HABER MERKEZİ
Dünyanın tüm diktatörlerinin ortak bir noktası topluma karşı paramiliter güç kullanmalarıdır. Paramiliter güçler kimi yerlerde açık örgütlendirilmiş olsalar da esasta gizli örgütlendirilmişlerdir. Herhangi bir kanuna bağlı olmadıkları için de en kirli işlerde kullanılarak toplumlara karşı estirdikleri terörle geçmişte korku saldıkları gibi, bugün ve gelecekte de korku salabileceklerdir.
Devlet yapıları çok kirli ölüm makinalarına sahip olsalar da, sonuçta bağlı oldukları devlet hukukları vardır. Devletin kendisi en büyük bastırma, katletme aracı olsa da, sonuçta onca katletme aracının bireylerin keyiflerine göre hareket etmemeleri için -en azında- kendi aralarında bir sınırlama getirmişlerdir. Ve bu sınırlandırmaya da hukuk demişlerdir. Ancak dile getirdiğimiz paramiliter güçlerle her şeyi yaptırta bilir ve yaptırırken de hiçbir sorumluluk üstlenmeden ne kadar da devletler arası hukuka bağlı ve sadık olduklarını söyleyerek, meydanlarda nara da atabilirler.
Evet, diktatörlerin bir ortak noktası da paramiliter güçleri, ya örgütleyerek harekete geçirmektir ya da varsa öyle güçleri denetimlerine alarak harekete geçirmeleridir. İkisi de aynı sonuca çıkmaktadır. Bir farkla, ilk günden itibaren birer diktatör olarak sahneye çıkanların ağırlıklı bir bölümünün sahneye çıkmadan önce böyle gizli ve kirli vurucu yapıları örgütlemiş olmalarıdır.
Buna en iyi örnek Hitler’dir. Hitler’in SS ve SA’ları halen bugünde konuşulmaktadır. Musolini ve Franko’nun da benzer faşist ve flanjist örgütleri olduğu bilinmektedir. Türkiye’de ise MHP türü yapıların böyle bir geleneklerinin olduğunu söylemeye gerek bile yoktur.
Erdoğan ismindeki kişinin büyük ihtimalle önceden hazırlamış olduğu paramiliter güçleri olmamıştır. Ancak iktidara oturdukça ve iktidar hırsına büründükçe Erdoğan’ın da birçok diktatör gibi adım adım kendi vurucu gücünü oluşturduğunu da söylemeye gerek yoktur. SADAT adındaki örgütün Reis’in ordusu olduğu ve giderek yüz binlerle ifade edildiği bu gerçeği ifade etmektedir.
Ancak Erdoğan’ın en büyük mahareti herhalde başka paramiliter güçleri kendi denetimine ve hizmetine alarak kullanabilmesidir. Öyle ki onlarca farklı gurubu hem örgütlemek hem de harekete geçirmek muhtemelen sadece Erdoğan’a mahsus bir yetenektir.
Örneğin ÖSO dedikleri yapı muhtemelen bugün dünya da en büyük silahlı ve örgütlendirilmiş paramiliter güçtür. Resmi isimlerinin olduğuna bakılmasın. Meydana sürerken halklara nasıl terör estirdiklerini günlük olarak herkes bizatihi kendilerinin ekranlara yansıttıkları neme nem örgütler oldukları görülmektedir. Benzer bir şekilde birilerine yumruk atarak, birilerinin burnunu kırarak, birilerinin ayağına fişek sıkarak derken birileri tehdit ederek ve tabi birilerinin başını köprülerde keserek, boynuna ipi takıp arkasında sürükleyerek ya susturuldukları ya da kendi denetimlerine aldıkları da bilinmektedir.
Özcesi, Erdoğan tüm diktatörlere taş çıkartacak bir tarzda devasa paramiliter güçleri parmağı üzerinde oynatmaktadır. Selda Bağcan’ın bir türküsünde ifade ettiği gibi, zilleri takarak paramiliter güçleri oynatma bu yüz yılda herhalde en fazla Erdoğan’a mahsus bir yetenektir.
Ancak öyle görülüyor ki bu yetmemektedir. Erdoğan artık sadece Türkiye’de söz sahibi olmak istemiyor. Erdoğan artık uluslararası arenada da söz sahibi olmak, sözünün dinlenmesini istiyor. Nasıl ki yandaşları bugün Türkiye’de kusursuz bir şekilde Erdoğan’a biat ediyorlarsa, -ki biat kültürü tüm diktatör ve despotların çok beğendikleri ve özendikleri bir kültürdür- aynısını Erdoğan uluslararası sahada da beklemektedir. Dünyanın 5’ten büyük olduğu söylemi bu gerçeği ifade etmektedir. Dahası son zamanlarda sıklıkla dillendirdiği, resmi sınırlarla gönlümüzdeki sınırlar ayrı olduğu söylemi de aynısını ifade etmektedir. Resmi sınırlar diye tabir ettiği Türkiye’nin resmi 780 bin kilometre kare toprağı iken gönlündekiler ise Osmanlının en şatafatlı zamanlarının 22 milyon kilometre karesidir. Yakın zamanda yani şimdi hedeflediği ise Lozan öncesi Misak-i Milli sınırlarıdır ki bunlar da takriben 3 milyon kilometre karedir.
Çok ilginçtir ki tüm diktatörlerin başka ortak bir noktaları megaloman olmalarıdır. Kendilerini şişirdikleri gibi başkalarının da kendilerini şişirmelerini istemeleridir. Ve tabi ki hepsinin de expansiyonist yani yayılmacı olmalarıdır. Başka bir ifadeyle, başka topraklara göz dikmeleridir. Nasıl ki Hitler öncelikli olarak Ost Politik dediği Doğuya Açılımı kendisine esas alarak Rusya’ya saldırmış ise Musolini de hedef olarak seçtiği Afrika’dan başlamıştır. Japonların diktatörü ise Kore, Çin başta olmak üzere Uzak Doğu’nun tümüne göz koyarak harekete geçtiğini de tarih bize söylemektedir.
Erdoğan ise önce Lozan’ı ret ederek Misak-i Milli sınırlardan dikta rejimini paramiliter güçlerle başlatmıştır. Halbuki aynı Erdoğan zamanında Lozan’a çok sıcak bakmış hatta ”Lozan tapu senedimizdir” demişken daha sonra, “15 Temmuz, Türk milletinin 2. Kurtuluş Savaşı’dır. Birileri Lozan Anlaşması’nı zafer diye yutturmaya çalışıyor. O masaya oturanlar Lozan’ın hakkını veremediler” diyerek çark etmiştir. Dahası; “Bizi hâlâ Lozan’a hapsetmeye çalışıyorlar. Kimse kusura bakmasın! Bizim sözümüz var. 2023 hedeflerine ulaşmak için tüm şartları zorlayacağız” diyerek yakın hedefini açıktan ifade etmiştir.
Lakin esas hedefinin ise Erdoğan: ”Biz, 22 milyon kilometrekarelik dünya ölçeğinde toprağı görmüş devletin varisleriyiz, daha yeni, daha şurada 3 milyon kilometrekarelik topraklara sahiptik. Lozan ifadesini kullandığımda birileri rahatsız oldu, niye rahatsız oluyorsunuz. Lozan’da da 3 milyon kilometrekarede bir yerler tırmıklandı, 780 bin kilometrekareye düştük. Burnumuzun dibindeki yerler alındığında bununla iftihar edenler oldu. Bu nasıl oluyor ya, elindekini veriyorsun, hala başarılı çıktık diyorsunuz” diyerek Osmanlının zamanında sömürge altına aldığı toprakları hedeflediği ise tümden açıktır.
Erdoğan bunu başarır ya da başarmaz bunlar ayrı değerlendirmelerdir. Ancak şimdiden Suriye’nin birçok toprağına el koyduğunu, bununla yetinmeyeceğine Derazor’a kadar gideceklerini bizatihi Erdoğan söylemektedir. Dahası, Musul’u da hedeflediği ve Musul’un da sadece Musul kenti olmadığı, Musul’un; Hewler, Kerkük, Süleymaniye olduğunu ise bize tarih belirtmektedir.
Erdoğan’ın: “1914 yılında 2,5 milyon kilometrekare olan topraklarımızın büyüklüğü dokuz yılda Lozan’ı imzaladığımızda 780 bin kilometrekareye düşmüştü. Türkiye’yi 1923’ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık hafızayı bize unutturmaktır. 2016 yılında 1923’ün psikolojisiyle hareket edemeyiz. Cumhuriyetimizi kurduğumuzdan beri dünyada her şey değişirken, 1923’teki konumumuzu korumakla övünemeyiz. Cumhuriyetimizi hattı müdafaa anlayışıyla savunmaktan vazgeçmeliyiz. (…) Musul meselesini Musul’da çözmek mecburiyetindeyiz” sözleri sınırlarına Musul eyaletini de kattığı açıktır. Yani hedef sadece Rojava değil bu bağlamda PKK ve PYD değil hedef aynı zamanda Güney Kürdistan’dır da. Yarın yönünü Güney Kürdistan’a verdiğinde de PKK demesine kimse şaşmamalıdır.
Yine yarın –eğer engellenemezse -yönünü Kıbrıs’tan öteye yani Yunanistan’a çevirirse de kimse şaşmasın. Erdoğan’ın: ”Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş değiliz. Unutulmamalıdır ki cumhuriyeti kuran kadronun çok önemli bir bölümünün dahi doğduğu, büyüdüğü topraklar yeni devletimizin sınırları dışında kalmıştır. “Bugün biz Suriye, Irak, Kırım, Batı Trakya, Bosna deyince birileri sanki uzaydan gelmiş gibi yüzümüze bakıyor. Türkiye’nin Irak’la, Bosna’yla ilişkisi ne olabilir?’ diyorlar. Halbuki bu coğrafyalar bizim canımızın birer parçasıdır. Gaziantep’le Halep’i, Rize’yle Batum’u, Bursa’yla Üsküp’ü birbirinden farklı düşünmek mümkün mü?” sözleri Selanik’i de içine aldığı açık değil mi? Üsküp eğer Makedonya ise Makedonya’yı da hedeflediği açıktır. Buna Bosna’da dahildir. Şimdiden Bosna ile ne kadar sıkı fıkı oldukları açık iken, Oraya yönünü verirken de PKK yerine bu kez HPG derse şaşmamak gerekecektir.
Ve tabi Batum yani Gürcistan da hedeftir. Herhalde oraya göz diktiğinde HPG yerine bu kez YJA Star diyecektir. Kim bilir Erdoğan’dır hangi kartı ne zaman ve nasıl bir cambaz misali torbada çıkaracağı belli olmaz.
Peki tüm bunları Erdoğan nasıl yapacaktır? Ya da hangi güçle yapacaktır (?) sorusu önemli olmaktadır. Birileri gülüp geçebilir ancak diktatörlerin tarihlerine bakıldığında Erdoğan’ın söz ettiklerine gülüp geçmek yerine durup düşünmek daha yerinde bir eylem olduğunu biz Kürtler biliyoruz.
Erdoğan ismindeki diktatör en az 5 yıldır aralıksız olarak Kürtlere kan kusturmaktadır. Bodrumlarda katledilen insanların üzerine benzin dökerek yakılmasını biz biliyoruz. Mezarlarımızın havan ve toplarla parçalanmasını da biz biliyoruz. Ormanlarımıza her türlü yakıcı maddeyle yakılmasını da. Coğrafyamızın ekolojisiyle oynanmasını da bizler barajların özenle inşa edilmesinde biliyoruz. Ilısu barajıyla tarihi mirasımızın nasıl yok edildiğini de en bilen biziz. Ülkemizin demografyasıyla nasıl oynandığını en iyi biz biliriz. İster Kuzey Kürdistan’da isterse Rojava’da Erdoğan’ın bunu nasıl yaptığını da en iyi biz biliyoruz. Afrin’e hangi gerekçelerle saldırarak Afrin’ çeteler yuvası haline getirilmesini de biliyoruz. Şimdi ise Rojava’nın başka yerlerinde Gre Spi ve Serekani arasında çetelerin nasıl yuvalanacağını kestirmek zor değildir. Dahası günlük olarak Güneyde Erdoğan’ın bombardımanlarıyla ne kadar köyün boşatıldığını da en iyi biz biliyoruz. Ve tabi daha dün Güney Kürdistan referandumunda Güney Federal Hükümetine nasıl müdahale edildiğini, Irak’ın nasıl tahrik ederek başta Kerkük olmak üzere başka birçok yere saldırı için Irak’ı Erdoğan’ın tahrik ettiğini de biliyoruz.
Bunlar bizim bildiklerimiz. Erdoğan Misak-i Milli diyor, Erdoğan Selanik, Batum diyor, Erdoğan Osmanlının 22 milyon kilometre kare toprağından söz ediyor. Yine, Erdoğan; ”Musul meselesini Musul’da çözmek mecburiyetindeyiz” diyor. Peki buraları hangi yol ve yöntemlerle elde edeceğini acaba düşünüyor?
Hiç uzatmadan ve doğrudan belirtelim ki ABD’nin, Rusya’nın, BM’nin ve önceleri kimi Avrupa devletlerinin Erdoğan’ın güvenli olupta güvensizleştirerek Güvenlikli Bölge dediği bölgelerde DAİŞ ve benzeri paramiliter güçleri bu kez gizli yapma yerine açık ve aleni bir şekilde eğitip örgütleyerek, Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerine bu kez oluşturacağı bölgelerin resmi kimlikleriyle ihraç edeceği terör yapılarıyla yapacaktır. Bunlar Erdoğan’ın en etkili komplocu oyun araçları olarak şimdiden kısmen devrede olsalar da, ileri de tam takır devreye girdiğinde herkes daha fazla görecektir. Bunun için her seferinde Kürtlere yöneldiğinde hatta Avrupa’ya yöneldiğinde PKK’yi gerekçe göstermesi boş bir laftır. Buna sadece Avrupa ve Amerikalıların kanması değil kimi Kürt siyasetçilerinin de kanması ise üzücü, üzücü olduğu kadar da Erdoğan gerçekliğinden ne kadar uzak olduğunu göstermesi bakımından da trajiktir.
Uzatmadan; Erdoğan’ın DAİŞ ve benzeri paramiliter örgütlerle çelik çomak oynar gibi oynayarak, oluşturacağı Güvenlik Bölgelerde daha fazla DAİŞ ve ÖSO tipi çeteleri eğitip örgütleyeceği ve bunlarla dünyayı tehdit edeceği gibi halkları ve kültürleri de katletmeyeceğini kim söyleyebilir?
”Bizi Lozan’a hapsetmeye çalışıyorlar” sözleri başta olmak Erdoğan’ın sınır ve sınır ötesi sözlerine bir de bu gözle baktığımızda Güvenlikli Bölgedeki DAİŞ ve benzerlerinin halklara karşı nasıl kullanılacağı görülmüyor mü?
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi