HABER MERKEZİ
Kod Adı: Yaser Adı Soyadı: Ali Ekber Kanlıbaş
Doğum Yeri ve Tarihi: Meletî-Wêranşar(Doğanşehir)- Qaşan(Topraktepe)- 1967
Mücadeleye Katılım Tarihi: 1990
Kaldığı Alanlar: Mahsum Korkmaz Akademisi, Güneybatı Bölgesi
Şehadet Tarihi ve Yeri: 9 Ocak 1996- Koçgîrî (Sêwaz)
Yaser Yoldaş, etkileyici ve çekim merkezi olabilen bir kişiliğe sahipti. Devrimci mücadeleyle tanışmadan önce de bulunduğu her ortamda enerjisi ve karakteriyle kendini görünür kılardı. Bunun için çok çaba sarf etmesine gerek kalmazdı. Zaten doğası gereği öyleydi. Aklı ve duyguları bulunduğu çevreye göre farklıydı; dünyaya, olaylara, kişilere, olgulara, topluma, sorunlara farklı bir pencereden bakardı. Ve düşündüğü gibi yaşardı. İlkelerinden asla taviz vermezdi. Yaşama katılımı ve emeğe yaklaşımı düşünceleriyle bağlaşıktı. Çevresinde olup bitenlere duyarsız kalmazdı. Olanlara karşı bir tutum sahibiydi. Yaşamda en değerli bulduğu şey emekti. Emeğe yaklaşım onun için bir kırmızıçizgi ve değerlendirme ölçüsüydü. En nefret ettiği kişilik, kendini emeksiz halde yaşatan kişilerdi. Emeğe yaklaşım derecesi onda, adalet duygusunu derin yaşamasına sebepti. Yaşamdaki en büyük kavgası da adalet duygusundaki zayıflıklara karşı olurdu. Emeksizliğe karşı müthiş öfke duyardı, emeksiz olan insan onun için en zayıf, zavallı ve son sevilecek insandı. Bu yüzden de ilişkilerinde ölçüleri vardı ve seçiciydi. Seçici olmasına karşılık toplumsal yönü gelişkindi. Toplumu kategorize etmezdi.
Ailesi 1972 yılında ekonomik nedenlerden dolayı Almanya’ya taşındı. Yaser o zamanlar beş yaşındaydı. Almanya yaşamı çok uzun sürmedi. Sadece iki yıl kaldı. Bu kadar kısa kalmasında annesinin rolü vardı. Annenin yurt ve toprak özlemi ağır basmış, yabancısı olduğu bir ülkede yaşamayı reddetmiş ve babaya rağmen çocuklarını alıp köyüne geri dönmüştü.
Yaser arkadaş, İlkokula köyde başladı. Daha sonra ailevi nedenlerden dolayı ailesiyle birlikte İzmir’e taşındılar. Ortaokulu ve lise ikincı sınıfı İzmir’de okudu. Ancak aile İzmir’de de uzun süre kalmadı. Anneye rağmen, onun rızası olmadan, babanın isteğiyle yapılan bu ikinci göç olayı, yine annenin inisiyatifiyle kısa sürdü ve yeniden köye, yurda dönüş yaşandı. Yaser birçok özelliğinde olduğu gibi, bu yönüyle de annesine benziyordu. Annede, toprağına, evine, köyüne bağlılık çok köklüydü. Babada ise tam tersi sürekli toprağından bir kaçış isteği vardı. Bu da, babanın kendi yaşam trajedisiyle ilgili bir durumdu. Babaya kalsa tüm tarlalar satılır, şehre gidilir ve orada yaşanırdı ama anne için toprak namus, ev de ocak olduğu için terk edilmemeliydi. Annenin bu felsefesi tüm çocuklarını etkilediği gibi, Yaser’in kişiliğinde de etkili olmuştu.
Yaser, lise sona kadar öğrenimine İzmir’de devam etti. Ablasının üniversiteyi kazanması üzerine, Giresun’a ablasıyla birlikte giderek liseyi orada bitirdi. Göçebe okul hayatına rağmen derslerinde oldukça başarılıydı. Yaz tatillerinde köye gelirdi. Adalet duygusunu köydeki yaşam gerçeğinden almıştı. Yaşamak için, geçim için, okumak için çalışmak gerekiyordu ve bu onun için bir zorunluluktan ziyade gönüllü bir eylem, bir yaşam biçimiydi. Aile bir bütünse, kollektif bir katılım olması gerekiyordu. Evde emekten bir kaçış varsa, bu onun için çatışma ve eleştiri konusuydu. Herkes gücü oranında kendini katmak zorundaydı. Biri çalışıp diğeri yememeliydi. Bu onun gözünde asalakça bir yaşamdı. Aile fertleri içinde yaş olarak küçük olmasına rağmen bu davranış ve yaklaşımıyla birçok kişinin beğenisini kazanabilmiştir.
Toplumla kurduğu ilişki ise sorgulayıcıydı. Neden, niçin, kim, nasıl soruları onda bir düşünüş biçimiydi. Bu düşünüş ve sorgulama biçimi, dışa dönük, sesli düşünen ve bunu yansıtan bir biçimde olmazdı. Sorgulaması daha çok içsel olurdu. Sessiz ve düşünceli duruşunun altında fırtınalar eserdi. Ancak, çok yakından tanıyanlar bunu anlayabilirdi. Konuşmayı çok seven biri değildi. Ona göre sözün yeri, zamanı vardı. Konuştuğu zaman da sadece düşünce belirtmezdi. Sorgulatır ve düşündürürdü. Verili gelenekleri de sorgular ve yanlışlar karşısında kendi tarz ve tutumunu sergilemekten kaçınmazdı.
Toplumsal gerçeklik ve mücadeleyle tanışma dönemi
Yaser arkadaş, çocukluk yaşlarından itibaren toplumsal gerçeklik ve siyasi atmosfer içinde büyürken, zamanla sol mücadele içinde yer aldı. 1988-89’lara kadar Kürt ve Kürdistan gerçekliğiyle tanışmamıştı. Kürt olduğunu bilmekteydi ancak bu onu ulusal bir bilince ulaştırmaktan uzaktı. Doğup büyüdüğü bölgenin gerçekliği farklıydı. Devlet tarafından her türlü asimilasyon, Türkleştirme politikalarının uygulandığı bir bölgeydi. Türkiye ile sınır bölgesinde olması bir dezavantajdı. Kürdistan’ın diğer bölgelerine nazaran kapitalizm ekonomisiyle, eğitim sistemiyle, devlet bürokrasisiyle ve yaşam biçimiyle çok daha erken ve kolay bir biçimde bu bölgeye girmişti. TC devletinin Alevi politikasıyla birlikte bölgedeki Kürt halkı, Kürt ve Kürdistan kimliğine yabancılaştırılmış, sadece kemalist bakış açısıyla Alevi kimliğine tutunmaya çalışmışlardı. Bu yüzden o bölgedeki halka sorulduğunda “Biz Kürt değiliz, Aleviyiz” diye cevap vermeleri bu politikanın sonucuydu. Devlet, tüm bu politikalarını Kürdistan’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi kaba red ve şiddet yoluyla uygulamıyordu, daha ziyade ince bir politikayla yürütüyordu. Kürt dili, kültürü ve değerleri küçümsenmiş, egemen ulus anlayışı hakim kılınmaya çalışılmıştı. Devlet nasıl ki Kürtlüğe dair her şeyi gömmeye çalışmışsa, Türkiye’nin kimi sol hareketleri de sosyalizm adına farklılıkları, tarihsel değerleri, toplumsal ahlak ve kültürleri, gelenek ve inançları gerilik adına reddediyordu. O nedenle 90’lı yıllara kadar bölge halkının devletle çok derin çelişkileri ve çatışmaları yoktu. Tam tersine sistemin eğitimine daha çok asılmışlar, bürokraside ve devlet kurumlarında yoğunca yer almışlardır. Bu durum daha çok sisteme entegre olmalarına neden olmuştur.
Lise dönemine geldiğinde tercihini sol mücadeleden yana yaptı. Özellikle Giresun’da ablasından kaynaklı üniversite ortamıyla olan ilişkisi, sol mücadele ile tanışmasını hızlandırmıştı. 1987’de liseyi bitirdi ve 1988 yılında İzmir’de üniversiteyi kazandı. Üniversite ortamında Kürt, Kürtlük, yurtseverlik, ulusal mücadele, PKK kavramlarını duymaya ve onlarla tanışmaya başladı. Üniversitedeki örgütlü Kürt öğrencilerle tanıştı. PKK, örgüt yayınlarını okumaya başladı. Kısa sürede üniversite faaliyetlerinde yer aldı. İlk oluşan grupla İzmir’de kiraladıkları bir evi eğitim faaliyeti için değerlendirdiler. Grup içinde GAP eyaletinde şehit düşen Ferhat Uzun-Reşo arkadaş da vardı. Her ikisi bu çalışmalarda öncülük düzeyinde görev aldılar. Yurtsever gençlik hareketinin üniversite içerisinde geliştirilmesi amacıyla bildiri dağıtma ve toplantılarla propaganda çalışmaları yapıyorlardı. Oldukça etkiledikleri ve kazandıkları güçlü bir kitle oluşmuştu. Grup içinde bir taraftan gerilla katılımlarını netleştirirken yine okul içinde aktif çalışmaları yapacak kadroları eğitiyorlardı.
Özgürlük fikrini köye taşıdı
Yaser Yoldaş üniversitede Partiyle tanışarak sadece kendini örgütlemekle yetinmedi. Ulusal kurtuluş mücadele fikrini köyüne taşıdı. Kürt Özgürlük Hareketi ve gerillası, 1984’te atılan ilk kurşunla birlikte büyümeye ve yayılmaya başlamıştı. Ancak 1990’lı yıllara kadar genelde güneybatı özelde de Meletî (Malatya) bölgesinde etkin olamamıştı. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Meletî bölgesinde 90’lı yıllardan sonra yükselmeye başlamıştı. Qaşan(Topraktepe) köyünde de ilk Parti örgütlemesini yapan, gençleri örgütleyen, katılım için grup hazırlayan Yaser arkadaş oldu. Örgütlenme için yaptığı ilk iş, bir grup arkadaşına öncülük yaparak, köyde ilk çekirdek kadroyu oluşturmak oldu. Bütün çalışmalarını bu grupla yapmaya başladı. Grubun sayısı beş-altı kişiydi. Çoğu üniversite öğrencisiydi. 1980’den sonra köyde ilk defa devrim adına, sosyalizm adına, devrimcilik adına yeniden bir umut doğuyordu. Köyün sol ve mücadele adına bir geçmişi olduğu için devlet nezdinde bilinen bir yerdi. Ancak 80 askeri darbesi sonrasında solun yenilgisi ve umutsuzluk köye de yansımıştı. Yaprağın kımıldamadığı, hatta devletin bile unutmaya yüz tuttuğu isyancı bir köyde yeniden mücadelenin fitilini ateşlemek kolay olmasa gerekti. Bu yüzden grup, çalışmalarını gizlilikle yürütmek zorundaydılar. Köyün bağ ve bahçelerinde, gözlerden uzak eğitim çalışmaları yürüttüler. İlk okudukları arasında ‘Sosyalizmin Alfabesi’, ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ gibi sol içerikli kitaplar vardı. İlk Serxwebûn dergisini köye ve gruba okutan yine Yaser arkadaş olmuştu. Bununla grubun kimliği ve yurtseverliği yeni bir aşamaya geçti. Birçok genç Parti yayınlarını ilk gördüklerinde şaşkınlık ve sevinci bir arada yaşıyorlardı. Grup, bir taraftan yayınları, bildirileri okuyor, dağıtıyor, diğer taraftan da köy gençliğini örgütlüyorlardı. Grup, kendisine bir matbaa bile yapmıştı. Bu yolla yazım ve dağıtım işlerini de gizlilik temelinde yapabiliyorlardı. Grubun hedefi, köyde kalıcı ve süreklileşecek bir örgütlenme yaratmaktı. İkincisi amaçları ise, katılım sayısını olabildiğince yükseltmek ve bu temelde gençleri hazırlamaktı. Ancak çalışma erken doğum yapmak zorunda kaldı. Çünkü; erken deşifre olmuşlardı. Devlet eski ‘isyankâr’ köyü boş bırakmamıştı. Sistem politikalarını inceden inceye büyütmüştü. Devlet bu süre zarfında Botan’da, Amed’de halka zulmederken Meletî ve çevresine dokunmuyor ancak halkı ince bir politikayla sistemiçileştiriyor, kendine bağlıyor, ajanlaştırıyordu. Heval Yaser ve arkadaşları planladıkları vakitten önce katılım yapmak zorunda kaldılar. Gruptan ilk katılımı yapan Yaser arkadaşın halasının oğlu Servet Karabay-Azad oldu. (Azad arkadaş Fırat üniversitesinden katılım yapmıştı.) Azad arkadaş, katılımından bir ay sonra Xolxol(Yayladere) bölgesinde şehit düştü. Yaşanan tüm aksiliklere rağmen Yaser arkadaş dahil ilk gruptan dört kişi katılım yaptılar.
Meletî’ye gerilla olarak döndü
Heval Yaser’in çıkışı kardeşlerinden ziyade, anne ve babasının üzerinde büyük etki yaratmıştı. Anne daha güçlü durmaya çalışırken, baba daha duygusal ve tepkisel ele aldı. Ancak genel anlamda ailenin yurtseverleşmesi ve politize olmasında belirleyici olmuştu. Yaser arkadaş çıkışından yaklaşık bir yıl sonra Meletî bölgesine geri döndü. Ancak bu defa o bir gerillaydı; askeri ve siyasi açıdan daha da donanımlı ve en önemlisi de altı ay Önderlik sahasında kalmıştı.
1991’de Meletî bölgesine geldiğinde artık o tek değildi. Meletî dahil tüm Güneybatı bölgesinde Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yükselmiş, neredeyse her köyden katılımlar gerçekleşiyordu. Buna kendi köyü de dahildi. Tüm gerilla yaşamı Güneybatı bölgesinde geçti. Daha çok Semsûr(Adıyaman), Meletî ve Mereş(Maraş) bölgelerinde kaldı. Kendi köyüne ilişkin de oldukça emek ve çaba içerisinde oldu. Köyün yurtseverleşmesi, gençlerin katılım sağlaması, Kürt, Kürtlük ve PKK bilincinin gelişmesinde büyük çabaları ve emeği oldu. Zamanla halk arasında bir efsane olmaya başlamıştı. En çok da halkla ilişkilenme biçimi çok etkili olmuştu. Çevredeki koruculaştırılmış Türk köylerini dahi örgütlemeye çalışmış, bu temelde ilişkilenmekten geri durmamış ve onların da saygısını kazanmıştı. Mütevazılığı, halkın maddi ve manevi değerlerine yaklaşımı, Apocu duruşu onu halk içinde özel ve değerli kılıyordu. Yaşlılar, kadınlar, gençler, çocuklar üzerindeki etki gücü büyüktü. Dolayısıyla herkesin sevgisini kazanmıştı. Kadına olan yaklaşımı, gerilla yaşamında da onu farklı kılmıştı. Henüz ideolojik ve politik olarak Kadın Kurtuluş İdeolojisi’yle yeterince tanışmamış olsa da, kadına karşı feodal, erkek egemenlikli ve cinsiyetçi bir yaklaşımı yoktu. Kaba eşitlikçi bir yaklaşımdan uzaktı.
1994 yılında Wêranşar’a(Doğanşehir) bağlı Kurucuova beldesinde koruculara karşı geliştirdikleri eylemde ayağından yaralanır. Kendisiyle birlikte bir arkadaşı da yaralanmıştır. İkisinin de yaraları ağır değildir. Bu eylemde düşmana kayıp verdirmişlerdir. Ancak arkadaşıyla birlikte grupla geri çekilemezler. Arkadaşları onları daha sonra almak üzere çatışma alanında bırakmak zorunda kalırlar. Bölgeden kendi imkanlarıyla çıkarlar. Yaser arkadaş bölgeyi iyi tanır, Wêranşar ovasında bulunan ve gidebileceği tüm köyleri dolaşırlar. Ancak hiçbir yardım almazlar. Düşman Heval Yaser ve arkadaşının (Delil) yaralı olarak kurtulduğu bilgisini almış, kimlik bilgilerini ve resimlerini bütün alana dağıtmıştı. Bu yüzden de halk kendini tehdit altında hissederek yardımda bulunmamıştı. Bir aya yakın Wêranşar ovasında bir çıkış noktası ararlar ama bulamazlar. En son Heval Yaser kendi köyünün arazisine gitmek zorunda kalır. Yaklaşık bir aydır yaralı olarak dolaştığı ve tedavi olamadığı için yarası kötü bir durumdadır. Ayağındaki siyah lastik ayakkabı, yarasıyla kaynaşmıştır. Her türlü zorluğu ve riski göze alarak tüm imkansızlıklara rağmen bölgeden çıkmayı başarırlar. Arkadaşı Delil de çıkar ancak daha sonra ailesine gittiği için yakalanıp tutuklanır. Heval Yaser, Kürdistan dışında bir şehire götürülerek, sekiz aylık bir tedavi görür ve iyileşir. Bu süre zarfında örgütle yeniden bağ kurmuştur. Örgüt kendisini Avrupa’ya ya da merkeze çekmek istemiştir çünkü, eskisi gibi yürüyememektedir. Ancak Yaser arkadaş bu durumu kabul etmez. 1995’te bölgeye yeniden döner ve bir yıl daha mücadele yürütür.
Sekiz yoldaşıyla Koçgîrî’de…
Ancak ölüm, soğuk yüzünü yıllarca gerillacılık yaptığı bölgede değil de, Koçgîrî dağlarında gösterir. 1996’nın Ocak ayında Koçgîrî’ye açılım yapmak üzere sekiz arkadaşıyla birlikte yola çıktıklarında, ölüme doğru gittiklerini hissetmişler miydi bilinmez. Ya da nasıl bir yolculuk yaptılar, hangi zorlukları, heyecanları, sevinçleri, korkuları yaşadılar o da bilinmez. Son anlarında ne yaşadılar, ne konuştular, açlar mıydı, yoksa toklar mıydı bilinmez. Vasiyetleri var mıydı, en son dillerinden hangi kelimeler döküldü, önce hangisi yoldaşın şehadetine tanık oldular bilinmez. Çünkü; gruptan sağ kurtulan olmamıştı. Heval Yaser ve sekiz yoldaşı 9 Ocak 1996’da Koçgîrî dağlarında (Kangal civarında) düşmanın hava saldırısında şehit düştüler.
Heval Yaser’in şehit düştüğü haberi düşman için bir müjde, ailesi başta olmak üzere ayak bastığı her köy ve ev için bir kara haber oldu. Düşman aileyi arayıp haber vermişti. Aile haber aldığında şehadetinin üzerinden bir hafta geçmişti. Düşman, Yaser ve yoldaşlarını Sêwaz(Sivas) merkeze götürüp halk mezarlığına defnetmişti. Defnettiklerinde diğer mezarlardan uzağa gömmeyi ihmal etmemişlerdi. Şehadet haberini alan ailesi, Şehit Yaser’in cenazesinin köye getirilmesi konusunda hiçbir ikilem ve kaygı duymadan karar verip uyguladılar. O yıllarda ailelerin şehit cenazelerini almalarına izin verilmiyor ve bu yönlü tehdit ve baskılar üst boyuttaydı. Ancak Yaser Yoldaşın ailesi de artık mücadelenin içinde yer alan yurtsever ve politik bir aileydi. Kaldı ki Şehit Yaser’in vasiyeti vardı. Kendi köyünün dağlarına gömülmek istiyordu. Aile için bu vasiyet, yerine getirilmesi gereken bir görev, sorumluluk, aynı zamanda da bir borçtu. Bunu en çok isteyen annesi olmuştur. Her türlü zorluğu göze alarak cenazesini almak için yola çıkarlar.
Yaser arkadaşın cenazesini köye getirmek ve ona yakışır bir cenaze töreni yapmak, dost ve düşman için çok önemliydi. O yüzden kardeşleri tüm baskı ve tehditlere karşı hazırlardı. Yaser arkadaş köyün ilk şehidi değildi. Ama ailesi tarafından sahiplenilecek ve gerillaya yakışır bir cenaze töreni yapılacak ilk gerilla olacaktı. Çünkü; daha önce şehit düşen yoldaşları ya aileleri tarafından sahip çıkılıp getirilmemiş ya da getirilip sessiz sedasız bir gece yarısı defnedilmişlerdi. Aile şehadetten bir hafta sonra haberi alır almaz Sêwaz’a giderler. Ocak ayının on dördü hiç bu kadar soğuk olmamıştı. Sêwaz hiç bu kadar çirkin ve bu kadar buz kesmemişti. Sêwaz o gün ölüm şehriydi, Sêwaz hüzün, nefret, öfke, ayrılık kokuyordu. Bu kokular Sêwaz’ın ayazında buz kesti ve bir daha hiç çözülmedi.
Mezar taşına ‘Biz yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz’ yazılı yiğit
Dokuz yoldaş yan yana gömülmüştü. Her mezarın başına da bir numara kondurmuşlardı; malum “teröristlerin” isimleri bahşedilmezdi. Aile, Yaser arkadaşın mezar yerini açtığında halen bir umutla o olmamasını umut ediyordu. Ancak umutları boşa çıktı. Gerçi o olmasaydı da aile için fark etmezdi; çünkü, zaten orada, toprakta yatan tüm yoldaşları birer Yaser’di. Yaser arkadaşın yüzünde ölümün yüzü yoktu. Toprak onu korumuştu ve Sêwaz’ın buz ayazı onu canlı tutmuş gibiydi. Tabutun içinde üzerinde elbiseleri, başının etrafına sıkıca bağlanmış kefiyesi ile öylece yatıyordu. Kefiyenin neden o kadar muntazam ve sıkı bağlandığı sonradan anlaşılacaktı. Koca Sêwaz’da tabuta sarılacak bir battaniye bulunamayacaktı. Çünkü; Yaser’in haberi şehirde yayılmıştı ve aile, düşman eşliğinde, onların tehditlerine rağmen cenazeyi almaya çalışıyordu. Ölüm şehri olan Sêwaz’da insanlık, mum ışığı kadar kalmıştı. O ışık da, mezarlıktaki yabancıları başından beri korku, merak ve uzaktan izleyen bir gecekondudan gelmişti. Battaniye bulunamayınca onlardan istenmiş ve vermişlerdi. Yaser arkadaş mutlu olsa gerekti çünkü, artık köyüne yolcuydu. Cenaze bir gece yarısı köye ulaştı. Düşman ve yakın akrabalar, cenazenin hemen o akşam defnedilmesi için baskı yapıyordu. Ancak kardeşleri buna izin vermedi. Yaser’i bir akşam da olsa misafir etmek ve sevdiklerinin gelmesini beklemek, kitlesel bir tören yapmak istiyorlardı. O bir gerilla cenazesinin gereklerini hak ediyordu. O yüzden yıkanmadı, sadece üzerindeki toprak kalıntıları temizlenmek istendi, bunun için de vücudu silindi. İşte o zaman neden kefiyenin sıkıca başının etrafına sarıldığı anlaşıldı. Düşman tüm gerillalara yaptığı gibi onu da öldürmekle kana doymamıştı. Büyük bir vahşilikle kulaklarını kesmiş, gözlerini yuvalarından çıkarmıştı. Bu tahribat, düşmanı çirkinleştirmiş ancak Yaser’in güzelliğini hiç bozmamıştı. Düşmana inat olsa gerek, gülümsemesi yüzünde asılı kalmış ve ona çok yakışan gamzesi de yanağında donup kalmıştı.
Şehit Yaser’in köye getirilişi düşmanın hiç hoşuna gitmemişti. O yüzden üç gün boyunca köy abluka altına alındı. Giriş çıkışlar yasaklandı. Köy nüfusuna ait olmayan hiç kimse köye alınmadı. Amaç kitlesel bir töreni engellemekti. Eğer izin verilseydi, o bölgenin en kitlesel cenaze töreni olurdu. Keza Yaser’in şehit düştüğünü Semsûr, Elbîstan, Meletî başta olmak üzere yöre tarafından duyulmuştu. Ve halk gelmek istiyordu. Engel olan ve düşmanca yaklaşan sadece devlet güçleri değildi. Başından beri Şehit Yaser’i baskıların kaynağı olarak gören kesimler ve özelde de bazı yakın akrabalarıydı. Kendilerini köyün ve ailenin büyükleri olarak gören bu kesimler aile tarafında yapılmak istenen cenaze törenini engellemek için ellerinde geleni yapmışlardı. Kardeşleri ve annesi, net tutum koyarak, tüm geri ve geleneksel dayatmaları reddederek, mevcut katılımla ona yaraşır bir cenaze töreni yapmaya çalıştılar. Kitlesel olamasa da tabutuna ülkesinin bayrağı örtülebilmiş, önünde saygıyla durulmuştu. Mezar taşına Kemal Pir’in “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” sözü yazılabilmişti. Belki Botan’daki serhildanlar ve direnişlerle kıyaslandığında çok küçük bir eylem gibi görülebilir. Ancak o yıllarda, özelde Qaşan köyü, genelde ise Güneybatı bölgesi için çok büyük bir sahiplenmeydi.
Yaser Yoldaşa duyulan sevgi şehadetinden sonra daha iyi görülmüştü. Çünkü; abluka kalktıktan sonra Semsûr, Elbîstan ve Meletî’den tanıyan tanımayan halk, taziyesine akın etmişti. Hatta çoğu kişi, şehadetine inanmamasına rağmen geliyorlardı. Yaser’in ölmediğini, ailenin başka bir cenaze getirdiğine inanıyorlardı. Onlara göre Yaser ölmezdi. Bölgedeki yurtsever halk için öyle de kaldı. Tüm diğer şehitler gibi. Abuzer gibi, Kayser gibi O da ölümsüzleşmişti…
Mücadele Arkadaşları