HABER MERKEZİ
ABD, Rusya ve İsrail devletleri yakın süreçte Ortadoğu eksenli bir dizi toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıların ana gündemi Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek, Suriye savaşına yön vermek, İran’ın Suriye’deki varlığına son vermek, ona karşı tedbir alarak müdahale zemini hazırlamak, Şii yayılımını durduracak Sünni islam çizgisini hâkim kılmaktır. Sonuncusu İsrail’de 24 Haziran 2019 tarihinde yapılan bu toplantıların esas amacı İsrail’in güvenliğini sağlamaktır. Toplantı kararları İsrail’in güvenliği ve bölgenin bu hegemon güçler arasında paylaşılması şeklinde alınmıştır. Sınırları yeniden belirleyen ve önümüzdeki yüz yıllık süreci kapsayan bir plan düşünülmektedir. Bir bakıma birinci dünya savaşında Ortadoğu’yu parçalamayıp paylaşmayı amaçlayan Sykes-Picot anlaşması yeniden güncellenerek hayata geçirilmek istenmektedir. Sömürgeci Türk devleti bu planı Kürt soykırım politikasını hayata geçirmek için büyük bir fırsat olarak ele almaktadır. ABD, Rusya ve İsrail’in İran savaşı dahili istediği her şeyi yapma karşılığında Kürdistan’ı ilhak, Kürt soykırımını gerçekleştirme ve sınırlarını genişletme karşılığında plana dahil olmuştur. Anlaşmaların detayları gizli olsa da genel hatları bellidir. Başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarına karşı komplo niteliğinde bir plan olarak tanımlamak gerekmektedir.
ABD’nin alandan çekilmesi ardından Türk devletinin Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye işgali bu plan çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Türk devleti bir piyon ve cellat rolünde başta Kürtlere ve bölge halklarına karşı kullanılmaktadır. İşgalci, DAİŞ çete bağlantılı ve savaş suçu işleyen bir pozisyona düşürülerek en sonunda kendisine de müdahale edilecektir. Planın bir yönü de budur. Buna göre DAİŞ, El-Nusra ve ÖSO çeteleri “milli Suriye ordusu” adıyla Türk devletinin himayesinde toplanarak önce Kürt soykırımında ve daha sonrada İran ve Arap Şii kesimine karşı kullanılacaktır. Türk devleti adına hareket eden çeteler şimdiden vahşet düzeyinde savaş suçu işlemişlerdir. Türk-Daiş ortaklığı gizlenemez boyutlarda gün yüzüne çıkmıştır.
Komploda Kürtler için öngörülen şunlardır: Türk işgalciliğine ve soykırımına karşı fazla direnemezler ama sonu gelmeyen bir Kürt-Türk savaşı başlayacaktır. Tüm kazanımlarından vaz geçerek Suriye rejimine teslim olacaklar, (Rusya’nın TC ile yaptığı Soçi anlaşması Kürtlere bunu dayatmıştır.) veya Suriye ile anlaşamazlarsa Kürt-Arap savaşı başlayacaktır. Anlaşıldığı gibi bütün olasılıklarda Kürtlerin Türk savaşı yanında birde ve Arap savaşına sürüklenmesi ve demokratik özerk yönetimin tümden tasfiyesi hesaplanmıştır. Özcesi Kürtlerin başına soykırımın diğer adı olan felaket getirmeyi amaçlamaktadırlar. Aslında Ermeni halkına biçilen kaderin aynısı bugün Kürtlere biçilmiştir. Bahsedilen plan Kürtleri yine sömürgeci devletlerin insafına bırakan, statüsüzlüğe mahkûm eden, ülke ve halk olarak yok sayan ahlaksızca bir plandır. Fakat Kürtler Türk işgaline karşı kimsenin beklemediği bir düzeyde direniş gösterdiler. Komplocu güçler dengeleri ve planları değiştiren direnişin bu düzeyde olabileceğini öngörememiştir. Trump’ın “Kürtlerle Türkleri birbirine bıraktık, Kürtler müthişti” açıklaması hem komployu hem de direnişi itiraf eder mahiyettedir.
Fakat düşünülenler tam olarak gerçekleşmemiştir. Kürtlerin ve Kuzey-Doğu federasyon halklarının komploya karşı sonuna kadar direnme kararı ve pratiği, buna paralel gelişen siyasi çözümü amaçlayan politik ve diplomatik çalışmaları belirleyici olmuş ve sürece yön vermiştir. Rusya ve Suriye rejimiyle başlayan müzakereler ve çözüm tartışmaları direniş kararından sonra başlamıştır. Bu bakımdan direnme kararı ve tutumu sadece Rojava için değil Kürt ulusunun geleceği açısından tarihi bir karar olmuştur. Demek ki, her şey egemen güçlerce belirleneyemiyor, onların planları doğrultusunda gerçekleşmiyor. Halkların demokratik birliği ve mücadelesi en güçlü devletlerin bile planlarını boşa çıkarıp sürece yön verebiliyor. Büyük devletlere rağmen direnen halklar ağır bedeller pahasına kendi kaderlerini tayin ediyor, edebiliyor. Yüzyıldır soykırım kıskacına alınan Kürt halkı bunun en iyi bir örneğidir. Kürt Özgürlük Hareketi öz gücüne ve kendi toplumsal gerçeğine dayanarak, sıfırın altında imkanlarla NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı kırk yıldır mücadele etmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi sadece Kürdistan ve Ortadoğu’yla sınırlı kalmayarak küresel direnişin öncülüğünü yapacak aşamaya gelmiştir. Küresel ve bölgesel karşı-devrim ittifakına, onun her türlü komplo ve işbirlikçilerine karşı özgücüyle devrimci halk savaşı yürüterek başarı sağlamış ve Kürtleri Ortadoğu’da stratejik bir konuma getirmiştir.
Türk devletinin Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye işgali ABD ve Türkiye anlaşmasıyla gerçekleşirken, Rusya-Türkiye Soçi anlaşması ise gerçekleşen işgalin kabulü üzerinden Kürtler aleyhinde yapıldı. Rusya politik ve ekonomik çıkar dengesini gözeterek Türk işgalini onaylayarak Kürtlerin Suriye rejimine teslimiyetini dayatan bir yaklaşım geliştirdi. Türk devletiyle yaptığı protokolün içeriği budur. Kürtlerin yapılan anlaşmayı reddetmesi ve direniş pozisyonuna geçmesi Rusya’nın şantajcı ve teslim alma politikalarını boşa çıkarmış ve Kürtlerle müzakere yolunu seçmek zorunda bırakmıştır. Müzakere ile bazı konularda uzlaşılma sağlansa da süreç hala devam etmektedir. ABD-Rusya-İsrail anlaşmasına göre Suriye’nin yeniden yapılanması daha çok Rusya’ya bırakılmaktadır. Rusya Suriye’de daha fazla belirleyici rol oynayacaktır. Rusya Kürt sorununun Suriye’nin temel sorunu olduğunun farkındadır ve çözüm bulmak zorunda olduğunu bilmektedir. Çözüm ve statü şeklini belirleyecek olan Kürtlerin güçlü duruşu ve direnişi olacaktır. Bir kez daha ispatlandı ki, direniş olgusu tüm kazanımların hem yaratılması hem de korunması açısından belirleyici önemdedir. Bu açıdan Kürt direnişi uluslararası güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme ve Kürt soykırımını öngören planlarını bozmakla kalmıyor ona yönde veriyor. Savaşan halk gerçeğiyle hem kendini korumuş hem de uluslararası alanda meşruiyet sağlayarak çözüm yollarını açmıştır.
Ancak her şey sonuçlanmış ve komplo bitmiş değildir tehlike devam etmektedir. Rusya ve Suriye rejimi aradan çekilerek Türk devletinin saldırılarına zemin hazırlayabilirler, bu yönlü gizli bir anlaşma yapmış olabilirler. Rejim askerlerinin sınır alanlarından çekilmesi bunu göstermektedir. Rejimin savaşma gücü ve iradesi yoktur. Rusya ise tutarsız ve ilkesiz çıkarcı bir devlettir. Yine 30 Ekim’de BM gözetiminde Cenevre’de başlayacak Suriye Anayasa komitesi toplantısına Rojava’nın gerçek sahipleri ve iradesi çağrılmış değildir. Toplantıya Kürtler adına çete ENKS temsilcileri davet edilmiştir. Bu durum bile komplonun devam ettiğinin güçlü bir kanıtıdır. Küresel kapitalist güçler Özgürlük hareketine ve Rojava sistemine ideolojik çizgi temelinde yaklaşmakta ve ona göre politikalar belirlemektedirler. Türk devletine karşı net tavır almamalarının sebebi Rojava sistemini kendilerine karşı alternatif bir sistem gördükleri içindir.
ABD, Rusya ve İsrail öncülüğünde hazırlanan ve Türk devletinin de dahil edildiği planın zaaflı tarafı hem bölgesel hem de küresel diğer güçlerin dışında tutulmasıdır. Planda Arap Birliği, Çin, NATO üyeleri AB devletleri saf dışı bırakılmıştır. Keza plan bölgenin en güçlü aktörü olan İran’a karşı yapılmaktadır. Öyle kolay gerçekleşecek bir plan değildir. Devletler düzeyinde yoğun tepkilerin ortaya çıkmasının nedeni budur. Arap Birliği, AB, İran ve birçok güç ABD-Rusya-TC anlaşmalarına karşı çıkmakta, alternatif arayışlara gitmekte ve kararlar almaktadırlar. ABD, Rusya ve Türk devleti salt kendi başlarına hareket edemeyeceklerini anlamış durumdalar. Ortadoğu’nun kaotik ve çok denklemli ortamında hiçbir güç istediğini tam olarak gerçekleştirememektedir. Her ne kadar hegemon devletler kendi çıkarlarına göre böyle bir anlaşma ve planlama yapmış olsalar da başta Kürtler olmak üzere halkların itirazı ve özgürlük mücadelesi bunu engellemektedir. ABD’nin geri çekilmesi ve Türk devletiyle yapılan anlaşma Trump’ın daha çok dar yakın çevresiyle aldığı bir karar olduğundan ABD’nin stratejik çıkarlarıyla çelişmekte ve kabul görmemektedir. ABD’nin büyük kısmı ve toplumun etkili kesimi Trump ’un geri çekilme kararını ve Kürtlere yönelik ihanet politikalarını sert biçimde eleştirmekte ve karşı çıkmaktadır. Bu sorun ABD’nin hala temel gündemi olmaya devem etmektedir. Trump’ın gelişen tepkileri bertaraf etme amacıyla Türki’ye ye yaptırdığı ateşkesle istediği sonucu alamamıştır. Ateşkes Trump’ı kurtarmayı ve işgali meşrulaştıran bir yaklaşımı içermektedir. Ateşkes Türk işgalini sonlandırmayı değil komployu ve Kürt soykırım politikalarını meşrulaştırmayı amaçlamıştır. Zaten Türk devleti ateşkese uymayarak saldırılarını sürdürmüştür. Trump DAİŞ lideri Bağdadi’nin öldürülmesini hem mevcut sıkışmışlığını atlatma hem de seçim malzemesi olarak kullanacaktır. Ancak bu gelişen muhalefeti ve tepkileri durdurmaya yetmeyecektir. Zira Kürtlerin tüm dünyayı etkileyen direnişi ABD ve dünya toplumlarında ciddi karşılık bulmakta ve Trump hükümeti üzerinde büyük baskı oluşturmaktadır. Trump’ın bir kısım Amerika askerini Suriye’nin petrol bölgelerine geri getirmesi tepkileri düşürmeye yöneliktir. Trump iktidarının kafası hala karışıktır ve dengesizdir. Ani kararlar verebilmektedir. Nasıl hareket edeceği tam kestirilememektedir. Trump’ın Erdoğan’la olan ilişkileri daha çok ticari ve siyasi çıkarlara dayanmaktadır. Bu ilişkiler nedeniyle Trump iktidarı Kürtlere karşı ahlaksızca bir yaklaşım sergilemiştir. Kürtleri bir ulus, halk ve ülke sahibi değil “kullanılması gereken iyi, cesur savaşçılar” olarak ele almaktadır. Bu yüzden ABD Kürtleri hiçbir uluslararası siyasi platforma dahil etmedi ve statü sahibi yapacak hiçbir adım atmadı, bunu düşünmedi, tersine engelledi ve belirsiz bir konumda tutarak bıraktı. Rusya ve AB devletleri de Kürtlere karşı aynı mesafede yaklaşmıştır. Hala da Türk işgalini ve katliamlarını durduracak ciddi bir adım atmış ve tutum takınmış değillerdir. Bu yönüyle Türk devletinin ittifakı ve Kürt soykırımının ortağıdırlar.
