HABER MERKEZİ
Dünyamızda tüm despotların, diktatörlerin ortak bir özelliği, sadece kendilerini sevmeleridir. Dolayısıyla, tek sesli olan ortamları sevmeleridir. Ortamlar çok sesli olurlarsa, olasıdır ki bir tek kendilerini sevenleri sevmeyenler de çıksın. Çok renklilik başka renklere de tahammüldür. Başka düşüncelere açık olmadır. Başka inançlara, siyasal görüşlere saygı ve açıklıktır.
Despotlar ve diktatörler çok renkliliğe bunun için tahammül edemezler. Ancak toplumlar ve yaşamın kendisi çok renklidir. Tek renkli olmayan ne bir toplum ne de bir yaşam vardır. Kaldı ki dünyanın neresine gidersek gidelim, onlarca farklı renk, farklı inanç, farklı halk, farklı düşünce yapıları aynı mekanda birlikte vardırlar ve insanlığın doğal gelişimi bunu kendisiyle birlikte getirmiştir. Dikkat edersek yaşam bu şekliyle renkli olduğundan, geçmişin devlet yapıları ağırlıklı olarak İmparatorluk tarzındadır. İmparatorluklar ise genelde çok renkliydiler. En sert ve baskıcı olan imparatorluklar ya da imparatorlar bile bir yere kadar bir çok renge yol vermişlerdir. Onlarca farklı renk birlikte yaşadığı gibi imparatorlukları da bu farklı renklilik üzerine kurulmuştur.
Ne var ki, ulus devletlerin oluşumuyla bu çok renkliliğin dibine dinamit konulmuştur. Ulus devletin kendisi tek renktir. Toplumu homojen haline getirmedir. ”Homojen toplum soykırımdan geçirilmiş toplumdur. Homojenleştirme ile toplum gerçek tarihinden kopartılır, ideolojik bir kurgulamayla tüm farklı kültürler yok edilir.” Çok renklilik üzerine oluşmuş toplum yapılarından tek renkli toplum yapılar oluşturma, ulus devletin tam da kendisidir. Güya daha fazla kazanç sağlamak için ulusal bir pazar hedeflenmiştir. Ulusal pazarı oluştura bilmek için torna ile yeni ulus yapılar hedeflenmiştir. Bu ise birçok rengin katledilmesi, bastırılması, ötekileştirilmesidir, soykırımdan geçirilmesidir.
Özcesi, ulus devletlerle kapitalist modernist güçler kendi sermayelerine daha fazla sermaye katmak için toplumun doğal yapısıyla oynayarak tek bir toplum yapısını oluşturmayı hedeflemişlerdir. Ve ne kadar toplumları tek renge indirebilmişler ise o kadar daha fazla kar elde etmişlerdir.
Tek renklilik elbette kolay kolay oluşturulamaz. Tek renkliliği oluşturabilmek için ideolojik güce, ideolojik güç yetmediğinde ise devletin vurucu gücüne tekleştirmek ihtiyaç duyulur.
Ulus devlette tüm renkler bir rengin hizmetine koşturulmaya çalışılır. Bunu yapabilmek için milliyet olgusu daha doğrusu milliyetçilik özel olarak tırmandırılır. Bir çok ulus devlette tek renkliliğin oluşturulmasında din ve mezhepler de etkili bir şekilde kullanılır. Elbette, tek yapının oluşturulmasında endüstriyalizmin icatları olan ölüm teknikleri başta olmak üzere, toplumları kontrol altına alacak her türlü teknik de kullanılır. Teknik toplumların gelişimi için onların hizmetine koşturulmaz, başka renkleri bastırarak kendi renklerine, inançlarına, siyasi görüşüne çekmek için kullanılır. Bilimin tüm argümanları ve verileri de bu tekleştirmenin hizmetine koşturulur, bunun için çok fazla özel tarih çalışmaları yapılır. Dil-Güneş gibi teoriler hep böyle olan aklın ürünleri olarak ortaya çıkartılır. Özelde pozitivizm bilimin ortaya çıkarttıkları sonuçlarla toplumlar adeta havanda dövülürcesine dövülerek farklı renkler renksizleştirilerek tek renk haline getirilmeye çalışılır. Dahası, 5000 yıllık iktidar ve devlet tarihinde ortaya çıkarttıkları köleleştirme yöntemlerinin tümünü uygulayarak toplum teslim alınmaya çalışılır. Devletin sömürüye ve köleliğe açtığı ilk yapı kadın olduğu için, kadına yönelerek ve erkeği yücelterek erkeksi bir yapı oluşturma da esas alınır. Dikkat edersek, tüm faşistlerin ortak bir özelliği toplumları karılaştırmalarıdır. Hitler’in toplumları karılar gibi yönetme söyleme buradan ileri gelir.
Onca çabaya rağmen yine de kapitalist modernist güçler istedikleri sonuçları her zaman istedikleri gibi elde edemezler. Bunun için cendereye aldıkları toplumlara kendilerinin bile inanmadıkları özellikler yüklerler. Devasa mitolojilerle ulus diye tabir ettikleri yapıları şişirdikçe şişirirler. Çok özel ve özgün olduklarına inandırılmaya çalışırlar. Öyle ki, oluşturdukları sözde milletin bir ferdinin bile dünyaya bedel olduklarına inandırılmak için inanılmaz düzeyde oyunlara başvururlar. Öyle ki, Milli Birlik vurgusu çok fazla öne çıkartılır. Sözde imtiyazsız bir toplum oluşturmak için bu milli birlik içerisinde yer alanların tümünün bir olduğu özellikle vurgulanır. Ulus devlet böyle olanların ortak devleti olur. Birilerinin emeğine el koyma aracı olan devlet, özelde de ulus devlet bu yaklaşımıyla en alta ezilenin, horlananın, fakirin, fukaranın derken nefes bile alamayanın sahte bir devleti de olur. Yani gurur duyacağı, başı dik olacağı derken onun için öleceği bir devleti. Böyle olan bir toplum doğalında artık adım adım mengeneye alınmıştır.
Bu hale getirilen bir toplum artık önemli oranda kendisi olmaktan çıkmış, başkasına göre olan bir toplum haline getirilmiştir. Ve sahte inşanın artık tamamlanmasına ramak kalmıştır. Böyle toplumlarda akıl yerine duygular çok fazla öndedir. Akıl ötelendiği için duyguları manipüle edilmeye açık olan böyle bir toplum, önemli oranda yönlendirilmeye açık bir toplumdur. Yönlendirmeye açık olan böyle bir toplum özü itibariyle sürü haline getirilmiş bir toplumdur. Sürü haline getirilmiş toplumlar doğalında kendilerinin güdülmesi için bir çobana ihtiyaç duyarlar. Ve bu çoban eğer duyguları önemli oranda manipüle edilmiş böyle bir topluma iyi hitap ederse, artık yuvarlanan tencere misali kapağını da bulmuş demektir.
Sürü toplumu büyük değerlendirmelere ihtiyaç duymadan güdüle bilen bir toplum olduğu için, çoban haline gelen despot ya da diktatör en basit, anlaşılır, dolaysız, çoğu zaman hamaset içerikli sözler, konuşmalar ve imgelerle harekete geçirebilir.
Bir toplumu, -özelde de sürü haline getirilmiş bir toplumu- bir el hareket ile, bir söz ile en fazla etkileyen kişi olarak Hitler biliniyor. Hitler’in propaganda desturu ise; sürekli peş peşe, en basit, herkesin anlayabileceği hususları tekrar tekrar dile getirmesiydi. Ben milletim, benim halkın sözleri sürü haline getirilmiş olanları hareket ettirmeye yeter de artar da.
Yine boşuna zamanında Hitler’in en önde gelen propagandisti olan Goebells, Hitler’e karşı olanlara karşı ise yöntem olarak: ”Söylediğin yalan ne kadar büyük olursa, o kadar çok kişi inanır. Yalanı, daha büyük bir yalanla kapat. Sen suçla, o temizlemeye çalışsın” dememiştir.
Hitler ve Goebells’in propaganda yöntemlerini Erdoğan’ın söz ve yöntemleriyle bir araya getirdiğimizde çok ileri düzeyde benzeştikleri hatta Erdoğan’ın giderek Hitler ve Goebells’i aştığı belirtmemiz bundandır.
Hitler alman toplumunu sürü haline getirerek 6 milyon Yahudi’yi katledebilmiştir. Dünyaya savaş açarak milyonlarcasını ölüme götürmüştür. Halkların başına büyük belalar açarak milyonlarca almanın da ölümüne yol açmıştır.
Unutmayalım ki, ”Her ulus-devlet bir karşıdevrimdir; kapitalizmin, burjuvazinin ve ortaklarının diktasıdır, faşizmidir.”
Faşist yapıların tümü de ifade ettiğimiz gibi Sürü Toplumuna dayanır. Önce sürüleşmeye karşı durmalı ki, faşizmin zemini kurutulabilsin.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi