HABER MERKEZİ
Halk savaşında gönüllük esastır. Büyük yurtseverlik, özgürlük duygusu, düşüncesi esastır. Böyle olduğunuza dair samimiyseniz gelişmelisiniz. Bu savaşın kaderini, çok yakın bir süreçte değiştirmeniz; savaştaki bu oportünizmi ve bu safsatayı ortadan kaldırmanız gerekir. Benim söylediğim her şey doğrudur demiyorum, ama savaşın içine giren herhalde benden daha fazla doğrularını da görür, değerlendirir. Taktik iş senindir. Düşmanın nereden geldiğini dağdaki görmeli, dağın neresinde üsleneceğimizi oradaki değerlendirmelidir. Hangi süreyle çatışabiliriz, nasıl mevzileniriz, oradaki komutan bunu yapabilmeli, o benim işim değil. Ben bile buradan oradakilerden on kat daha iyi düşünüyorum. Neden böyle yapıyorsunuz? Dağdakilere, komutanlarımıza soralım: Neden bu kadar düşünemediniz? Korktunuz mu, çekindiniz mi? Hayır, sadece iddiası olmayan, derinliği olmayan kişiliklersiniz.
Savaş tarzınız böyle. Ama olan size oluyor. Buna rağmen yine de rahatsınız. Buna şaşıyorum. Bütün yetersizlikler bana diken gibi batar. Her sabah, her gün, her akşam bin kilo metrenin ötesinden bunları sezerim. Nasıl oluyor da, yanlışlıkların değil, neredeyse imhanın eşiğindesin, ama oralı bile olmuyorsun? Bu nasıl komutan kişiliğidir, bu nasıl savaşçıdır? Duyarsızlaşmışız, dağda ilkelleşme gelişmiş. Sen özgürlük savaşçısı değil, ipditaileşmişsin.* Dağda maymun soyuna doğru gitmişsin, kendini neden kandırıyorsun. Savaş özgürleştirir, geliştirir. Eğer bazı eksiklikler varsa, örgüt silahını herkes kullanabilir. Yapamayan komutan düşürülür, iddiası olana fırsat sunulur. Her tür düzenleme yeniden yapılır. Komutansınız, savaş konseyisiniz. Günün yirmi dört saati düzenlemeyle uğraşacaksınız. Çünkü bu savaşı kazanmak istiyorsun. Oysa komutanlarımızın büyük bir kısmı safsata komutanı. Çünkü en baştakinden en alttakine doğru önemli bir başarıya gidememenin yalanlarını uydurmakla meşgul. Heval, senin neyin eksik, şimdiye kadar neden öldürücü bir eylemi geliştiremedin diyorum. Yirmi beş kişiyi gözden çıkardığında üç yüz kişilik düşman gücü tarumar olmalıydı. Zaten dikkat edilirse bu kayıplar savaşmanın kurbanları değil, savaşmamanın, savaşa fırsat bulamamanın kayıplarıdır. PKK’de kayıpların yüzde doksanı böyledir. Biz savaşarak yüzde on bile kaybetmedik. Düşman dayattı, yani biz savaşamadık, kaybettik. Savaştığımızda kayıplar yoktur, kazançlar on kattır. Gücü neden savaştırmıyorsun? “Emrim altında güç olsun, üzerinde durayım” demek hoşuna gidiyor. Bunun altında çok tehlikeli bir yaklaşım var. Bu belki de karşı sınıftan objektif bir ajandır.
Biz bu gücü burada geliştirmek için korkunç bir savaş yürütüyoruz. Sen ise aylarca bu gücü geliştirmiyorsun, savaştırmıyorsun, eğitmiyorsun, ama tekeline de almışsın. Bizim bu komutanlara değil bölükleri, taburları, takımları teslim etmek, bunlara üç keçi bile teslim edilmez. Bunlar için komutanlık hataydı, ama maalesef bizim hazırladığımız savaş güçlerinin başına kondular, fakat bizim dediklerimizi uygulamadılar. Şu anda beladırlar. Olmaz diyorsun küsüyor; yerinde hazırla diyorsun buna yanaşmıyor. Demek ki, savaş sorunlarını tartışırken, artık sorunları can alıcı yerinde görmelisiniz. Bu dayatılan savaş biçimlerine, özellikle onun komuta tarzına artık bir son vermeliyiz. Kötü olan bu tarzın esiri olmak size hiçbir zaman kazandırmaz. Başarılı olanın tarzına da inanmalısınız. Önce inanmak gerekir, sonra da onun mücadelesini vermek. Ama mutlaka mücadele verin. Yazıktır, bizim zor bela ortaya çıkardığımız bu savaş olanaklarını böyle çarçur etmek büyük bir vicdansızlıktır.