Kürtler Görkemli Rojava Direnişiyle Demokratik Enternasyonalist bir Cephe Yaratmışlardır
Kürtlerin uçağı ve gelişmiş teknik silahları olmayabilir. Ancak haklı davaları, herkesi derinden sarsan fedai savaşçıları, insanlığı temsil eden manevi ve ahlaki değerleri vardır. Kürtler büyük inanç, irade, yok edilemeyen bir özgürlük bilincini ve örgütlülüğünü yaratmışlardır. Bunun yenemeyeceği bir teknik ve güç yoktur. Bu gerçekler Kürtleri yenilemez bir direnişin öznesi ve demokratik değerlerin merkezi yapmaktadır. Bunu gören vicdanlı her insan, kadınlar, gençler, ezilen sınıf ve toplumsal kesimler Kürtlerin mücadelesinden etkilenmekte, beslenmekte, kendinden bir parça saymakta ve sahiplenmektedir. Kürtler görkemli Rojava direnişiyle demokratik enternasyonalist bir cephe yaratmışlardır. Önder Apo’nun özgürlük paradigması Kürdistan ve Ortadoğu halklarının direniş gerçeğinde evrensel boyutlarda demokratik bir sisteme dönüşmüştür. PKK’nin grup döneminden başlayan bu gelişim tarzı çeşitli evrelerden geçerek bu aşamaya ulaşmıştır. Özgürlük hareketinin gelişim diyalektiğinin üçüncü aşamasıdır. Birinci aşama hareketin Ankara’dan Kürdistan’a yayılmasıdır. İkinci aşama Ortadoğu’ya çıkış ordulaşma ve silahlı mücadelenin başlamasıdır. Üçüncü aşama ise evrensel boyutta dünyaya açılmasını ifade eder. Önderlik bu gelişim seyrini; Ankara’dan çıkmayla partileştik, Ortadoğu’ya çıkmayla ordulaştık, dünyaya açılmayla devletleşeceğiz şeklinde tanımlamıştı. Rojava devrimi, Kobani ve Cenga Rojava direnişleri evrenselleşmenin önemli halkalarıdır. 2015 tarihi Kobani direnişi birinci evrensel halka olmuş ve “1 Kasım Dünya Kobani Günü” ilan edilmiştir, 2019 ikinci Cenga Rojava direniş halkasıyla da “2 Kasım Dünya Rojava Günü” ilan edilmektedir. Birbirini tamamlayan bu tarihi direniş halkaları Kürtler açısından evrensel düzeyde öneme sahiptir. Rojava Onur direnişi bütün dünyada sanatçısından, politikacısına, aydınından, filozofuna, sporcusuna, her yaştan ve her kesimden insanın taraf olduğu bir demokrasi direniş cephesine dönüşmüştür. İnsanlığın özgürlük direnişi ve demokratik sistemi olan Rojava devrimi insanlığın umudu ve ortak değeri olarak evrensel boyutlarda ilerlemekte ve sahiplenilmektedir. Rojava direnişinin en önemli kazanımı Kürtler için büyük bir diplomasi sahası açmasıdır. İşgalci Türk rejimi için alan daralırken Kürtler dünyaya açılmaktadır. Yine barışın, kardeşliğin ve ortak eşit yaşamında da ancak direnme temelinde elde edilebileceği Kürdistan devrimi örneğinde kanıtlanmaktadır. Kuşkusuz Apocu fedai direnişi tarzı olmasaydı ne Kürtlükten ne Rojava devriminden ne de Kürdistan’dan bahsedilebilirdi. Devrimsel gelişmenin kaynağı büyük emek ve çaba sahibi, soluksuz bir mücadelenin yaratıcısı ve yönlendiricisi olan Önder Apo’ dur. Kırk yıllık destansı direniş ve bunun kahramanlık düzeyindeki şahadetleriyle bugüne gelinmiştir. Rojava devrimi ve direnişi Kuzey-Güney-Rojhılat Kürdistan devrimine bağlı olarak zindanlardan dağlara, dağlardan ovalara, kentlere, tüm parçalara ve dünyaya yayılan bir devrimci mücadele çizgisine dayanmaktadır. İdeolojik, politik ve askerî açıdan dört parçanın birikimi ve tecrübesiyle beslenmektedir.
Direniş sadece Kürtleri korumakla kalmıyor, aynı zamanda Kürtleri evrenselleştiriyor, gündem oluşturuyor, toplumsal duyarlılık, örgütlülük ve eylemselliği açığa çıkartıyor. Kürt direnişinin evrenselleşmesi ve faşizm karşıtı bir demokrasi cephesine dönüşmesi ikinci dünya savaşında açığa çıkan faşizm karşıtı demokrasi blokuna benzemektedir. İkinci dünya savaşını genel olarak iki tarafı vardır. Bir tarafı Hitler-Nazi Almanya’sının öncülük ettiği (Japonya-İtalya’nın açıktan ve Türkiye’nin de gizli ittifak olduğu) insanlık düşmanı faşist cephe olurken diğer tarafta Sovyetler Birliği, İngiltere ve Amerikan’ın yer aldığı anti faşist demokrasi cephesi oluşmuştur. Yahudi soykırımıyla başlayan ve insana ait tüm demokratik değerleri yok eden Nazi faşizmine karşı insanlık ortak direniş cephesinde birleşmiştir. Rojava Kürt direnişi özgülünde şimdi de benzer bir durum yaşanmaktadır. Temel fark Kürtlerin devletlerden çok dünya halkları cephesinde bir demokrasi bloku yaratmasıdır. Nazi-Hitler faşizminin yerini günümüzde Erdoğan-TC faşizmi almıştır. Hitler Yahudi halkını yok etmek istedi, Erdoğan ise Kürt halkını yok etmek istiyor. Hitler-Nazi faşizmi nasıl ki Avrupa’dan başlayıp Sovyet işgaline yönelmişse Erdoğan-TC faşizmi de Rojava’ dan başlayarak Ortadoğu işgaline yönelmektedir. Soykırımdan geçirilmek istenen bu kez Kürt halkı olmaktadır. Ancak Kürtler hem kendilerini hem de dünyayı değiştirmiştir. Direnen halk olarak kolayca kurban olmayacaklarını ve özgürlüklerinden vaz geçmeyeceklerini kanıtlamışlardır. Kırk yıllık mücadele geleneğine dayanan QSD-YPG-YPJ güçleri çok değerli komutan ve savaşçısını şehit vererek işgale karşı muazzam bir direniş göstererek sonuna kadar halklarını ve topraklarını savunacağını tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Savaşçılarıyla birlikte Rojava halkı tıpkı Stalingrad siperlerinde olduğu gibi Türk faşizmine karşı yurt savunma savaşını vermektedirler. Dünya koşulları da değişmiştir. Sömürgeci güçler eskisi gibi kirli savaş yöntemlerini gizleyemiyorlar. Gelişen teknik ve iletişim araçları yaşanan savaşı anında dünyaya duyurmaktadır. İnsanlar sıcak gelişmeleri takip etmekte ve organize olmaktadır. Soykırımcı faşist Türk devleti ve çetelerinin Kürtleri soykırımdan geçirme planlarına, işgal ve istilasına halklar itiraz etmekte ve tüm insanlığa karşı bir saldırı ve büyük tehlike olarak değerlendirmektedir. Kürtlerin ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının bin bir emekle yarattığı demokratik toplumsal modelini insanlığın ve demokrasinin bir kazanımı olarak görmekte, Türk faşizmine karşı Kürtlerden yana taraf olmakta ve Rojava direnişi etrafında kenetlenmektedir. Dünya halkları bu soykırımı görerek sert tepki vermekte ve kendi hükümetlerine baskı kurarak işgale karşı tavır almasını sağlamaktadır. Anti-faşist tüm toplumsal örgütlenmeler Tük soykırımcı rejiminin saldırganlığına karşı çıkmaktalar. İşlenen insanlık ve savaş suçlarının yargılanmasını talep etmekle yetinmeyerek bunun için çeşitli aktivitelerde bulunmaktadırlar. Dört parça Kürdistan ve dünyadaki yurtsever bütün Kürtler işgale karşı ulusal bütünlük içinde tutum almaktadırlar. Boykotlardan, çeşitli eylemlere, seferberlik çağrısına cevap vererek Onur Direnişine katılıma kadar ulusal direniş gerçeği açığa çıkmış bulunmaktadır.
Kürt Direnişi Türk devletinin ve Diktatör Erdoğan iktidarının da Kaderini Belirleyecektir
Türk devleti 2023 ve 2071 planına göre hareket etmektedir. 2023’e kadar (Cumhuriyetin ve Lozan’ın 100. Yılı) tüm Kürdistan parçalarını ilhak ederek misk-i milli sınırlarına ulaşmayı, 2071’e kadar da (Kürdistan-Anadolu’ya girişin 1000. Yılı) Ortadoğu’ya hâkim hale gelmeyi düşünmektedir. Neo-Osmanlıcık ve Pan-islami ideoloji bu amaca hizmet etmektedir. Lozan’ı kabul etmeyen Erdoğan iktidarı misak-i milli sınırlarını Musul, Şengal ve Kerkük dahil Başur Kürdistan’ın tümünü ilhak ederek genişletmeyi amaçlamaktadır. Yapılan anlaşmayı kendisi için büyük bir fırsat saymakta, dengeler değişmeden ve yeni engeller oluşmadan işgali bir an önce tamamlamak istemektedir. Fakat planlar istenen tarzda gerçekleşmiyor. Kürt direnişi ve dünya halklarının dayanışması planları boşa çıkarmaktadır. Türk devleti Onur Direnişi karşısında ilerleyememekte, tersine Suriye’de işgalci, soykırımcı, insanlığa karşı savaş suçu işleyen bir suçlu konumuna düşmüştür. Teşhir ve tecrit olmakta ve ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak Türk devleti amaçlarından ve Kürt düşmanlığından vazgeçmiş değildir. Daha da saldıracaktır. Her fırsatı değerlendirerek soykırımı tamamlamak isteyecektir. Tepkilere rağmen üç parça Kürdistan’da işgal ve soykırım saldırılarını sürdürmektedir. Rojava’ da işgal ve katliamlar durmamıştır. Kuzey’de kayyum işgalleri, siyasi ve kültürel soykırım her yönüyle devam etmektedir. Güney işgali ve askeri operasyonlar aynı amaçla sürdürülmektedir. Rojava’ da uluslararası koşullar şimdilik onu sınırlamış olsa da dengeleri zorlayacak ve her tür tavizi vererek ilerlemek isteyecektir. Erdoğan iktidarı için Kürt soykırımını gerçekleştirmek beka sorunu şeklinde stratejik önemdedir. Erdoğan’ın işgal savaşını “İstiklal harbi” tarzında tanımlaması bundan ötürüdür. Varlığını tamamen Kürt soykırım savaşına endekslemiştir. İktidarını devam ettirmek için Türkiye’yi sonucu kestirilemeyen bölgesel bir savaşa sürüklemiştir. “Ya yok edeceğim ya yok olacağım” ikilemini esas almaktadır. Görülen odur ki, yok etmek istediği Kürt varlığı tarafından yok edilecektir. Kürtler direnişle sadece kendi kaderini değil Türk devletinin, onun diktatör Erdoğan iktidarının da kaderini belirleyecektir. Çökme emareleri açığa çıktıkça savaş için içeride geliştirdiği milliyetçilik fayda etmeyecektir. Savaş sayesinde örtmeye, bastırmaya çalıştığı iç çelişkiler patlak verecek ve AKP-MHP özel savaş iktidarı içten de çözülecektir.
İşgalci Türk devletinin soykırımla yok etmek istediği Kürtler dünyanın gündemini belirler hale gelmiştir. Türk devleti artık işgalci, terörist, çete devleti olarak görülmektedir. Bağdadi ve yardımcısının Türk hakimiyetindeki alanlarda bulunarak öldürülmesi TC-Daiş organik bağını bir kez daha açığa çıkarmış ve sorgulanır hale getirmiştir. Kürtler Türk devleti ve onun çetelerine karşı mücadele ederken Türk devletinin terörist DAİŞ çetelerinin ortağı olduğu herkes tarafından görülmüştür. Kürtler mağdur durumdayken Türk devleti terörist çete derekesinde ele alınmaktadır. ABD tarafından ılımlı islam projesiyle iktidara getirilip görevlendirilen AKP-Erdoğan iktidarı bunu kendi Neo-Osmanlıcılık ve Pan-islamist amaçları doğrultusunda kullanarak belirlenen güzergahtan sapmıştır. Verilen görevi ve imkanları kendi hegemon amaçları doğrultusunda kullanması küresel güçlerinde tepkisini çekmiş durumdadır. Kendileri için de bir tehdit olduğunun farkına varmış bulunmaktadırlar. İran’a karşı kullanma istemlerinden dolayı tümden vaz geçmemiş olsalar da sınırlama ve zamanla çözme kararına varmışlardır. Özellikle tüm dünyanın gözü önünde Rojava’ da uyguladığı vahşetle Türk devletinin ne denli tehlikeli olduğu herkes tarafından çok daha iyi anlaşılmıştır. Küresel güçler şimdilik çıkarları için kullansalar da sorun haline gelen Erdoğan iktidarını daha fazla kaldıramayacaktır. Rojava işgaline yönlendirilmesi belki de bu planın bir parçasıdır. Yargılanma ve müdahale etme zemini hazırlamaktadırlar. İşlediği savaş suçları Türk devletinin ve Erdoğan iktidarının yargılanma delilleri olarak kullanılacaktır. ABD senatosunun Ermeni soykırım tasarısını ve yaptırım kararlarını onaylaması, Fransa’nın işgale aldığı kararlar bu planlardan bağımsız değildir.
Sömürgeci Türk Rejimi Nasıl ki Kürt Dirilişini Engelleyememişse Kürtlerin Statü Sahibi Olmalarını da Engellemeyecektir
Birinci ve ikinci Dünya savaşı ortamında statüsü sahibi olmayan topluluklar kendi kaderini belirlemeye, bunun için siyasal bir güç oluşturmaya çalıştı. Birinci dünya savaşında Ermeni, ikinci dünya savaşında Yahudi halkı fiziki soykırıma uğratıldı. Ezidi, Süryani, Çerkez, Rum, Pontus gibi halklarda aynı durumu yaşadı. Birinci ve ikinci dünya savaşında ortaya çıkan fırsatları değerlendirecek, ulusal birliği sağlayacak Önderlik, ideolojik-Politik ve örgütsel gücün olmayışı Kürt halkı için felaketle sonuçlanmıştır. Ülke ve halk olarak parçalanmasına ve klasik sömürge statüsünde bile olmayan bir soykırım sürecine alınmasına neden olmuştur. Günümüzde Üçüncü dünya savaşı ortamında yeniden fırsat doğmuştur. Kürtler dört parçada yüz yıldır yürütülen mücadelenin yarattığı imkanlarla bu defa mutlaka bu fırsatı değerlendirilmek zorundadır. Aksi durumda 3.Dünya savaşının kaotik belirsizliğinde soykırımla karşı karşıya kalacaktır. Ulusal birliği sağlamak, örgütlenmek, direnmek, kendi topraklarında özgür bir kimlik ve statüyle kendini kabul ettirmek dışında başka bir seçeneği yoktur. Bu özgür bir ülke ve özgür bir halk olmanın yegâne yoludur. Acımasız, ahlakı, ilkeleri ve sınırları olmayan ne olacağı tam bilinmeyen bir savaş ortamında Kürtlerin varlıklarını koruma ve özgürlüklerini sağlamasının başka da bir yolu yoktur.
Direnişle küllerinden kendini var eden Kürtler yine öz gücüyle, kahraman savaşçılarıyla, kader birliği yaptığı Ortadoğu halkları ve enternasyonal dostlarıyla birlikte Türk faşizmine karşı özgürlük savaşını mutlaka kazanacaktır. Büyük riskler kadar büyük kazanma imkanları da vardır. Tarih, Önderlik, Şehitler bu fırsatı sunmakta ve doğru yolu göstermektedir. İlerici dünya halkları gerçekleşen onurlu direnişin saflarındaki yerini belli etmiştir. Direnişin en muhteşemi gerçekleşmekte ve bedeli ödenmektedir. Yapılması gereken bu direnişe denk toplumsal örgütlenmelerin sağlanması politik ve diplomatik mücadelenin sonuç alıcı tarzda yürütülmesidir. 20. yüzyılda soykırım kıskacına alınıp statüsüzlüğe mahkûm edilen Kürt halkı bu makus kaderi parçalamıştır. Varlığını dünyaya kabul ettirmiş Kürt halkı bedeli ağır olsa da 21. yüzyılda bir statü sahibi olacaktır.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi