt anlamına gelmektedir. Bu yönüyle de uluslararası komploya karşı yükseltilen mücadele ile yeni bir tarihi yazımı olarak anlam kazanmıştır. Bunu başaranda uluslararası komplonun hedefi olan ve her bir günü büyük bir direnişe tanıklık eden 21 yılı bulan rehine yaşamını geride bırakan Önder Apo’dan başkası değildir.
Önder Apo, uluslararası komplonun bir yılını daha geride bırakırken, bir kez daha komplocu güçleri yenilgiye uğratmış ve onlara asla amaçlarına ulaşamayacaklarını göstermiştir.
Kaynak: Yeni özgür Politika/Cemal Şerik