Siz savaştığınızı, kazandığınızı sanıyorsunuz. Hayır, siz ne savaştınız, ne kazandınız. Tam tersine savaşmıyorsunuz, kaybettiriyorsunuz. Bunu görmelisiniz. İçinizde bir çok feodal kişilik, köylü, iflah olmaz küçük burjuva kişilik var. Onlar biraz kurnaz, tanımıyor değilim, hepsini iyi tanırım; PKK’nin gerçek önderliğini tutturamadıklarını görüyorlar, yani gerçek çizgiye göre önderlik, komuta tarzının oturamamışlığını görüyorlar ve bütün komutanlıkları bunlar işgal etmiş. Onun için başarı tarzı gelişmiyor. Çünkü komutanlıklar en erkenden bunlar tarafından paylaşılmış ve diğerleri de uzlaşmış. Hatta tutucu bir tarz olarak bu şu anda bana da dayatılıyor. “Böyle kabul etmek zorundasın” diyorlar. Ne yazık ki bunlar, bırakalım savaşın gafilleri olmalarını, yaşamın sıradan biçiminin bile gafilleridirler. Hiçbir şey anlamıyorlar. Bela! Yani eskiden bir keçiyi, bir eşeği idare edemeyecek adam, PKK’nin diri güçlerini kontrolüne almış, bunun karşısında gözü dönüyor. Bunların erken iktidar hastası olduklarını da belirttik. Eskiden bir çorbaya takla atan adam, şimdi elinde milyonlar görüyor. Aramızda bu tipler var, belki de farkında değilsiniz veya çoğunuz bunu üstüne almıyor. Ama yüzde doksanınızın böyle olduğunu söylüyorum. Kendinizi ne sanıyorsunuz? Bir silahın nasıl elde edildiğini biliyor musunuz? Önderliğin cesaret savaşımının farkında mısınız? İlk silahı nasıl elde ettiğimin ve onu nasıl geliştirdiğimin farkında mısınız? Bunun cevabını verebilir misiniz? Bu silahlar sanki babanızdan size kalmadır. Babanızın neyi vardı? Babanızın bir tabanca taşımaya da gücü yoktu. Yani bu ailecilik, ataerkillik kültürü içinde olanlara söylüyorum, onlar çoktan ölüdürler.
Cesaretin yaratıcısı biziz. Onu bana sorun. Bu cesaret tarzını öğrenemezseniz, hiçbir değerin kıymetini bilemezsiniz. Bir silahı elde etme tarzını, bu silahın PKK’nin eline nasıl verildiğini biliyor musunuz? Her birisinin acıklı bir hikayesi var. Bir kuruş para temin etme, silahı eline almanın cesaretini oluşturma yılların savaşıyla olmuştur. Tabii size göre aileniz, babanız yiğitti. Bir PKK’ye katılımınız var, birden bire katıldınız, elde ettiniz. Yalan! Bir defa yanılgılarınız burada köklüdür. Benim cesaret anlayışım, değerleri kullanma anlayışım, bu işlerin hikayesi iyi bilinse, bu kadar silah dağda kaybettirilir mi, düşmana kaptırılır mı? Bir savaşçının elde edilmesi hikayesini iyi bilseniz, bu yoldaşları zorlar mısınız, kolay kaybeder misiniz? Bizim sırtımızda şimdi yaşayan yaşayana, ölen ölene. Tekrarlıyorum; ne sizin gibi yaşamayı, ne de ölmeyi kabul ederim. Doğrusu, üzerinde uğraştığımız tarzdır. Yıllardır neden buna gelmediniz? Ukalalığınızdan, akılsızlığınızdan, hafifliğinizden, kendinize sevdalanmışlığınızdan dolayı buna gelmediniz. Bu, sonuç veriyor mu? Vermediği ortada, ölen sizsiniz. Ben kolay ölmem. Hatta kral gibi yaşarım, yine kolay ölmem. Bu durumda ölmek ihanettir. Halkına ölümü böyle yakıştırmak, yapılabilecek en büyük kötülüktür. Zor olan yaşamdır ki, o da devrimin sanatıdır, savaş sanatıdır. Görüyorsunuz ki, karşımızda kadercilik midir, baş belası mıdır, bir tarzdır tutturmuş gidiyorsunuz. Sizi derken, en çok da bu sözümona cephe komutanlarını kastediyorum. Siyasal, askeri olsun, sözümona yönettiğini iddia edenler başta olmak üzere, kendimi de beğenmiyorum. Dikkat edin, her gün kendimle savaşıyorum. Çünkü daha doğru bir biçimi bulmam gerekiyor. Günlük gelişmeleri doğru kavramak gerek ve bunlara günlük cevap vermem gerekir, yoksa benim önderliğim ikiyüzlülük, benim önderliğim safsata olur.
Sizin için de aynen böyledir. Hiç kimse buna alınmasın. Ben sizden daha zavallıydım, yoksuldum, eziktim, büzüktüm. Ama mücadele ederek gelişmeyi esas aldım. Güzellik mücadele etmektedir. Şunu her zaman söyledik: Yeterli olmayan ben isem, beni de aşın. Sahte komutana neden bu kadar alet oluyorsunuz? Bile bile cevap vermeyen yönetimler var. Bu oportünist karargahları neden aşmıyoruz? İçinizde yiğit bir yaklaşımını sahibi yok mu? “Ben bu işte iddialıyım, sınırlı bir güç istiyorum, bu savaşı nasıl geliştireceğimi gösteririm” diyen yok mu? Sizi kim bundan alıkoyuyor? Aslında öyle ciddi bir engel yok; engel kendinizsiniz. Günde bu kadar şehit veriyoruz. Peki bunların anılarına nasıl karşılık verilecek? Sizin gibi düşünmek veya düşünmemekle mi, kadere boyun eğmekle mi, yenilgiyi kabul etmekle mi? Bu affedilir mi? Birbirimizi affedebilir miyiz? O zaman bizim insanlığımız nerede kalır? O yaşama bin defa lanet olsun demeyecek miyiz? Kendi yüce değerlerine karşı bu kadar duyarsızlaşan, kendine saygıyı bu kadar yitiren topluluk lanetlidir.
Beni bile yeterli görmemeniz gerektiğini söyledim. Beni, kazara, tesadüfen yaşıyor bilin. Yaşamı kendinizde başlatın. Buna yol açtıysam ne mutlu bana. Fazlasını istemeniz doğru değil, ama kendinizden daha da istemeniz mutlak gereklidir. Çünkü hem şiddetle ihtiyacınız var hem imkan-olanaklar ve düzey tutturulmuştur. Bu tarihi döneme cevap mı vermek istiyorsunuz, savaşı zafere doğru mu ilerletmek istiyorsunuz, değerlendirin.
Tekrar vurguluyorum; bu büyük tehlike ikinci bir 19 Mayıs senaryosunu geliştiriyor. Bu senaryonun özü nedir? Birincisi, “19 Mayıs’ta Batı’dan gelen işgalci güçleri Ege’ye, Akdeniz’e döktük.” İkinci 19 Mayıs senaryosuna göre ise, dağdan gelen sözümona yabancı uşağı gücü, -ki buranın, belki de dünyanın en eski halkıyız, tarihin tanıdığından beri en eski yerleşeniyiz- dağda boğmayı, yok etmeyi amaçlıyorlar. Korkunç! Bulmuş vahşi bir barbar gücü, arkasına da emperyalizmi almış, nefes nefese hainiyle de, itiyle de anlaşarak sonuca gitmek istiyor. Bunu nasıl göremiyorsunuz? Görüp de nasıl büyük sorumluluk duygusu edinemiyorsunuz? Buna şaşıyorum. Adamlar dağda boğup bitirecekler. Kendilerine göre de “çoğu gitti azı kaldı” diyorlar.
Gafillere soruyorum; peki karşılığınız nedir? Bu acımasız gücün birinci 19 Mayıs’ının sonuçlarını biliyorsunuz. Şêx Sait’in mezara konuluşuna “betonladık” diyor. Ağrı dağına da “hayali Kürdistan burada meftudur” diyor. Dersim’de de zaten darağacına nasıl boylattırdığını gördük. Bu birinci sonuç. Peki ikincisi nasıl olacak? Belirttiğimiz gibi, o zaman ordu gücü bu kadar güçlü değildi ve yine o zaman şex, aşiret önderliği gidecek, kendisine bağlı halk da kalacak değildi. Bu sefer de halkı toptan götürecek. 20. asrın son tekniklerini uygulayarak, Hitler’in bile geliştiremediği faşist yöntemleri uygulayarak bir halkı bitirecek. Helen halkı Anadolu’nun 3000-4000 yıllık halkıydı. İşte bu yetmiş yıllık süreç içerisinde eser kaldı mı? Ermeni halkı yine 3000-4000 yıllık bir kültürün en güçlü temsilcisiydi. Ondan bir eser kaldı mı? Biz zaten kültürel olarak gelişemedik de, bizim ömrümüzü belki de on yılda daha da bitirebilir. O zaman bu değerlendirmenin doğru olduğundan hiç kuşku duyulmaz.
Adamlar ilan etmişler. O zaman nasıl tavır geliştireceksiniz? Halk savaşının taktik önderleri, karşılığınız ne olacak? Halen “birlikleri eğitemedim, silahları yerinde paslı bıraktım” deniliyor. Silahların çoğunun kullanılması bilinmedi. Ciddi bir kural gereği düzenleme, yürütme hiç yok. Öyle mi karşı koyacaksınız? “Aslında biz çoktan ölmüş, bitmişiz” diyerek mi yaşayacaksınız? “Ne kadar yaşasak kârdır.” Yaşam bu mudur? Buna kim yaşamak diyebilir, kim tenezzül edebilir? Eğer bütün bunları anladık diyorsanız, buna göre neden kişilik hazırlığınız yok? Buna göre neden kavgacılığınız yok? O zaman sizin için sorun vardır.
Sorunların çözümü de, bizim cevabını vermek istediğimiz tarzdan başka türlü olamaz. “Buna ulaşamıyorum, gereklerini yerine getiremiyorum” demek, en gafilce kendini aldatmak demektir. Yapılacak işler çoktur. Kendi kişiliğimden size çok açık bir örnek sundum. Olmayan olanaklardan, ortam ve olanak yarattım. Her birinizin eline verilen savaş olanakları, her zaman benimkinden daha değerlidir. O zaman geriye kullanmasını bilmeniz gerekiyor. O da sizin işinizdir. Kullanmasını bilmezseniz ne olur? Sağ kalanınız savaş suçlusu, diğerleri de ucuz bir ölümün kurbanı olur. İkisi de doğru değildir. Görüyorsunuz ki, bütün değerlendirmeler, bizim amansız bir savaşçı olmamızı emrediyor. İtirazsız, son derece azimli, kararlıca sınırlı bir gelişmeyi, bir olanağı, bir fırsatı amansız değerlendirmemizi emrediyor. Ve neden gerekleri yerine getirilmedi denildiğinde, hatayı, eksikliği kolay kolay kabul etmememiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü üzerinizde senaryo var. Bilemedin taş çatlasa, beş ay sonra tarihten siliniyorsunuz. Bunu önlememiz gerekiyor.
Ordumuzun, kurmayının en temel görevi budur. Önlemiyorsa kurşunu kendine sıksın, mezarını kendisi kazsın. Onun bir saniye bile yaşamaya hakkı yoktur. Yaşamanın tek gerekçesi vardır, o da savaşı geliştiriyorum, savaşta iddialıyım, mutlaka başarı yolunu bulacağımdır. Bunun dışında hiçbir yaşam gerekçemiz olamaz. Bu benim için de böyledir. Savaşı geliştirdiğim oranda yaşayabileceğime inanıyorum. Zaten geliştiremezsem bize bin defa ölüm fermanı biçilmiştir. Düşmanın affedici hiçbir durumu yok. Çok gerçekçi olmak zorundayız ve yaşamamız için başarmamız gerekiyor. Başarı için askeri sanatın bütün inceliklerine, onun halk savaşımı tarzına anlam vermemiz, korkunç yüklenmemiz gerekiyor. Ben bir takım diyeyim, siz bir manga deyin, bununla on kat düşmanı tasfiye etmeyi, bir numaralı askeri ilke bilmeniz gerekiyor. Ben, mangasının veya takımının yarısını söyleyeyim, siz dörtte birini kaybettiğinde o komutanının yaşama hakkının da bitmekte olduğuna, eğer bir fırsat tanıyacaksak çok kısa sürede, üçte bir kaybetmişse, onun üç katı kazanca, yani düşmana kaybettirmeye dönüştürdü mü, -kısa bir süre içinde diyorum, ben bir ay, siz bir hafta deyin- bunu sağladı mı ancak yaşayabileceğine anlam vermemiz gerekir.
Bu da temel askeri kuralımızdır. Hiç olmazsa iki temel kuralı kendinize egemen alın, yine de başarı oranınız yükselecektir. Bunun dışında yaşamaktan ne anlıyoruz? Kim bizi başka türlü yaşatma gafletine düşebilir? Hangi kişilik? Hangi komuta? PKK’nin adına kim? En başta diyeceksiniz ki “sen,” işte ben de size gerçeği söylüyorum. Benim ilkelerim tartışmanıza da açıktır. Canı gönülden kabul diyorsunuz, o zaman bana göre yaşamınızın düzenlenmesi ve askerlik böyle başlar, çok muhtaç olduğunuz askeri yetenekleriniz böyle gelişir. Bunlarla oynamayın. Yıllardır oynadınız, peki nereye geldiniz? Ne kadar geliştiniz? İşte tıkınma düzeyi, işte kaybetme düzeyi ortadadır. Yargılanırsa, savaş suçlusu olmayan bir tek kişi çıkmaz. Demek ki, dönüşmeniz gerekiyor. Demek ki, temel ilkelere göre artık bundan sonra yaşamayı, savaşmayı bilmeniz gerekiyor. Başka tür halk savaşçısı, hele hele komutanı olamazsınız.
Komutanlık size yakışmaz mı? Yakışır. Yapamaz mısınız? Yapabilirsiniz. Ama bu, bazı temel ilkelere göre kayıtsız-şartsız ve amansız yaşama ilkesini gösterirseniz olur. Örnek düzeyde bunun fedakarlığını, bunun usta yürütme gücünü kendinizde gösterirseniz hem buna layıksınız hem de bunu yaparsınız. Başka seçenek, başka bir yaşam olanağı var mı? Olmadığını sanıyorum, benden daha iyi taktir ediyorsunuz. Oldukça gençsiniz. Tam da “bu ömür böyle bir düşmana patlatılmak içindir” demelisiniz. “Zamanı, zemini kullanmak, bir savaş olanağını yaratmak, bir savaşı geliştirmek tam bana göre; yüzyılların rüyası, umudu, intikamı olarak bundan asla vazgeçmem” demelisiniz.
İşte temel halk savaşçılığı ve duygusallığı böyle ele alınır. İlkesi kadar, duygusal gerçeği de, moral gerçeği budur. Tekrar vurguluyorum: Şimdiye kadar böyle yaklaşmamayı büyük bir eksiklik, yanlışlık olarak değerlendirmelisiniz. Bundan sonra sizinle bu çerçevede yürümek isterim. Sorumluluğunuzu paylaşırım. Kabul edilmeyecek, affedilmeyecek olan, bir kez daha eski yanılgılar, kendinize yakıştırdığınız eski yetmezlikler, tarz ve üsluplardır. Bunun için gerekli olan eğitim ise, veriyoruz. Bence yeterlidir. Doğru bir görevlendirme de veriyoruz.
Bütün bunlar yapıldığında da kaybedebiliriz. Biz bu kayba acımıyoruz. Şehit de düşebiliriz. Buna da üzülmüyoruz. Bütün bunlar yapıldığında ölüm nereden gelirse gelsin -ben de dahil hangimiz şehit olursak olalım- hoş geldi, sefa geldi deriz.
Bizim büyük üzüntümüz, öfkemiz tam da istediğimiz gibi savaşmamaktan dolayıdır. Buna son verelim diyorum.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan
8 Haziran 1995