HABER MERKEZİ
Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok sahası kaynıyor. Temel neden ise bir havuç çapulcunun soygunculuğudur. Birileri her gün biraz daha fazla göbeğini şişirirken birileri de var olan birkaç gramlık yağını da açlıktan eriterek adım adım bir iskelete dönüşüyor.
Hırsızlık, soygun ve talan kültürü yüz yılımızın bir karakteri olarak giderek daha fazla açığa çıkıyor. Kapitalist modernist kültürün varacağı yer sonuç itibariyle, finans kapitaldir. Finans kapital ise paradan para kazanmaktır. Hiçbir emek sarf etmeden, gece gündüz çalışan emekçinin emeğinin büyük bir vurgunla çalınmasıdır.
Kapitalizmin var olabilmesi için sömürülecek pazarın olması gerekiyor. Ancak kapitalizm büyük bir canavar gibi sömürecek bir yer bir coğrafya bırakmadığı için, artık hırsızlığı daha açık bir şekilde, yanı başında duran her emekçinin biriktirdiği en küçük değerine de el atarak yapmaktadır. Özcesi, yaşanan bir tükeniştir. ”İdeolojik olarak topluma ve doğaya hükmetmek amacıyla oluşturduğu bilim dünyası, politikanın inkârı pahasına oluşturduğu ulus-devletler dünyası, toplumu ve çevreyi yutan azami kâr ve endüstriyalizm dünyası ile gelinen aşama toplumun, bireyin ve çevrenin bir bütün olarak tükenişi veya iflasıdır.”
Böyle bir sistem Kırk Haremilerin hırsızlıklarından on kat daha tehlikeli bir hırsızlık sistemidir.” Sanal rakamlar veya kâğıt parçalarıyla oynayıp bir günde trilyon Dolara varan kazanç elde etmesi, belirtildiği gibi bu sistemin ‘Kırk Haramiler’inkinden kırk kat daha beter bir hırsızlık, haramlık ve barbarlık sistemi olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.”
Hırsızlık ve talan son noktaya ulaşmıştır. Bu sistem ise sadece ve sadece kar üzerine var olabileceği için son tahlilde bunalımlı bir sistemdir. Kapitalizm ise bu bunalımlı sistemin süreklilik kazanmış halidir.
” Son beş yüzyıllık hükümranlığı yol açtığı imha ve soykırım savaşlarıyla, korkunç sömürge talanlarıyla, emek sömürüsüyle, çevre yıkımıyla, sonuçta birey ve toplumu tüketişiyle ana özelliklerini fazlasıyla sergilemiştir. Sadece son yüz yıllık savaşların bilançosunun bütün insanlık tarihindeki savaş bilançolarından katbekat daha fazla olduğunu göz önüne getirdiğimizde, sistemin sadece bunalımlı karakterini değil, insan toplumu ve çevresi için kanserojen özellikler taşıdığını da rahatlıkla ileri sürebiliriz. Kendi ana merkezlerinde ve küresel odaklarında bu nitelikleri çoktan açığa çıkmış sistemin insanlığın tarihsel kültür merkezi olan Ortadoğu’da işinin çok zor olması anlaşılır bir husustur.”
Bu sistemin Ortadoğu gibi kültürel değerleri çok yüksek olduğu bir yerde ise daha fazla bunalım demek olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Böyle bir sistemin ayakta kalabilmesi için yapması gerekli olan hırsızlıktır. Hırsızlık artık sadece vergiler üzerinde yürümemektedir. Hırsızlık bir ülkenin her türlü değerine el atılarak yapılan hırsızlıktır. Bir ülkenin her emekçisinin cebine uzanarak yapılan bir hırsızlıktır. Ve bu hırsızlık adım adım sürdürülemez bir hal almaya doğru gitmektedir.
İşte bugün dünyanın birçok yerinde halkların bu kötü gidişe daha doğrusu kaosa dur diyerek ayağa kalkışları, olup biteni az ya da çok fark edişlerindendir. Onurunu koruyan, ya da az biraz onur sahibi olan insanlık kapitalist finans çağının bu çapulcu ekonomik talanına boyun eğmez, boyun eğmeyeceği gibi, ”Ben de varım” diyerek meydanlara dökülür. Şimdi meydanlara döküldüğü gibi.
Dikkat edilirse zamanında Arap Baharı’nın fitilini çakan Tunuslu üniversiteli Genç Muhammed ekmeğe yapılan zamdan dolayı bedenini ateşe vermişti. Yine Afrika’nın birçok ülkesinde ekmeğe yapılan zamlardan dolayı insanlar meydana çıkmışlardır. İran’da bugün benzine yapılan zamdan dolayı yüz binlercesi meydanlarda haykırıyor. Irak yolsuzluk ve yoksulluktan dolayı meydanları terk etmiyor. Fransa’da Sarı Yeleklilerin haykırışı son tahlilde, finans kapitalin hırsızlığına karşı bir başkaldırıdır. Şili ise ayrı bir renk olarak ayakta ve meydanları terk etmiyor. Hem de temel slogan olarak; BİZ AÇ İSEK SİZE DE HUZUR yok diye.
Çok ilginçtir ki, dünyanın birçok sahası meydanlara çıkararak haykırması yaşadıkları kapitalist rejimlerin hırsızlıklarına karşı gelişmektedir. Az biraz zam yapıldığında yer yerinde oynamaktadır. Beğenilmeyen Afrika’nın birçok ülkesinde insanlar birçok kez Ekmeğe yapılan zamma karşı meydanları doldurmuşlardır.
Ne var ki, Türkiye gibi sözde çağ atladıklarını söyleyen bir ülkede, günlük olarak zamlar vardır. Benzin zammı, ekmek zammı, sebze zammı, soğan zammı derken her şeye zam üstüne zam yapılmakta ancak Türk halkından tek bir tık ise çıkmamaktadır. Yine emekçilerin emeklerine el konulmaktadır. Zam yapılması gerekli olan maaşlar aynı kalmakta, hatta sözde emekçileri savunması gereken Sendikalar daha doğrusu Sarı Sendikalar hırsız olanların yanında açıkta yer almakta ancak Türk halkından yine tek tık ses çıkmamaktadır.
Burjuvazinin milliyetçilikle şişirdiği, BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR dediği Türk, boğazı açlıktan kokmasına rağmen ses ve seda çıkmamaktadır. Verilere göre 7 milyon insan işsiz. 1,5 milyon üniversite mezunu gencin işsiz olduğunu kendileri dile getiriyorlar. Hem de herkese iş bulacak bir görevleri yoktur diye. Bunlar kayıtlı olupta işsiz olan insanlardır. Buna bir de köylerde yaşayıpta hiçbir zaman devletin bir işinde çalışmayanları da katarsak bu sayı çok ötelere taşınır. Yine açlık sınırı, yoksulluk sınırı giderek tırmanmaktadır. Türk halkı artık nefes alamaz düzeye doğru ilerlemektedir. Türk halkı demişken, Türkiye’de yaşayan halklar da anlaşılabilir.
Özcesi, kapitalizmin finans çağında çapulcular her türlü hırsızlığı geliştirerek her emekçiyi dilendirici haline getirirken, emekçiden, sanatçıdan, aydınından, sendikalısından, kadınından, öğrencisinden, derken toplumun her bir ferdinden çıkmaması, dünyanın belki de en acıklı durumudur.
Dünyanın herhangi bir yerinde ekmeğe yapılan, benzine yapılan küçük bir zamdan tüm meydanları inletirken, neden Türkiye’de yaşamın tümü zam haline gelmiş iken, tek bir tık çıkmaz?
Cevabı net ve açıktır, Ulus Devlet denilen tekleştiren ve insanlık karşıtı ideolojinin milliyetçilikle, dincilikle, cinsiyetçilikle Sürü Toplumu haline getirdiği toplumsal gerçekliktir.
Sürü Toplum diye bir kavram vardır. Sürüler özelde de koyun sürülerinin önünde ve arkasında bir çoban bulunur. Birisi hey der diğeri ise eee hey diyerek sürüyü yürütür. Ve sürünün önündeki nereye doğru uzanırsa, sürü oraya uzanır. Öyle ki sürünün önündeki uçurumda kendisini atarsa, sürünün geri kalanı da tek tek kendilerini uçurumdan atarlar. Hem de, ”hele durun bir yanlışlık var” demeden, bunu yaparlar.
Bir an evvel durup etrafımıza bakalım, bugün Türkiye’de günlük olarak Yerli ve Milli diye diye cebini dolduranlar kimlerdir?
Bir mermi kaç soğan eder diyerek, halkın rızkını savaşa yatıranlar kimlerdir?
Kim aç ve kim 1000 odalık Saraylarda keyif çatmaktadır?
Kim ya da kimler günlük olarak enseleri kalınlaşırken, kimlerin nefesi giderek açlıktan kokmaktadır?
Kim tok ve zengin oluyor ve kimler akşam evine bir kilo ekmek götüremiyor?
Evet, bunun için diyoruz ki, bir an evvel bu faşist milliyetçi ideolojinin Sürüleştirilme politikalarına karşı durma temelinde, aynen Şili’de meydana inen yüz binlerce başta kadın olmak üzere halk toplulukları gibi; BİZ AÇ İSEK SİZE DE HUZUR YOK diyerek meydanlara inme zamanıdır.
Kasım Engin
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi