HABER MERKEZİ
Dünya hegemon güçleri kendi elleriyle terör ihraç edecek bir merkezi, dönemsel kimi çıkarları için inşa edilmesine göz yumuyorlar. Şimdilik oluşturulan terör ihraç merkezinin hedefinde esasında Kürtlerin olduğu doğrudur.
Ancak insanlık tarihinde biliyoruz ki, böylesine insanlık düşmanı güçlere göz yumanlar eninde sonunda, kendi başlarına da belalar getirmişlerdir. Buna en iyi örnek İtaat-i Terakkicilerdir. İtaat-i Terakkicilerin önceleri İngiliz, kendilerince Osmanlılardan taviz koparmak için desteklemiş ancak İtaat-i Terakkiciler istediklerini alamayınca hızla tüm Osmanlıya hâkim olmak için Almanlara yanaşmış, daha doğrusu Almanlar Ortadoğu’da etkili olmak için İngilizler ile İtaat-i Terakkicilerin bu var olan çelişkilerinden yararlanarak İtaat-i Terakkicilere arka çıkmışlardır.
İnsanlık dışı ırkçı, faşist güç ile içine basit çıkarlar temelinde girilen ilişki milyonlarca insanın katledilmesi ve bazı halkların ise neredeyse yok edilmesini beraberinde getirmiştir.
Daha vahim bir örnek ise Nazilere hegemon güçlerin gösterdikleri müsamahadır. Hitler’i güya kendi emperyal çıkarlarını savunmak için destekleyerek, dürtükleyerek Sosyalist Sovyet Cumhuriyet’in üzerine sürmeyi düşünmüşler. Nitekim bunun için yüzbinlerce Çingen’in katledilmesine, yüz binlerce sosyalistin tutuklanmasına, milyonlarca Yahudi’nin sürülmesine, evlerinin işaretlenmesine ve hatta Avusturya’nın işgaline göz yummuşlardır. Hitler’in hak talep ettiği Çekoslovakya’ya bağlı Südet bölgesini ise, Hitler ile anlaşarak Hitler’e peşkeş çekmişlerdir.
Hatırlayalım, Hitler’in saldırgan politikalarına birçok ikili görüşmede evet denilmese de, hayır da denilmemiştir. Ancak 29 Eylül 1938 yılında gerçekleştirilen Münih Antlaşması ile resmi bir şekilde Hitler’in Çekoslovakya’nın Südet bölgesinin-Alman olduklarını gerekçe göstererek- hak iddia etmesini onaylamışlardır. Onaylayanlar ve bu antlaşmaya imza atanlar ise dönemin hegemon güçleri Birleşik Krallığı ve Fransa’dır. Benzer bir politikayı izleyen faşist Mussolini’nin İtalya’sının kendi saldırgan emelleri için destekleyeceği ise açıktır. Bir ülkenin toprakları işgal edildiği halde, aynı ülkenin hiçbir temsilcisi Çekoslovakya’nın parçalanma antlaşmasında yoktur. Söz hakkı bile verilmemiştir.
İfade edildiği gibi güya Südetler’de Almanlar yaşıyordu, Almanca konuşuyorlardı. Ve güya o topraklarda geçmişte Almanya’ya bağlı topraklardı. Ve güya bu hak Almanlara Versay Antlaşmasıyla verilmişti. Ancak birinci dünya savaşında Almanya İmparatorluğu savaşı kaybedince kurulan Südetler yeni kurulan Çekoslovakya sınırları içerisinde kalmıştı.
Hitler iktidara gelmeden önce çete örgütleri örgütlese de, en büyük ve düzenli çete örgütlerini iktidara gelir gelmez, devasa hale getirmiştir. Önceleri politikalarını silah zoruyla SA ve SS ile silah pratikleştirirken, SS’ler güçlenip Hitler’e tümden itaat etmeyecekleri görülünce 1934 yılının 30 Haziran’ı 1 Temmuz’a bağlayan gecede ile yaşadıkları sorunlarla birlikte 1934 yılında 85 önde gelen SS subayını katletmiştir. Tarihe Uzun Bıçaklar Gecesi diye geçen bu olay ile Hitler yaptıklarında ve yapacaklarında daha fazla tek ses haline gelerek, onu daha fazla orduya hâkim olmasını sağlamıştır. Nitekim adım adım silah sanayine de yüklenerek büyük bir güç haline gelen Hitler, yukarıda ifade ettiğimiz gibi önce Avusturya’ya saldırarak işgal etmiş, ardından ise Südet bölgesine dönük hak iddia etmiştir.
Çekler dünyaya seslerini duyurmak isteseler de, karşılarında devasa askeri bir güce erişmiş bir Hitler söz konusu olduğu için, umutlarını hegemon güçlere bırakmışlardı. Hegemon güçler ise, -bunlara Sovyetler de dahildir- çözümü faşist Hitler ile anlaşmada bulmuşlardı. Hitler’in vereceği zararları sınırlı tutmak için bu güçlerin bulduğu en iyi yol, Hitler ile anlaşmaktı. 10 Mart 1938 yılında Avusturya’yı işgal eden Hitler’in Çekoslovakya’da yaşayan Südetlere ilişkin hak iddialarını ise Münih antlaşmasıyla kabul ederek güya Hitler sürekli verdiği barış mesajlarına da dayanarak onu sınırlandıracaklardı.
Nitekim Münih antlaşması sonrası 10 ekimden itibaren Südetlerin kontrolü resmi olarak Hitler’e verilmişti. Bunları yaparken de Hitler ile zamanının İngiliz başbakanı arasında barış yoluyla sorunların çözümü için anlaşmalar yapılmıştı. Ancak biliyoruz ki henüz Mart 1939 yılında Hitler’in Bohemya ve Moravya’yı işgali ile İngiliz başbakanı yanılmıştı.
Benzer anlaşmaları Fransa’da Hitler ile gerçekleşmiştir. Eksik olan Sovyetler yani Rusya’ydı, onlar da Stalin öncülüğünde 1939 yılında Hitler ile Molotov-Ribbentrop Paktı ile Hitler ile bir saldırmazlık antlaşması imzalamayarak, Hitler’in tüm saldırılarına meşru bir kılıf giydirmiş oldular.
Dikkat edilirse, biz Hitler’den söz ediyoruz ancak yukarıda anlattıklarımızın aynısı, harfiyen Kuzey Doğu Suriye’de gerçekleşenlerdir. Bir faşisti yumuşatmak için Cerablus verildi, Bab verildi, İdlib verildi daha sonra ise Afrin verildi. Bir faşist gibi buralarda Misak-i Milli diyerek aynen Hitler gibi hak iddia ediyor. Nitekim bu hak iddia etmekten, biraz da faşizanca saldırganlığını güya yumuşatmak için en son Grespi ve Serikani ile 120 km’lik bir uzunluk ile 32 km’lik bir derinlik faşist Erdoğan’a bırakılmıştır. 32 km’ye kadar inilmemiş olsa da, ağırlıklı olarak birçok bölgede 10 km derinliğe inilmiştir.
Saldıran Erdoğan’ın faşist devleti olsa da, Kuzey Doğu Suriye güçlerinden ateşkesi kabul edilmesi istenmiş, aksi taktirde faşiste karışmayacaklarını açıktan söyleyerek, Erdoğan ile işgali meşrulaştıran antlaşmaları hem Amerika gerçekleştirmiş hem de Rusya gerçekleştirmiştir. Dahası Kuzey Kürdistan’da her gün onlarca insan içeri atılmakta ve halkın seçimle işbaşına getirdiği belediyelere ise el konulmaktadır. Onlarca faşizan uygulamaya rağmen hegemonlardan ve dünyanın etkili güçlerinden tek bir ses ve tek bir tık yoktur.
Özcesi, aynen Münih antlaşması gibi bir antlaşmayla nasıl ki Hitler’in saldırganlığı taviz verilerek ödüllendirilmiş ise, Erdoğan’a da aynısı yapılarak, Erdoğan’ın duracağı hesaplanmıştır. Tam tersine saldırılar tam iki aydır aralıksız bir şekilde sürmektedir.
Ancak biliyoruz ki, bu olmamıştır. Bir faşisti, terör ihraç eden sistemi bazı tavizlerle durdurmak mümkün değildir. Bu terör ihraç eden güç her gün 24 saat Barış Çağrıları yapsa da, bu böyledir. Bilelim ki, tüm faşistler, tüm diktatörler her zaman Barış söylemini başka bir yere ön hazırlık için hep kullanmışlardır.
Yeniden belirtelim ki faşistlerle barış antlaşmaları imzalanmaz. İnsanlık düşmanı saldırgan faşist devletlerle antlaşmalar imzalanmaz. Onlara vekil olunmaz. Kaldı ki Erdoğan işgal ettiği bu coğrafyalarda çeteler yetiştirecektir. DAİŞ’ten on kat daha tehlikeli intihar bombacıları yetiştirecektir.
Özcesi; Erdoğan bu İhvancı ve DAİŞ’çileri İlk önce, bunları Misak-i Milli diye tabir ettiği yerlere sevk edecektir, yani önce Kürtlere saldırtacaktır. Ardından Osmanlının geçmişte işgal ettikleri yerlere sürecektir. Ardından ise, Erdoğan işgal ettiği bu coğrafyada dünyada teslim almak istediği ya da uzlaşmaya zorlamak istediği güçleri, burada yetiştireceği çetelerin eliyle, elini soğuk sudan sıcak suya koymadan teslim almayı hedefleyecektir.
Bunları bilerek; hegemon güçler yine etkili olduklarını düşünen güçler, Türkiye’ye komşu olan; İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve tabi bölgenin etkili güçleri olan Mısır ve Suudi’nin de Erdoğan ile ilişkiye geçerek saldırılarını meşrulaştırırken, dünyayı nasıl büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bıraktıklarını iyi bilmelidir.
Söz konusu Erdoğan olduğunda; ”Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözü boş bir söz olduğu kadar, herkes için tehlikeli bir sözdür!
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi