HABER MERKEZİ
Okul okumadığımdan sınav sistemlerinde kaç doğrunun yanlış sildiğini veyahut tersinden ne eder bilemem, ama özel harp dairesinden servis edilen yalan haberlerin aspagaras ve kirli bilgilerin akılda netleşmeyen yüzlerce doğruyu bertaraf ettiğini iyi bilirim. Tıpkı Cizre Sur ve Nusaybin savaşının parti tarafından başlatıldığının propagandasını yapmak ve birilerine de yaptırmak gibi. Burada da önemli bir faktör var ve gözden kaçırılmaması gerekir. Elbette Kürt halkı karşı tarafın ne dediğine bakmaksızın ülkesinin özgürlüğü için savaşacak ve çeşitli yöntemlerle direnecektir. Zira ülkesi işgal edilmiştir. Yönetimine, eğitim sistemine, sağlık, dil başta olmak üzere kültürel halklarına el konulmuştur. Bütün ekonomik geliri gasp edilmiş zengin ülkesinde nanın memleketinde aç ve özgürlükten yoksun bırakılmıştır. Bu yüzdende direnişinin haklılığı sorgulamazdır. Varsa sorgulayan ya sömürgecidir yada onların şakşakçısıdır. Bu tarafı ap açıktır. Ancak dillendirilen şudur; Görüşmeler vardı ve bir çözüm gelme arifesindeyken Parti savaşı başlattı. Halbuki anlaşıldı ki 30 Ekim 2014’teki milli güvenlik kurulu toplantısında çöktürme kararı alınmıştı. Plan basına genişçe yansıdığından alıntıya gerek duymuyorum. Binlerce insanın yerinden yurdundan edileceği katledileceği ayan beyandı. Bu günden o sürece baktığımızda direnen kahraman kadın, erkekler, genç ve yaşlıları minnetle anmak kadar, şayet bu gün Kürdistan’da kayyumlarla birlikte günde yüzlerce insan sokak ortasında öldürülmüyorsa bilmeliyiz ki bu yiğitlerin şehir savaşlarındaki emsalsız direnişlerindendir.
İmralıda görüşmeler varken Kobanê kuşatmadaydı. Stratejik düşünemeyen kıt akıllı orta yolcu, çıkarcı kimi saf kimi tarihten, bazıları ise düşman gerçekliğinden bihaber olan bazı siyasi çevrelere göre Türk devleti gerçekten de yüz yıllık Kürdistan’daki Türk sorununu çözme amacındaydı. İşte bu siyasi akıl şunu idrak edemedi. Kürt sorunu bir bütündür parçalı çözülemez. Günümüzde DAİŞ’i Kobanê’ye saldırtanın AKP ve kimi uluslar arası güçler olduğu netlik kazanmış olsa da daha o zamandan bilinen bir gerçekti zaten. Dolayısıyla Rojavada Kürtlerle savaşanlar Kuzey Kürdistan’da nasıl olur da bir çözümü düşünebilsindi. Kimi açıktan kimi de kıyıda köşede PKK şehir savaşını başlatmakla hata ettiğini dilendiriyordu. Barış süreci vardı. Türk tarafı ciddiydi diye yalakaların propagandaları sonucu hem Kürtlerdeki orta sınıfın çıkarlarını temsil edip muğlaklık yaratmak isteyenler hem de saf gerçekten buna inanıp tavır sahibi olanların girdiği durumdur. Kürt siyasetinin bir çok ismi şehir savaşındaki halkın savaşçılarına destek vermediklerinden dolayı şimdi hapisteler. Tamda bu isimler (teröre destek) kapsamında cezaevlerinde gün sayıyorlar. Söylenenlerin aksine Sur Komutanı Çiyager buna isyan etmiş ve yer kazacak bir kepçe bulamadıklarından dem vurmuştur. Halbuki adı Devrimci Halk Savaşıydı. Halk dilini özgürce kullanamıyordu. Kültürü yasaktı. Ekonomik imkanları gasp edilmiş ülkesinin zenginliği pazarlarda satılırken kendisi İstanbullarda atölyelerde çalışıyordu. Hapisler tıka basa doluydu. Dağda jandarma bomba yağdırırken polis şehirlerde terör estiriyordu. Siyasiler kadında olsa çocukta olsa öldürülmeli diyorlardı. Her açıdan halk hedefti. Topyekün direniş kaçılmaz olmuştu. Rojavadaki statükoyu korumak için büyük kardeş olan kuzey ayaklanmalıydı. Kuzey Kürdistan statü sahibi olmadan küçük kardeş hep tehdit edilecekti. Vakit ertelenemez gün doğumu kadar hakikatti. Tüm yönleriyle bakıldığında devrimci halk savaşı zorunluluk halini almıştı. Bundan kırk yıl önce tüm Kürtler silah kuşanıp sömürgeciye karşı direnişe geçmeli denilseydi bir mantığı olamazdı. Zira kürtlük tamamıyla yok edilmişti. Şerafettin elçi 79 da sadece ama sadece kürdüm dediği için yıllarca cezaevlerinde işkencelere maruz bırakılmıştı. Kuyruklu kürt tabiri hafızalara yerleşmiş utanılacak durumdaydı. Dahası ölümle aç kalmayla eş değerdi. Önder Apo’nun dediği gibi yetmişlere gelindiğinde kendine ihanet etmemiş yani varlığını inkar etmemiş Kürt yok gibiydi. O süreçteki insanlar Geliye Zilanda ceset dolmuş vadilere tanık olmuşlardı. Sürgünler görmüş kadın ve çocukların canlı canlı yakıldığına tanık olmuşlardı. Şimdi herkes DAİŞ’in vahşetinden bahsediyor ama tarih şahit ve tanıktır ki Türk ordusu Kürdistan’da insan yakmış, kafa kesmiş, bedenleri parça parça doğramıştır. Bunun fazlasıyla kanıtları mevcuttur. Canlı tanıkları da vardır. Ancak PKK kuruluşu ve zindan direnişi yeni bir Kürt yarattı. Sadece karnını doyurmak, soy sürdürmek ve ölmemek için yaşayan Kürdü diriltti. Kürt artık varlığını anlamlandıran bir canlı haline geldi. Düşünebilen, konuşabilen, anlam verebilen, sanatla edebiyatla uğraşan anlam deryasına akan bir hakikatle yüzleşti. Özcesi varlık haline geldi. Kürdün yaşadığı en büyük trajedi yıllarca varlığını ispat etmek oldu. Mevcut durumda vardır. Varlığı binlerce yiğidin kahramanlık destanları yaratarak zuhur etti. Şimdi de özgürlük zamanıdır. Özgürlük ise halkın devrimcileriyle birlikte yek vucüt olmasıyla olabilir. Türk devleti hiç bir zaman Kürde dair güncel düşünmemiştir. Hep yüzyıllık hesaplar ve planlar yapmıştır. Hangi hükümet gelse hangi parti oluşsa hiç fark etmez. Temel politika Kürtlerin ulus olarak varlığını yok etmek asimile etmek soykırıma uğratmaktır. O nedenle mevcut gelinen düzeyde güncellenecek olan yeni Lozanda Kürtler hak sahibi olmasın diye devlet tüm varlığı ve kurumlarıyla soykırım uygulamakta kararlıdır. Güncel olarak bazı sözler sarf edebilirler. Demokratikleşme ve kardeşlik safsatasından dem vurabilirler ancak tüm bunlar Kürdün kökünü kurutmak için hazırlık süreçleridir.
Hiç kimse unutmasın ki Hasankeyf Kürdü tarihsiz, dolayısıyla hafızasız belleksiz halk olmayan bir varlık kertesine düşürmek için talan ediliyor. Bunu öngörmeyen zamanın kendini siyasetçi sanan çıkarcı orta kesimden bazıları şehir savaşını hatalı bulmuş dolayısıyla öncülük rolünü oynamamıştır. Halk öncüleri röllerini oynayıp direnişçilerin etrafında kenetlenselerdi Mehmet Tunç ve yoldaşları kurtarılabilinirdi. Önder Apo Mehmet tunç şahsında bu direnişçiler neden kurtarılmadı derken bunu kast etmektedir. Bu nedenle de şehir direnişlerinde savaşçılar çoğunlukla yalnız bırakılmıştır. Herkesin kendisine sorması gerekir. Onlar kimin için savaştı? Neden bu kadar direndiler? Neden teslim olmak yerine savaşmayı tercih ettiler? Biz bu direnişin neresindeydik? Sur taşlarıyla soluğuyla dar sokalarıyla direnirken biz ne yaptık? Halinden memnun olan ve sadece nefes alıp karnını doyurmak ev araba için yaşayanların önünde cevaplanması gereken sorular olarak duruyor. Devrimci halk savaşının başarısı için mutlaka kendimize sorup cevabını bulmamız gereken sorulardır. Devlet Cizre bodrumlarında onlarca insanı cayır cayır yaktı.
Elbette direnişte karar verenler her türlü bedelleri göze alırlar. Şimdi onlar tekrar yer yüzüne inseler aynı tavrı aynı sonuca rağmen göstereceklerini iyi biliyoruz, biliyoruz zira bizde onların yoldaşlarıyız. Düşman içinde aynı durum geçerlidir. Düşman düşmandır düşmanlığını yapar. İnsan düşmana sen niye bunu yaptın demez. Düşmanı caydırmak için on mislini yapar. Şimdi bazıları devletin katliamlarına karşı davalar açıyorlar şikayette bulunuyorlar elbette siyasi açıdan zorlamak için bir anlamı var ancak inanarak dava açanların bir çocuk kadar aklı olmadığı aşikardır. Bununla da yetinmeyip dava açmayı, şikayet etmeyi, polise başvurmayı, mahkemeye gitmeyi mücadele yolu olarak belleyenler bu vahşetin vicdanen ortaklarıdırlar. Hep neden düşman şunu yaptı gibi sadece şikayet eden anlayış tarihin çöp sebetinde ömrünü çürütmüştür. Yalvarmak yakarmak kimseyi özgür ülke sahibi kılmamıştır. Bilmeliyiz ki dünyada haklı haksız diye bir şey yoktur. Güçlü ve güçsüz vardır. Siyaset öngörme sanatıdır derler. Şimdi dört yıl öncesine bir göz atalım ve bu güne gelelim. Sur’un komutanı Çiyagermi siyasette öngörü sahibiydi yoksa o süreçte bu soykırım gerçeğini görmediklerinden dolayı şimdi cezaevinde olan bazı siyasetçilermi.
Bazıları bilinçli ama kimileri de bilinçsiz olarak bu sürece karşı çıkmaktaydı. Halbuki saldırıların sadece savaşçıları hedef aldığını düşünen kıt akıllılar günümüzde Rojavadaki soykırım saldırısına ve demokratik yollarla seçilenlerin yerine kayyum atamalarına tanık olduklarından herhalde biraz akılları başlarına gelmiştir. Bilinmelidir ki şehir savaşları olmamış olsa ve Komutan Çiyager Zeryan Axin ve Mehmet Tunçlar teslim olmayarak yirmi birinci yüzyılın direniş kültürüyle düşmana karşı bu muazzam direnişi sergilemeselerdi şayet, Amed başta olmak üzere özgürlük hayalini kurmak bile yasaklanmış olurdu. Rojavadaki katliamın on misli Kuzey Kürdistan’da gerçekleşmiş olurdu. Şehir direnişleri karşısında başta kendini yönetici olarak tanıtanlar olmak üzere herkesin öz eleştiri vermesi ve devrimcilerle yanyana birlikte kol kola direnmeleri gerekir. Direnen ölebilir ama direnmeyen mutlaka ölecektir. Savaşan özgür olabilir ama savaşmayan köle olacaktır. Savaşan aç kalabilir ama savaşmayan ömrü boyunca kıvranacaktır. Savaşan kaybedetsede tekrar direnebilir ama teslim olan ihaneti seçenlerin yaşamı duygusu ruhu başkalarının elindedir.
Xeyri Garzan