HABER MERKEZİ
Hepsi tanıdık, hepsi hayat veren dost ölümler. Haber bültenlerine düşüyor fotoğraflar ‘Diyarbakır’ın Lice İlçesi kırsalında 10 PKK’li’ diye başlayan haberler bir solukta sıradaki habere geçiyor. Tüm yüzleri birleştiriyorum, yüzüm dökülüyor dizlerime. Onlar tanıdık biz yabancı. Ölen kimdi yaşayan kim?
Tüm fotoğrafları birleştiriyorum sonra, gözlerim dökülüyor Lice’ye.
Bir akşam üstü yolculuğundan sonra yorgun bedenlerimizi bizi karşılayan topluluğun içine bırakıyoruz. Xinere’de güneş batmak üzere. Çok geçmeden derme-çatma bir gölgeliğin altında sohbete dalıyoruz. Ayağa kalkıp ince bir tebessümle ‘merhaba’ diyen biri biz gelmeden önce başlayan satranç karşılaşmasına tekrar dönüyor.
Tüm dikkat hamlede
Baş döndüren bir haraketliliğin içinde sohbetimiz paramparça ilerlerken tüm haraketliliğe rağmen gözünü satranç tahtasında ayırmayan o adam dikkatimi çekiyor. Dağ, gerilla ve satranç üçlemesi beni hayrete düşürüyor. Tuhaf olan ise oyuncuların satranç yoğunluğu. Kendilerine seslenilmesine rağmen başlarını bile kaldırmadan yapacakları hamleye odaklanmışlar. Artık karanlık çökmek üzere. Oyunculardan biri yüksek bir çığlıkla ‘Mat’ deyip ayağa kalkıyor. Karşısındaki rakibi biraz bozulmuş bir şekilde ‘iyi, çaylar senden o zaman’ diyerek yüzünü bize dönüyor.
‘Kuzey’e gitme talebi var’
‘Hep yenilen mi çay yapar. Bir de yenen çay yapsa ne olur ki’ diyerek bizden onay bekliyor. Mat’ın sahibi ‘öyle olsun çay da benden’ diyerek karanlıkta ilerlemeye başlıyor. Ateşli bir tartışmada herkes söze giriyor ama o sadece dinliyor. Bir kaç kez sessizliğini bozmak istercesine ona soru yöneltiyorum ama konuşmamakta ısrarlı ve taviz vereceğe benzemiyor. Yanımdaki gerillaya soruyorum; ‘’Arkadaş neden hiç konuşmuyor. Yoksa çay yapmaya mı sinirlendi.’’
Gülerek bana cevap veriyor: ‘’Arkadaş 1993’te saflara katıldı bir yıl sonra mayına basmış ve ayak bileği hizasında topuğu kopmuş. Yani gazi. Bu topukla yıllarca Kuzey’de kaldı. Şimdi burada. Ama buna rağmen Kuzey’e yani savaş alanına tekrar gitme talebi var fakat arkadaşlar izin vermiyor. Ee o da tepkili tabii. Anlayacağın kendisini dayatıyor.’’
Mayından sonra topuğu kesilmiş ve yıllarca o halde savaş ortamında kalmış. Birçok kez prozeti kan dolmuş. ‘’Geri çekilmen gerek, kan kaybında şehit olacaksın’’ telkinlerini yıllarca sert bir şekilde geri çevirmiş. Görev için geldiği bu alanda tekrar Kuzey’e gitmeyi beklerken gidiş kararı ayağından dolayı durdurulmuş. Karar kendisine ulaştıktan sonra ise tepki koymaya başlayarak sessizliğe bürünmüş.
İlgim bu yaşanmışlıktan sonra daha fazla artıyor. Onunla bir şekliyle konuşmalıyım. Ama nasıl? Satrancın mağlubu söze karışıyor; ‘’Heval çay ne oldu.’’ Başını yarı öfkeli bir şekilde sallayıp ayağa kalkıyor ve topallayarak ocağa yöneliyor. Bunu fırsat bilip arkasında onu takip ediyorum. Çekingen ve biraz da resmi bir şekilde ‘’Size yardım etsem’ diyorum. Dönüp bakmıyor bile. Onbeş-yirmi adımdan sonra gizli ateşin başında göz göze geliyoruz. Demliğe birazcık su akıtıp çayı çalkalıyor ve demlik suyunu toprağa akıtıyor
‘’Ama çayın aramosını döktünüz’’, başını hiddetlice kaldırıp ‘’Siz Avrupa’dan mı geldiniz heval?’’ Susuyorum ama o devam ediyor: ‘’Burada böyle. Bu çay da sizin aromanız yok.’’
‘Karşı yamaçlara geçememek zoruma gidiyor’
Beş bardak çayı arka arkaya yudumladıktan sonra yola koyulmamız gerektiği belirtiliyor. Karanlıkta onun yüzünü seçmeye çalışıyorum. İçimde ona yönelmek, bir kaç dakikalığına sohbet etmek gelse de cesaret edemiyorum. Bir anda kolumu kavrıyor. ‘’Hadi seni yolcu edeyim’’ diyor. Ağır adımlarla bizi bekleyen gruba doğru yöneliyoruz. Eli kolumda.
‘’Kusura bakma hevalim. Biraz önce aromalı bir ukalalık ettim. Beni bağışla. Sorunum sen değildin. Her gün gördüğüm karşı yamaçlara geçememek zoruma gidiyor’’ diyor. Gülerek devam ediyor konuşmasına: ‘’Ama en azından bundan sonra seni aromalı arkadaş olarak hatırlayacağım.’’ Gösterilen bu mütevazilik karşısında kendime yeniliyorum ve tüm yalnızlıklarımla ona sarılıyorum. Sürülmüş toprak kokusuna serçeler karışıyor sanki. Dostlukların çok yaşanmışlıklarla değil ‘an’larla yaşanacağını bir kez daha keşfediyorum.
Ay tüm hışımıyla Kuzey’in yamaçlarında yükseliyor. Omuzlarımı kavrayan adamın gözleri karşı yamaçlarda geziniyor ve özlem avuclarıyla yüzünü örtüp kendisinde utanıyor. Ayrılma vakti. Ona sımsıkı sarılıyorum. Bin yıllık bir sığıntıyı keşfetmiş gibiyim. Ayın ışığını yordam yapıp gözlerinin içine bakıyorum: ‘’Kendine iyi bak. Dert etme kendine. Ama ne olur küsme kendine.’’
‘Mat’ sesi kulağıma fırtına ekiyor
Ayrılırken son sözlerini yüreğinin orta yerinde söküp ortamıza bırakıyor: ‘’Merak etme ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim.’’
Bilgenin hayata yön veren sözlerini gecenin koynuna sarıyorum.
Kuzey aydınlığa taşıyor gecenin tutanaksız sözleri.
Aylar sonra ona bir fotoğrafta rastlamak. Hüznüm keskin bir bıçak gibi yüreğimi deliyor. Tüm siluetleri on fotoğrafta birleştiriyorum ve adını şimdi öğrenemediğim Zülküf Kaçmaz (Xebat Xançepek) dökülüyor yüzüme… Elimle omuzumu yoklayıp onu hissediyorum. Dünyanın ağırlığı biniyor omuzlarıma. O fotoğrafta yol arkadaşlarıyla bana gülümseyerek ‘Mat’ diyor. Sesi kulağımda fırtına ekiyor.
Yitirdiğimiz bir şey yok aslında, gözlerimi açıyorum bir bulut geçiyor, gözlerimi kapıyorum.
Bir kapı açılıyor, bir ırmak doluyor içime, yaşıyorum. Fakat az önce alıp götürmüşler gibiydi toprağa canımın bir yarısını… Hani bir duvar sessizliği içinde… Bak sessizce gülüyorum… Toprağımı kuşlara sürün. Yaşıyorum.
Adı: M. Zülfikar Kaçmaz
Kod adı: Xebat Xançepek
D. tarihi ve yeri: 1972 /Amed
Ş. tarihi: 2012 Lice
ALİ ONGAN